Bayramda kocamla iç Ege’nin küçük bir ilçesindeydik. Bayram ziyaretleri, oydu buydu derken bir bayram daha geçip gitti nihayet. Geçti de, nasıl geçti?
Her bayram gibi bu bayramda da evde sofra getirip götüren, şeker tutan, kolonya döken kadınlar ve kız çocukları vardı. Yardım edecek ya da etmek üzere ayağa kalkmış bir kocanız vardıysa da evin yaşça büyük kadınlarınca “sen otur oğlum” deyip oturtuldular. Bu kocalar hiç “Yok olur mu? Birlikte koyalım” dediler mi? Hayır, tabii. Geçip kanepeye bacak bacak üstüne atıp – ki bu oturuş kadınlara hak görülmez – sofraların kurulmasını beklediler. O sırada siz gözlerinizle boğazını sıkıyorsunuz kocanızın ama nafile. Hissetmiyor bir türlü canının yandığını. Ayrıcalıklı olmak öyle bir duvar örüyor ki etraflarına, canları yanmıyor. Kendi evinizdeki eşitlikçi ilişkiniz, dışarıyla karşılaşınca birden erkekliğin keyfini sürmek adına heba oluyor.
Duvarı örenler arasında sadece erkekler yok. Onları oturtan kadınlar, sürekli hizmet edip duran kadınlar da var. Sizden gelinlik yapmanızı bekleyen, görev ve sorumluluklarınızı küçük küçük ikazlarla, imalarla size hatırlatan kayınvalideler, diğer kadınlar. O sırada siz kocanızın boğazını sıkıyorsunuz ama bir yandan da içinizde debelenip duruyorsunuz. Şimdi bana ikaz edilenleri yapsam değiştirme iddiasında olduğum yapıların bir çarkı olacağım. Yapmazsam da benden yaşça büyük kadınlar iş yapıp dururlarken nasıl oturacağım; birlikte yaparak işleri kolaylayabiliriz. Bu ikilemi erkekleri “yardım etmeye” zorlayarak aşabilirim; hadi sofrayı koyalım, canım sen şunu yap, ekmekleri kes, şunları sofraya götür. Tabii, tüm bunların organizasyonu kadın olarak bana kalacak. Bir diğer stratejimse erkekler bir şey isteyince kulak asmamak, duymazlıktan gelmek. Denedim oldu, biri kalkıp çayını kendi aldı sonunda.
Çay önemli. Karınlar doyduktan sonra çay içmek lazım. Erkekler önlerini silkip ağızlarını kollarına silip sofradan kalktılar bile. Çayı kim getirecek? Elbet her yaştan kadınlardan biri getirip önlerine koyacak. Diyelim sofra hazırlanmış, erkekler dizilmişler sofranın etrafına, çay da orada önlerine konmuş, ama çay kendi kendine bardaklara dökülmüyor tabii. Birinin dökmesi gerekiyor. Bu sorun nasıl çözülüyor evin erkeklerince? Tam olarak şu seslenişle:
“Buraya bi garı yollan!”
İşte bu kadar.
Bir de, sorulmazlarsa bayramı bayram yapmayan sorular vardır. Okulun ne zaman biteceğinden başlayıp oğlanın sünnetinin ne zaman olacağına kadar giden, alışık olduğumuz sorular. Sevgiliniz olduğu biliniyorsa, ne zaman evleneceksiniz; eğer evliyseniz, ee çocuk ne zaman? Bir de sizi gafil avlayan sorular çıkıverir. Karşılaşana kadar aklımın ucundan bile geçmemiş bir soru geldi bu bayram. Ziyaret ettiğimiz yaşlı bir kadınla aramızda geçen bayram sohbeti:
-Sende yok mu bir şey? (gözleriyle karnımı işaret ederek)
-Yok.
-Ee, korunuyor musunuz?
-Nasıl?
-Korunuyor musunuz?
-Evet.
Haydaaaa! Beni bir gülme almış. Şaşkınlığım soruyu 80 yaşında bir kadın sorduğu için miydi? İçimdeki yaşçı mı hortlamıştı? Yoksa bayram sohbetlerinde cinsel hayatımızı konuşmak adettendi de ben mi uzak kalmıştım ananeden? Buna hazır değildim. Yaşlı kadınsa gayet sıradanmışçasına, soruyu duymadığımı varsayarak tekrar ediverdi. Şaşkınlığımı atlatınca, daha sonra bir erkek arkadaşımın da yardımıyla, yaşlı kadının aslında kısır olup olmadığımı öğrenmeye çalıştığını anladım.
Ziyaretler esnasında bir de sünnet düğünü davetiyesi geldi, kocamla beni davet ediyorlar ama şöyle; zarfın üzerinde kocamın adı soyadı yazıyor, bir de yanına “ve ailesi” yazılmış. Kocam tek başına ve aile olarak tek başıma ben. Bir başıma aileyi temsil ediyorum, boru mu! Evlenmeden önce babamın ailesiydim, şimdi kocamın. Yahu Aslı’yım ben diye dağa taşa bağırıyorum. Belki düğüne gitmem de, neden gelmez diye sorarlarsa beni davet etmediniz derim.