Adına kadın cinayeti dediğimiz sorun, bir erkeğin bir başka erkeği veya bir kadının bir erkeği ya da başka bir kadını öldürmesinden farklıdır.

MEYDAN

Eşitlik Yoksa “Kadına Yönelik Şiddet” ve “Kadın Cinayetleri” Var

Kadın cinayetlerinin tırmanması ile birlikte, durumun ciddiyetini kamufle etmek amacını taşıyan cinsiyetçi koro şu soruyu ortaya attı: “Neden ‘kadın cinayeti/kadına şiddet’ denerek ayrımcılık yaratılıyor?” Kadınlara yönelik işlenen suçların daha fazla haber değeri taşıdığı ve aslında buna “kadın cinayeti/kadına şiddet” diyerek özel bir muamele yapıldığına ilişkin bir algı yaratmya çalışıyorlar. Suçların “kadın cinayeti/kadına şiddet” terimleriyle kategorize edilmesinin bir tür pozitif ayrımcılık olduğu, duygu sömürüsü yapıldığı şeklinde söylemler türemiş durumda.

 

Toplumsal bir problemin belirli bir kategori içinde ele alınması, onu kendi içerisindeki koşullara göre incelemeyi kolaylaştırır. Bu sayede o probleme ortam hazırlayan toplumsal nedenler de daha iyi açıklanabilir. Dolayısıyla adına kadın cinayeti dediğimiz sorun, bir erkeğin bir başka erkeği veya bir kadının bir erkeği ya da başka bir kadını öldürmesinden farklıdır. Bu bağlamda, çok açık olmasına karşın hala anlamamakta ısrar edenler için, yaşadığımız şiddet ortamında “kadına yönelik şiddet” ve “kadın cinayetleri” tanımlarının önemine ve amacına yönelik bir şeyler söylemek istiyorum.

 

Kadına yönelik şiddet ve cinayetlerin ayrılarak ele alınmasının temel nedeni, bu suçların toplumsal cinsiyet eşitsizliğinden kaynaklanması. Fakat bu çok bariz gerçeği görmek istemeyenler, kadın cinayetlerinin ve kadına yönelik şiddetin, esasında cinsiyetle bir ilgisi olmadığını, bunun duruma ve kişilere göre değişiklik göstererek kimi zaman öfkeden, kimi zaman psikolojik travmalardan, bazen de ilişkideki sorunların kendisinden kaynaklandığını ileri sürüyorlar hala. Bu bakış açısına göre kadınlar, toplumda dezavantajlı konuma itildikleri için değil, tesadüfi veya münferit problemlerden dolayı şiddete maruz kalıyor, hatta öldürüyorlar. Böylece erkek şiddeti dediğimiz yapısal problem de hasıraltı edilip, bazı erkeklerin problemi haline getiriliyor. Esasında bu çerçevede savunulan bahaneleri mantıksal bir zemine oturtmak imkansız. Kendimiz yaşamasak, ailemizde görmesek bile, hepimiz çevremizde psikolojik veya fiziksel şiddete maruz kalan kadınların durumuna şahit olarak veya duyarak yetiştik. Çoğunluğun sesi hep “kocadır hem döver hem sever”, “affet bir daha yapmaz”, “öfke kontrol sorunu var, çocukken kendisi de şiddet görmüş”, “çok kıskanmış, kim bilir kadın ne yapmış?” minvalinde yükseldi. Bahanelerin tümü problemi anlamak ve onu yaratan koşulları eleştirmekten uzak olarak, faili masumlaştırma, aklama ve sistemik bir sorunu basite indirgeme niyetindeydi.

 

“Sadece kadınlar öldürülmüyor” şeklinde istatiksel bir gerçekliğe işaret ettiğini sanan yaklaşım, kadınların erkek şiddetine itirazını susturmaya çalışıyor aslında. Çünkü kadınlar tarafından işlenen cinayetler bile, erkeklerin işledikleri kadın cinayetlerinden farklılık taşır genellikle. Kadınların erkeleri hangi gerekçelerle öldürdüklerine bakalım: öldürülen erkek kurban, karşısındaki caniden kurtulabilmek için defalarca şikayetçi olup koruma talep etmek zorunda bırakılmış mı? Öldürülmeden önce sürekli dayak veya işkenceye maruz kalıp, aylarca taciz ve tehdit mesajları alarak sokaklarda takip edilmiş mi? Elbette hayır. Oysa cinayete kurban giden kadınlara baktığımızda birçoğunun öldürülmeden önce sistematik şekilde fiziksel ve/veya psikolojik şiddete maruz bırakılmış, tacize/tecavüze uğrayıp defalarca tehdit almış, çok sayıda koruma talep etmiş olduklarını görüyoruz. Boşanmak istediği için, sevgilisi olduğu için, geç saatte sokakta bulunduğu için aile bireyleri veya hiç tanımadığı biri tarafından şiddet görüp öldürülenler her zaman kadınlar oluyor. Bulundukları şikayetler ve koruma talepleri zamanında ve gerektiği biçimde uygulanmadığında sonucunda ölümle veya şiddetle karşılaşılıyor. “Oraya gitmeseymiş, öyle giyinmeseymiş, sinirlendirmeseymiş, onun yüzünden cinnet geçirmiş” naraları ise sadece kadın kurbanların arkasından atılıyor.

 

Ya da diğer taraftan bakalım: Çevrenizde hiç kendisiyle arkadaşlık ilişkisini koparan bir arkadaşını aylarca saplantı haline getiren, onu sıkıştırıp her fırsatta döven bir erkek gördünüz mü? Ya da bunları artık kendisiyle görüşmeyen akrabalarına yapanı gördünüz mü? Fakat aynı erkek, kendisiyle görüşmek istemeyen kişi kadın partneri (eski sevgilisi, karısı) ya da kafayı taktığı bir kadın olduğunda bunların hepsine hak görüyor. Aynı şekilde sinirlerine hakim olamayıp patronunu, iş arkadaşlarını, erkek arkadaşlarını “sürekli” yani düzenli olarak döven bir erkek profiline de pek rastlamıyoruz. Psikolojisi bozuk, cinnet geçirmiş, çocukluk travmaları var, öfke kontrol problemi yaşıyor denerek masumlaştırılan erkekler başlarına gelenlerin acısını sadece kadınlardan çıkarıyor. Öfke problemi erkekler açısından gerçek bir sorun olabilir. Fakat bu öfkenin kadınlara yöneltiliyor olması toplumsal bir sorundur. Arkadaşları, patronu, ailesinin diğer erkeklerine karşı kendisini belirli ölçülerde kontrol edebilen erkekler, sıra kadınlara geldiğinde biriktirdikleri bütün öfkeyi salıveriyorlar.

 

Demem o ki, bu suçların sadece cinayet değil de kadın cinayeti olarak adlandırılması, arka planındaki toplumsal nedenlerin, diğer cinayetlere zemin hazırlayan nedenlerden farklı oluşudur. Belirli bir cinsiyet ya da ırk, sürekli ve artarak katlediliyor, eziyet görüyorsa orada bu şiddetin koşullarını sağlayan  toplumsal nedenler ve şartlar vardır. Bu toplumsal nedenleri çözümleyip aile, okul, siyaset, sokak, medya gibi yaşamın her alanında iyileştirmedikçe (Bakınız: İstanbul Sözleşmesi’nin temel yaklaşımı), caydırıcı cezalar verilse bile kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetleri tam olarak ortadan kalkmaz.  Çünkü hapse atılma korkusu, potansiyel bir suçluyu şiddeti veya cinayeti gerçekleştirmekten ancak bir noktaya kadar alıkoyabilir; fakat bir erkeğin karşısındaki kendisinden güçsüz gördüğü kadını dövme, taciz/tecavüz etme, öfkesini ondan çıkarma sorunlarını ve bunlara hakkı olduğu inancını değiştirmez. Herkes için eşit bir yaşam kurmadığımız, eşitlik fikrini aile, politika, eğitim, medya ve toplumun bütün alanlarında yerleştirip yeniden üretmediğimiz sürece kadına yönelik şiddetle ve kadın cinayetleriyle karşılaşmaya devam edeceğiz.

 

 

 

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

Bir de bunlar var

Şule, bir gümleme, bitmez gibi bir yas
#TransÇocuklarVardır: “Biz, bizim olan hayatı istiyoruz”
Krize Işık Tutuyoruz: Koronavirüs Zamanında Bakım Emeği 4

Pin It on Pinterest