Geçtiğimiz hafta George Floyd’un katlinin ardından Minneapolis şehir meclisinden 9 üye, valinin dahi veto edemeyeceği bir çoğunluk oluşturarak, polis gücünün feshedilmesi yönünde oy verdi. Şimdiye dek marjinal görülen bu fikir, meclis üyelerinin bu kararıyla beraber ABD’de son günlerde anaakım platformlarda tartışılmaya başlandı. Senelerdir polis ve hapishane şiddeti üzerine çalışan ve kolluk kuvvetleri sisteminin lağvedilmesi için uğraşan Mariame Kaba’nın, 12 Haziran 2020’de New York Times’da yayımlanan “Yes, We Mean Literally Abolish the Police” başlıklı makalesinin çevirisini sunuyoruz.
Kongredeki demokratlar görevi kötüye kullanan polisleri daha kolay teşhis etmek ve yargılamak, Joe Biden ise polis departmanlarına 300 milyon dolar vermek istiyor. Ancak liberal reformlarla polis şiddeti sorununu çözme çabaları neredeyse yüz yıldır başarısız.
Yeter. Reformlarla polisi değiştiremeyiz. Polis şiddetini azaltmanın tek yolu halkla polis arasındaki teması azaltmaktan geçer.
ABD tarihinde, polisin siyah toplumuna yönelik bir şiddet gücü olarak çalışmadığı tek bir dönem olmamıştır. Güneyde polis gözetimi 1700 ve 1800’lerdeki köle devriyelerinin kaçak köleleri yakalaması ve geri getirmesi üzerine kuruludur. Kuzeyde ise 1800lerin ortasında kurulmuş olan zabıta, işçi sendikalarını ve zenginlere karşı isyanı bastırmak için çalışmıştır. Polis, her yerde, statükoyu muhafaza etmek için çeperdeki nüfusları zapt etmiştir.
Bir polisin diziyle siyah bir adamın boynuna son nefesini verene dek bastırdığını görürseniz, bu Amerika’daki polis devleti pratiğinin mantıksal bir sonucudur. Bir polis memuru, siyah birini hırpalıyorsa bu onun işini nasıl tanımladığını gösterir.
İki haftadır ülkede süregiden protestolar polise ayrılan bütçenin kesilmesi yönünde talepleri yükseltirken, bazıları bu uygulamanın bizi daha da emniyetsiz kılacağını düşünüyor.
Öncelikle belirtmek isterim ki polis sizin düşündüğünüz işi yapmıyor. Çoğunlukla gürültü şikayetlerine, park ve trafik kurallarına uymayanlara ve çeşitli suç içermeyen meseleye bakıyor. Bize “kötü adamları yakaladıkları, banka hırsızlarını kovaladıkları ve seri katilleri buldukları öğretildi” diyor Brooklyn College Polis Gözetimi ve Sosyal Adalet Projesi koordinatörü Alex Vitale Jacobin’e verdiği röportajda. Ancak bu “eski bir masal”. “Polis memurlarının çoğu ancak senede bir defa ağır suçlu tutukluyor. Eğer bu sayı iki olursa, ayın polisi seçiliyorlar.” İş tanımlarını değiştirmek ve en ağır suçluları yakalamalarını söylemek de bir işe yaramaz. Koca departman bunun için kurulmadı.
Polisin siyah ve başka marjinal toplulukları tehditle, tutuklayarak, şiddet ve ölümle kontrol altında tutmaya çalıştığı bir sistem “güvenli” bir dünya yaratmıyor.
Senelerdir polis gücünün lağvedilmesi için çalışıyorum. Kolluk kuvvetleriyle ilgili düşünceleriniz ne olursa olsun – ister tamamen kaldırılmasını savunun, ister şiddetin azaltılmasını – hepimizin hemen katılabileceği bir talep şu: Polislerin sayısını yarıya indirin, bütçeyi de yarıya indirin. Daha az polis, insanları hırpalayıp öldürebilecekleri ihtimalleri de azaltmak demek. Bu fikir Minneapolis, Dallas, Los Angeles ve başka şehirlerde çokça taraftar kazanmaya başladı.
Tarihin rehberliği, geçmişe bakarak bugün nasıl davranacağımızı göstermesinden değil, geleceğe dair daha iyi sorular sormamızı sağlamasından geliyor.
1894’te Lexov Komitesi polisin New York şehrinde görevi kötüye kullanmasıyla ilgili ilk büyük soruşturmayı üstlendi. O dönem, polise yönelik en çok şikayet coplamayla ilgiliydi. Tarihçi Marilynn Johnson’ın sözleriyle coplamak, “polis devriyelerin vatandaşları düzenli olarak cop ve sopalarla darp etmesi” olarak tanımlanıyordu.
Wickersham Komisyonu ağır ceza sistemi ve yasak yaptırımlarıyla ilgili sorunları incelemek üzere gerçekleştirdiği araştırmanın sonunda, 1931’de, gaddar soruşturma metodları kullanıldığına dair kanıtların yer aldığı oldukça sert bir rapor yayınladı. Polis kuvvetlerinin profesyonellik dışı tavrını suçlu bulmuştu.
1967’deki şehir isyanlarından sonra, Kerner Komisyonu “incelediği 24 ayaklanmadan 12’sinde şiddetin ortaya çıkmasında polis davranışlarının bardağı taşıran son damla” olduğunu tespit etti. Bu rapor, “yasalara uyulması için yerel toplulukların desteğini alma” ve gettodaki polislerin “davranışlarını denetleyerek görevi kötüye kullanmanın önüne geçme” gibi bugün aşina olduğumuz bir takım önerilerde bulunuyordu.
Bu komisyonlar şiddeti engellemediği gibi, her seferinde, polis şiddetinin sebep olduğu ayaklanmaları sindirmeye yaradı. Benzer reform çağrıları 1991’de polisin Rodney King’i gaddarca dövmesinin ardından çıkan ayaklanmalar esnasında da dile getirildi ve daha sonra Michael Brown ve Eric Garner’ın katledilmelerinin ertesinde de. Obama hükümetinin President’s Task Force (Başkan’ın Görev Gücü) için hazırladığı son raporu 21. Yüzyılda Polis Kuvvetleri üzerineydi ve örtülü önyargı eğitimi ve polis ile yerel topluluklar arasında dinleme pratikleri gibi prosedürle alakalı tekliflerin yanında, güç kullanma metodlarında bazı değişiklikler ve sorunlu polis memurlarını erkenden teşhis etme gibi öneriler sunuyordu.
Ancak 2017’de, Başkan’ın Görev Gücü ekibinde yer alan ve bu raporun hazırlanmasına katkıda bulunan Tracey Meares bile, “bildiğimiz haliyle polis kuvvetleri dönüştürülemez, onun yerine lağvedilmelidir” demişti.
Bu reformların altında yatan felsefe, daha fazla kuralın daha az şiddet demek olduğu düşüncesine dayanıyor. Halbuki polis memurları sürekli kuralları çiğniyorlar. Son haftalarda olanlara bakın yeter – polis memurları araba tekerlerini kesiyorlar, kamera çalışıyorken yaşlı bir adamı itip yaralıyorlar, gazetecileri ve protestocuları tutuklayıp hırpalıyorlar. Bu memurlar başlarının yanabileceğini düşünmüyorlar, tıpkı Eric Garner’ı öldüren New York şehri polis memuru Daniel Pantaleo’nun davranışlarında bir sorun görmediği gibi. O esnada olayı kayda alan kameralara el sallamıştı Pantaleo. Polis sendikasının ona arka çıkacağını biliyordu ve öyle de oldu. Cinayetten sonra 5 sene daha çalıştı [ç.n. ve hiçbir resmi yargılama olmadı].
Minneapolis sözünü ettiğimiz “iyi pratikler”i uygulamaya koydu, ancak yirmi senedir hakkında yapılan 17 şikayete rağmen polis memuru Derek Chauvin işten uzaklaştırılmadı veya çıkartılmadı. Ta ki, neredeyse 9 dakika boyunca George Floyd’un boğazına çöküp onu öldürdüğü anların videosunu tüm dünya izleyene dek.
Tüm bunlara rağmen, aynı reformların bugün işe yarayacağını mı düşünüyoruz sahiden? Taleplerimizi değiştirmemiz lazım. Polis şiddetini azaltmanın tek yolu polis gücünü azaltmaktır, bütçelerini ve sayılarını kısmaktır.
Yanlış anlaşılma olmasın. Topluluklarımızı şiddete terk edelim demiyorum. Tek istediğimiz polis departmanlarını kapatmak değil. Onları köhne ve hükümsüz kılmak istiyoruz. Polise ayrılan milyarlarca doları sağlık hizmetleri, barınma hakkı, eğitim ve başka iyi işlere yatırabiliriz. Eğer böyle yaparsak, zaten polise daha az ihtiyaç duyacağımız bir toplum kurarız.
Topluma zarar veren davranışlarla baş etmek için başka türlü yapılar kurabiliriz. Eğitimli “yerel toplum çalışanları” ihtiyacı olanlara düzenli akıl sağlığı hizmeti verebilir. Köy ve kasabalar insanları doğrudan hapse yollamak yerine onarıcı adalet yöntemlerine başvurabilirler.
Peki tecavüz durumlarında ne olacak? Şimdiye kadarki tavır tecavüzü bitirmedi. Aslına bakarsanız, çoğu tecavüz suçlusu bir mahkeme salonunu dahi görmedi. Cinsel saldırıya uğrayanların üçte ikisi yaşadıklarını anlatmıyor, şikayet etmiyorlar. Polise gidip suç duyurusunda bulunanlarsa maruz kaldıkları tavırdan rahatsızlar. Üstüne üstlük polis memurlarının kendileri sık sık cinsel saldırı faillerinin ta kendileri. 2010’da yayımlanmış bir araştırma polisin görevi kötüye kullanma eylemleri arasında ikinci sırayı cinsel saldırının oluşturduğunu gösteriyor. 2015’te Buffalo Haber Ajansı’nın yaptığı araştırma beş günde bir, bir polis memurunun cinsel saldırıda bulunduğunu ortaya koydu.
İnsanlar, özellikle beyazlar, polissiz bir dünya düşündüklerinde bugünkü kadar şiddetli ve polissiz kalmış bir toplum hayal ediyor ve düşüncesinde dahi titriyorlar. Toplum olarak sorunlarımızı, şiddet ve hasarı ancak ve ancak polisle ve insanları kodese tıkarak halledebileceğimize o denli inandırıldık ki başka türlüsünü hayal dahi edemiyoruz.
Benim gibi polisi ve hapishaneleri lağvetmek isteyenler, başka türlü bir toplum hayali kuruyorlar: bireycilik yerine işbirliğine, kişisel koruma ve muhafaza yerine müşterek dayanışma ağlarına yaslanan bir toplum. Ülkemiz barınma, yiyecek ve eğitime milyarlarca dolar ayırabilse neye benzerdi düşünsenize? Toplumdaki değişim elbette birkaç günde gerçekleşmeyecek. Fakat protestolar gösteriyor ki, pek çok insan başka türlü bir güvenlik ve adalet anlayışını konuşmaya, benimsemeye hazır.
Sokaklar sakinleştiğinde ve insanlar daha fazla siyah polis memuru işe alalım yahut daha çok sivil denetleme komisyonu oluşturalım dediğinde, umarım bunların geçmişte bizi kurtarmadığını, hiçbir işe yaramadığını hatırlarız.
Ana görsel: Sue Coe, ‘Cennetinize Tebessümle Girdik’.