Ezhel, Mayıs 2017’de internet üzerinden dünyaya salınan ‘Müptezhel’ albümüyle uzun süredir şahit olunmayan bir şey yaptı. Albüm herhangi bir promosyon, reklam, ilan, hatta doğru düzgün haber bile olmadan, bir hafta içinde evrile kıvrıla, son derece organik bir şekilde hakkında en çok konuşulan, en çok dinlenen, eşliğinde içilen, sevişilen bir şey olarak Türkiye müzik tarihinde yerini aldı.
Trap, hip hop, R&B hatta yer yer rock öğelerinin başarılı prodüksiyon ve Ezhel’in değişken sesiyle biraraya geldiği albümün başarısı Türkçe rap sahnesiyle sınırlı kalmadı, çok daha geniş bir kitleyi büyüledi. Albümün İstanbul lansman konserinde seyirciler mekana sığmadı, Instagram’da ‘Küvet’in eşlik ettiği videolar, Ezhel’li hashtag’ler fırtınası başladı. Onu yakından tanıyanlar ve ilk gençliğinden beri Ankara’nın müzik ortamlarında neler yaptığını bilenler için bu çıkış zaten Ezhel için kaçınılmaz bir başarı yolunun başlangıcı olarak yorumlandı.
Ezhel’i grubu Kökler Filizleniyor’la çaldığı Peyote Cennet Bahçesi konserinden sonra İstanbul’da yakalıyoruz. Röportaj için kararlaştırdığımız saatten 45 dakika önce arkaoda kapısında karşılaşıyoruz ama o geç geldiğini düşünürek özür diliyor, nedense saati bir saat ileri gitmiş. ‘Ankara zamanına ayarlı’ şakaları ve birer bira eşliğinde, öğlen sıcağı altında Ezhel’i, Ankara’yı, albümü ve geleceği konuşmaya koyuluyoruz.
Ankara’da mı doğup büyüdün?
Evet, Ankara’da doğdum Cebeci’de. Sonra bütün şehri gezdik, oradan oraya taşınarak. Hayatım burada geçti.
Müzikle ne zaman ilgilenmeye başladığını hatırlıyor musun?
Çocukluktan beri hep içindeydim müziğin, ailemde çok fazla müzisyen var, bana da öğrettiler, klarnet, gitar, vs hepsini çalmayı öğrendim. 12 yaşından beridir de rap dinliyorum.
Reggae’yle nasıl tanıştın peki?
Benden büyük kuzenlerim vardı, onlar sayesinde. Gerçi onlar Iron Maiden’cıydılar ama nedense bana reggae’yi yakıştırmışlardı, ‘sen reggae dinle’ dediler, beni direk metalci yapmadılar. Rap hayatımda her zaman vardı, yavaş yavaş 14-15 yaşımda da yazmaya başladım. Başlarda İngilizce yazıyordum, sonra Türkçe’ye geçtim.
İngilizce’yi nerede öğrenmiştin?
Okulda öğrendim. Burslu okuyordum TED Ankara kolejinde, orada ister istemez öğrendim. Derslerim iyi değildi, genelde notlarım hep ikiydi ama bilmiyorum İngilizce’yi bir şekilde çözdüm, kulak aşinalığı herhalde. Burslu girmiştim okula, başarılı bir öğrenciydim ama yıllar geçtikçe başarım düştü, ben de ayrılmak zorunda kaldım. Okulda dikiş tutturamadım ve bıraktım yani. Açıktan bitirdim liseyi, ki bu da bir yedi, sekiz yıl sürdü ama mutluyum çünkü lise yıllarında başladım müziğe, Türkiye’yi gezdim, kendimi müziğe verdim. Başkaları eğitim alır, işte üniversite okur, iş bulur. Benim için hep rap vardı ve rap oldu hayatım.
Kökler Filizleniyor’dan önce ne yapıyordun?
Kökler Filizleniyor’dan önce Afra Tafra diye bir grubum vardı. 18 yaşındaydım, barlarda çalabilecek yaşa gelmiştim artık. Afra Tafta bir reggae grubuydu, dört beş sene çaldık sonra basçımız vefat etti, o vefat edince grubu dağıttık. Sonra bir sene hiç müzik yapmadım ama Afra Tafra’dan edindiğim deneyim ve keyifle birlikte Kökler Filizleniyor’u kurduk Ankaralı dört beş arkadaş olarak. Şimdi o havayı devam ettiriyoruz. İki ayrı hatta ilerliyorum şimdi, rap ve reggae.
Ankara’da nerelerde takılıyorsunuz, nasıl buluyorsunuz birbirinizi?
Hep beraberiz arkadaşlarla, bizden başka kimsemiz yok, bunu yıllar içinde öğrendik. Sokakta takılırken, istediğimiz sanatsal faaliyetleri gerçekleştirirken birbirimize ihtiyaç duyuyoruz. O yüzden hep biraradayız. Bir selamla bulabilirsin birilerini, Ankara öyle bir yer. Samimiyet var, insanı gözünden anlayabiliyorsunuz. İnsanlar sahte değil, kim neyse odur. Ona göre belli ağlar, network’ler oluşuyor. Ama tabii çocukluğumuzdan beri tanıdığımız arkadaşlarımız da var, hele hele, belki 10 yıldır tanıdığım ve hala birlikte çalıştığım insanlar var. Böyleyiz, sokakta takılıyoruz genelde. Ankara, İstanbul gibi belli merkezleri olan bir yer değil, daha homojendir. O yüzden bir mahalleden bir mahalleye bizim oluyor takıldığımız her yer.
Çok sahipleniyorsun Ankara’yı, şarkı sözlerinde de…
Çünkü benim gördüğüm gerçeklik Ankara. Tamam, belki sadece yarısını yaşadım, yarısını değil. Yüzde yüz varoş değilim, yüzde yüz Çankaya bebesi de değilim. İkisinin arasında bir yerdeyim. O yüzden bu ikisinin karışımını kullanmam lazım. Ankara’yı göstermem lazım, yaşadığım hayat bu. O yüzden bir sahiplenme var. Neysem oyum, oradan geldim, orayı biliyorum, pisini de biliyorum temizini de. Başka bir yerde doğsaydım belki bunlar olmazdı ama Ankara beni çok etkiledi. Bu yüzden onu yanımda taşıyorum, benim bir nazar boncuğum gibi, tılsımım gibi bir şey Ankara.
Bu ‘bebe’ lafını albümde de çok kullanıyorsun.
Aynen (gülüyor). Ankara’da bebe herkese denir. Sen de bir bebe olabilirsin. Ankara’da 70 yaşındaki adama da bebe dersin, küçük bir çocuğa da. O bebe şu bebe bu bebe… Herkes bebedir. Bebe lafında ne belli bir sınıf, ne bir yaş ne de bir cinsiyet yoktur. Bebe, bebedir.
‘Bebe’ gibi başka neler var?
Aşağılayıcı kelimeler var, anlamlarını tam olarak ben de bilmiyorum. Yabik, Yallik, Gebeş. ‘Bebeye bak, tam bir yallik’ gibi mesela (gülüyor). Sevmediğin insanlara söylediğin şeyler.
İstanbul’da Türkçe rap ortamları semtlerle aylıyor çoğunlukla. Ankara’da da böyle mahalleye göre farklılaşıyor mu gruplar?
Ankara’da da semtlerimiz var tabii. Kızılay, Batı Kent. Rap’in ilk çıktığı semtler bunlardı bundan bir önceki dönemde, on sene önce falan. Ama şu anda Ankara kendini bir bütün olarak görüyor sanırım. Buradaki gibi kendine ait merkezler yok Ankara’da, her yer birbirine yakın ve ulaşabilir durumda. Mahalleler arasında çok bir ayrım yok, yani yavaş bir geçiş var. Öyle olduğu için de daha bütünsel ama tabii Keçiören’in mesela kendi rapçileri var onlar kendi mahallelerini savunur, Batıkent var, Yenimahalle var falan.
Sen şu anda hangi mahalledesin?
Ben Dikmen’deyim. Orada bir stüdyomuz var. Dikmen’de genelde gençler vardır, benim de tayfam orada. Dikmen olabilir yani benim ‘represent’ ettiğim yer (gülüyor).
Bu mahalleler arası durumdan bahsetmişken. Senin albümünde hiç ‘diss’ olmadığı dikkatimi çekti.
Evet, yok. Zamanında ben de çok diss yaptım. Rap’in içindeki rekabetler yüzünden ya da kültürel sebeplerle yapılır; ama Türkiye’de özellikle alternatif akımlar, metalinden punk’ına hatta arabeskine, hor görülüyor. Rap tayfası olarak bu yeraltı içinde, bir yerden sonra benim de fark ettiğim bir düşünce başladı. Abi kaç kişiyiz ki biz bu ortamda? Birbirimize boş yere diss atarak ne yapıyoruz? Daha başka dertlerimiz olmalı. Anlatmamız gereken daha başka şeyler olmalı. Endüstriyel olarak Türkçe rap camiasının hak ettiği değeri görmediğini düşünüyoruz dünyanın geri kalanına kıyasla. Bu noktada artık daha fazla dissleşmeye gerek yok, artık birlik olalım gibi bir hava var Türkçe rap camiasında. Öyle bir kardeşlik rüzgarları esiyor.
Albümde prodüksiyonları yapan Bugy’yle ne zamandır tanışıyorsunuz?
Bugy benim prodüktörüm. Ergenliğimden beri tanışıyoruz ama yeni yeni birlikte iş yapmaya başladık. Bugy özellkle dubstep popüler olduğu dönemler çok iyi prodüksiyonlar yapıyordu, çok iyiydi, küreseldi yani, hala daha global bir sound’a sahip olduğunu düşünüyorum Buğra’nın. İkimizin de yalnız kaldığı bir dönemde birlikte çalışmaya başladık, kısa sürede gerek hayat gerek müzik açısından çok iyi anlaştığımızı fark ettik. Ondan sonra albüm süreci başladı. Bir sene boyunca albüme çalıştık, hala devam ediyoruz.
Senin şarkıların hazır mıydı Bugy’le işe koyulduğunuzda, yoksa birlikte mi çıktı o süreç içinde?
Buğra’yla tanışmadan önce bazı şarkılarım vardı. ‘İyi Bil’, ‘Derman’, ‘Küvet’ ve ‘Esrarengiz’. Dört şarkı Bugy’den önce vardı, yani sekiz şarkıyı birlikte yapmışız.
Albüm altyapı açısından çoğu Türkçe rap albümünden farklı olarak Trap’e meylediyor. Bu özellikle üzerine oturup düşündüğünüz bir şey miydi, ‘böyle bir albüm yapalım’ diye mi çıktınız yola?
Evet, Trap yükselen bir trend. Biz Trap’le ilk tanıştığımızda pek sevmemiştik açıkçası. Ben de, Buğra da. Tam anlayamamıştık herhalde. Trap, Amerika’da güney hip hop’udur. Amerika çok büyük bir ülke olduğu için, müzikler de kendi içinde değişiyor bölgeden bölgeye. Rap akımları bile. Bu Amerika’nın güneyinde çıkmış bir müzik ve köklü bir geçmişi de var ama elektronik müziğe en iyi adapte olabilecek bir tarz olduğu için, elektronik müziğin en popüler müzik olduğu bugünler de Trap de yükseldi. Biz de ilk tanıştığımızda biraz yadırgamıştık. Zamanla içindeki müzikal değerleri görmeye başladık, sevdik ve yapmak istedik. İyi Trap yapabilmek için iyi rap yapabilmek lazım. Old school geçmişi de bilmek gerekiyor çünkü onun bir devamı Trap de. Dinledikçe böyle bir şey deneyelim dedik. Türkiye’de de henüz yapılmamıştı. Hedefleyip yaptık yani.
Kökler Filizleniyor daha politik bir grupken, bu albümde daha hedonist, hafif bir taraf var.
Şöyle oldu. Biraz tükendim sanırım. 2013’ten sonrasını, Gezi zamanını ben çok ağır yaşadım Ankara’da. Arkadaşlarımız öldü, yaralandılar, kör kaldılar. O süreçten sonra daha çok politize oldum. Mesaj kaygım arttı. Aslında bu albümde de var. Çok ‘high’, çok kop kop duyulan şeylerin içinde bile her zaman politik veya dünyaya dair bir mesaj var, ben bunları bilerek sakladım. ‘Benim Derdim’de mesela. Ama bu durumu malzemeye çevirmek istemedim. Ben içimden geldiği için yazdım. Bu albümde insanlara şunu vermem lazımdı. Bugüne göre hep politik şeyler yaptım, ‘Üç Gün’ diye bir şarkı yapım, ‘Yarınımız Yok’ diye bir şarkı yaptım, ‘Bombok’ diye bir şarkı yaptım. Artık daha önce olmayan bir şey yapmak istedim. Türkçe rap şu ana kadar hep düz bir hatta gitti ama ben insanların dans ederken de, takıldıklarında da dinleyebilecekleri bir albüm yapmak istedim. Baştan sona tutarlı bir sound’u olsun istedim. Çok da kararlaştırarak yapmadık, bir süreçti bu, kendi kendine konsept gibi bir şey oluştu. Kendi kendine bütünleşti.
‘Hayır’ şarkında referandum dönemine bir atıf mı var?
Yok. Parçanın hikayesi şu aslında. Ben özel hayatımda hayır diyemeyen bir insandım ve bu yüzden çok başım yandı. Herkese ‘tamam, olur, yaparız, ederiz’ falan filan derken kendimi çok fazla sorunun içinde buldum. Şarkılarımdaki öğüt ya da tavsiye gibi şeylerin çoğunu aslında ben kendime yazıyorum. ‘Şunu yap, bunu bil’ dediğim yerlerde aslında kendimle konuşuyorum. ‘Hayır’da da öyle oldu. ‘Bari bir şarkı yapayım da hayır demeyi öğreneyim’ dedim. Kulağıma bir küpe olsun dedim. Referandumdan, başkanlık muhabbeti konuşulmadan önce yapmıştım bu şarkıyı. Yine de sanki öyleymiş gibi anlaşıldı, bu şekilde çok yorum aldık. Aslında referandum zamanı single olarak da yayınlamak istemiştik ama miksi bitiremedik, yetişmedi.
Bu politik dünyaya girmişken Ankara’ya dönelim istiyorum. Şehrin ağır bürokratik havası seni ve ortamını nasıl etkiliyor?
Çok etkiliyor tabii. Mesela gardaki patlamaların olduğu eylem bizim de katılacağımız bir eylemdi, ama Ankara’daki protestolara hep üzerinde yazılan saatten bir saat sonra gidilir, ben de bunun rahatlığıyla bekledim. Evim Seyranbağları’nda bir teras katıydı ve terastan eylemin olacağı yeri görüyordu. Ve ben tam balkondayken, tam çıkmak üzereyken, o iki patlama gerçekleşti. Bir abimiz vefat etti, Ali Kitapçı, korkunç bir gündü, her şey birbirine girdi. Bombalar bizi mahvetti, aylarca sokağa rahat çıkamadık. Patlamaların dışında da çok politik bir şehir Ankara, hükümeti de muhalefeti de çok sert hissediyorsunuz. Bu yüzden etkilenmemek mümkün değil.
Başka bir şehre taşınmayı düşünmedin mi?
Hayır, asla. Şu an bile pek düşünmüyorum. Keşke Ankara’da iyi bir düzen kurabilsem diye düşünüyorum. İstanbul çok güzel bir şehir, insanı kendine bağlıyor bir şekilde. Yapmaya çalıştığım şey müzik ve bu işin profesyonel anlamda karşılığı İstanbul’da. Bağlantılar, konserler, stüdyolar, şirketler. Ama burada üretebilir miyim bilmiyorum, Ankara’daki üretkenliğim burada olmayabilir. İmkansız değil tabii, günün birinde mutlaka burada yaşamak diyebileceğimiz kadar vakit geçireceğimi biliyorum, bu kaçamayacağım bir şey. Yine de müzik bağlantılı olur, ben aslen Ankara’da yaşlanmak isterdim.
Almanya’da yaşayan DJ İpek İpekçioğlu’yla kuzenmişsiniz…
Evet ya. Benim babam tarafım bizle çok ilgilenmemiş zamanında, o yüzden İpek Abla’yı tanımıyordum. Sanırım 2001 gibi bir gazetede İpek İpekçioğlu’yla ilgili bir yazı gördüm ve kuzen olduğumuzu öğrendim. Daha sonra da Skype üzerinden tanışıp, konuştuk. Sonra bir gün Ankara’ya, Kite’ta çalmak için geldiğinde şahsen tanıştık ve inanamadım. Yıllardır baba tarafımla ilgili bir eksikliğin İpek Abla gibi müzik içinde bir insanla dolması inanılmaz bir duyguydu. Umarım beraber işler de yaparız, konuştuk bunu da, ama işte benim gençliğim ve tembelliğim…
Senin prodüksiyonla aran nasıl?
İyidir, albümdeki bazı beat’ler tamamen bana ait. ‘Küvet’ mesela. ‘İyi Bil’in beat’leri çoğunlukla bana ait. Enstrümanları da çaldım, ‘Benim Derdim’de ve ‘Bazen’de gitar çaldım. Güveniyorum kendime prodüksiyon konusunda da.
Altyapıları yaparken hangi programı kullanıyorsunuz?
Biz yıllardır Fruity Loops kullanıyoruz ama başka programlar da biliyorum. Logic, Ableton falan, bunlara da en az FL kadar hakimim ama Fruity Loops’un verdiği haz başka, 15 yaşından beri kullanıyorum.
‘Müptezhel’ bir anda müthiş popüler oldu. Albümden para kazandınız mı?
Kazandık evet; ve ben şunu anladım: İyi bir iş ortaya koyduktan sonra kendi başına bir şeyler yapabilirsin. Geçmişten benim paramı yedirme tecrübelerim olmasaydı bu albümde de bir şeylerin farkına varmamış olabilirdim. Biz bu albümü kendimiz, bağımsız bir şekilde çıkardık, Bugy’ye sıkıntılar çeke çeke çıkardık. Şu anda konserlerden, albüm satışlarından bir şeyler kazanıyoruz, başardık bir şeyler. İnternetten, el altından albümü sattık, herhalde 600 tane falan.
Albümün internete düşürmemek için baya çalıştınız sanırım.
Evet, çünkü bizim oradan para kazanmamız lazım ama tam da engelleyemiyorsunuz bunu hiçbir zaman. Çok fazla leak oldu, sildirmeye çalıştık. Albüm Yandex Disk’e düşünce, onlarla mesajlaştık deli gibi ‘silin’ diye. Biz yeraltından geliyoruz, overground’a dair duyduğumuz tek şey hüzün, acı ve pişmanlık oldu müzisyen arkadaşlarımızdan. Ben şu ana kadar hep patron ya da bana ‘şunu şunu yap’ diyecek ticaretin dışında kalmak için uğraştım. Şu anda bazı şirketlerle konuşuyorum, albüm için gelen teklifler var ama rahatlıkla diyebilirim ki aslında böyle bir şeye ihtiyacımız yok. Şu an ben underground’um, bu şirketler bir sonraki seviyeye sıçratabilirler bizi, güzel bağlantılar sağlayabilirler ama benim zaten o şeylerde gözüm yok. Daha iyi imkanlar tabii ki isterim, istediğim bir sanatçıyla çalışmak ve sahne yapmak veya kafam rahat olsun, bir klip çekilecekse bir bütçe olsun, birileri bunları sağlasın isterim. Ama ne olursa olsun bunu kendimiz de yapabiliyoruz. İlk klibi mesela kendimiz yaptık, sadece kamera kirası verdik, onun dışında hiçbir para harcanmadı. Aslında belli noktalar dışında kimseye ihtiyaç yok. Bir gün ben de bağımsız müzisyenler için bir şirket kurmak istiyorum. Tek ticari kaygısı batmamak ve çalışanlarının ekmeğini sağlamak olan bir şirket. Böyle bir sosyalist müzik şirketi kurmak isterdim, benim hayalim de budur.
Büyük şirketlerden teklifler geliyor dedin. Kabul edersen böyle bir albüm yapamazsın muhtemelen…
Kesinlikle böyle bir albüm yapamam ama yine de sınırları zorlayacağıma eminim.
Albüm sonrası senin ‘piyasa’ olduğuna dair epey muhabbet döndü; işte ‘Ezhel dreadlock’larını kesti, pop albüm yaptı’ gibi. Şimdi bile böyle şeyler varken, büyük bir şirketle anlaştığında gelecek tepkilerden çekiniyor musun? Senin de kulağına geliyor mu bu tip konuşmalar?
Geliyor tabii ama mutsuz değilim çünkü oldu yani başardık bir şekilde. Ben asla çizgimden vazgeçmediğimi biliyorum. Bir sürü insanın sadece güzel görünsün diye rasta yaptığı bir yerde ben hiç bunları düşünmeden işin felsefi tarafı yüzünden taşıdım saçlarımı ve kendi ellerimle kestim. Zaten bu memlekette sahte çok fazla şey var ve çok boş eleştiri dönüyor. Pozitif ve yapıcı eleştiriler beni mutlu ediyor ve benim politikliğime, karşı duruşuma inananların yüzünü kara çıkarmak istemiyorum. Hiçbir zaman o kadar yumuşamayacağım. Müzik bana bir şöhret ya da güç sağlıyorsa, bunu kendi çıkarlarım yerine toplum için kullanmayı tercih ederim; yazarak ve anlatarak, çünkü söz güçlü bir silah.
Sözleri nasıl yazıyorsun, var mı bir ritüelin?
Güzel bir beat duyduğumda kalemi kağıdı alıp yazıyorum. O melodiyi, o beat’i duyduğun an ‘tamam’ diyorsun ‘bu olur’, bazen de ‘olmaz’ diyorsun. Hatta ‘bu olur ama kendim için olur’ dediğin de oluyor.
Geçen Peyote Cennet Bahçesi’ndeki Kökler Filizleniyor konserindeydim. Seyircinin çoğunun ‘Ezhel’i dinlemeye geldiği belliydi ve bir süre sonra da zaten grup senin parçalarını çalmaya başladı. Konser senin solo konserine dönüştü adeta. Grup elemanları bu duruma ne diyor? Rahatsız olmuyorlar mı?
Aksine, Kökler Filizleniyor bir müzisyenin hayal edebileceği en güzel grup. Kimsenin kimseye bir dayatması yok, beklentisi, ticaret kaygısı yok. Ve çok destek oluyorlar. Ben olmadan albümdeki parçaları çalışıyorlar, benim yönlendirmemle olan bir şey değil. O açıdan harika bir gruptur diyebilirim.
Ankara rap sahnesinde ‘çok iyi’ dediğin kimler var?
Aga B var. Ankara’da, kimse kusura bakmasın, bence en iyisi o. Mode XL geçmişimiz var. Bizim çok gurur duyduğumuz ekiptir. Köst var, pek duyulmamıştır ama politik açıdan sağlamdır. Kendisi dövmecidir aynı zamanda, benim dövmelerimi de o yaptı.
Bu aralar en çok ne dinliyorsun?
Kendrick Lamar’ın son albümü DAMN. İnanılmaz bir albüm.
Röportaj bitiminde fotoğraf çekimi için doğru mekanı ararken, Barlar Sokağı’ndan Yeldeğirmeni’ne giden yolda karşılaştığımız her beş kişiden biri Ezhel’e selam veriyor. ‘Tanıyor musun bu insanları?’ diye soruyorum, ‘Hayır’ diyor, ‘Çok iyi, değil mi?’
Fotoğraflar: Deniz Ezgi Sürek
Bu röportaj ilk defa 7 Ağustos 2017’de Zero’da yayımlanmıştır. Yeniden basmamıza izin veren Pınar Üzeltüzenci’ye teşekkürler.