"Başkalarından bağımsız, kendi başıma var olabildiğim ve işlerimi yoluna koyabildiğim bir yaşam"

MEYDAN

Eşitlik için Düş Kurmak: Engelli Kadınlarla Küçük Bir Egzersiz

Engelli Kadın Derneği’nin (ENG-KAD) Eskişehir’de örgütlenme ve savunuculuk üzerine gerçekleştirdiği bir atölye çalışmasında engelli kadınlar “hep sorunları konuşuyoruz, bu sorunları biz zaten biliyoruz, bir şeyler yapmalı” dediler. Ancak nereden başlayacaklarını bilmiyor gibilerdi.

 

Rahatsız olduğumuz şeyleri dönüştürebilmek için düş kurmanın önemli olduğuna inanıyorum. Barış çalışmalarında sıkça kullanılan yöntemlerden biri nasıl bir gelecekte yaşamak istediğimize dair düş kurmak ve bunun merkezine barış kültürü ve şiddetsizliği oturtmak. Barış için düş kurma atölyeleri düzenleme fikri Elise Boulding tarafından 1970’li yılların sonunda ortaya atılıyor. Uzun yıllar barış kültürünün inşası için çalışan bir barış aktivisti Elise Boulding. Boulding hayal etmediğimiz/düşünü kurmadığımız şey için mücadele etmeye çalışmanın imkânsızlığından bahsediyor. Bu düşünüşten yola çıkarak engelli kadınlarla kısa bir “düş kurma egzersizi” yaptık. 2030 yılında nasıl bir Türkiye’de yaşamak istediklerini ve engelli kadınların haklarına dair neleri değişmiş/dönüşmüş olarak görmeyi düşlediklerini sordum.

 

Farklı engel türlerine sahip kadınlar (işitme ve fiziksel engelli) atölye katılımcılarıydı. Farklı şekillerde ifade etseler de engelli kadınların ortak düşü ayrımcılığa maruz kalmadıkları ve eşitliğin olduğu bir yerde yaşayabilmek. Sürekli vurgulanan temalar ise eşitlik, özgürlük, barış, mutluluk, sevgi, saygı ve üstü kapalı olarak erişilebilirlik oldu. Ancak toplumsal yaşama katılım önündeki en büyük şey “engellilikleri” olunca düşler de engelli olma durumunu merkeze alan şeyler oluyor ve buna dair sorunların ortadan kalkması düşleniyor. Dolayısıyla toplumsal cinsiyet eşitliğine dair hayallere pek sıra gelmediğini belirtmem gerekiyor.

 

Erişilebilirlik ve Bağımsız Yaşam

 

Erişilebilirlik BM Engelli Hakları Sözleşmesi’nin 9.maddesine göre kamusal alanların, fiziki çevrenin, ulaşımın, iletişim-bilgi teknolojilerinin engelli bireylerin diğer bireylerle eşit şekilde yararlanabilmesine uygun hale getirilmesi olarak tanımlanabilir. Erişilebilirlik, engelli kadınlar açısından düşündüğümüzde pratik ve stratejik toplumsal cinsiyet ihtiyaçlarının yaşama geçirilmesinin esasını oluşturuyor. 2014 yılında ENG-KAD’ın Mersin’de yaptığı bir atölye çalışmasına katılmıştım. Atölyeye özellikle fiziksel engelli kadınlar geç kalıyorlardı. Bunun sebebi olarak ise rampalı otobüslerin sayıca azlığıydı. Otobüslerin erişilebilir olmaması engelli kadınların güçlenmesini ve örgütlenmesini merkeze alan bir atölye çalışmasına katılamamaları ve haklarından haberdar olamamaları ile sonuçlanabiliyor yani. Atölyeye geç kalmak ise en iyi ihtimal. Otobüslerin fiziksel engellilerin ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde rampa içermemesi engelli kadınların tek başlarına sokağa çıkmalarını ve ailelerinden bağımsız bir şekilde toplum içerisinde var olabilmelerini güçleştiriyor. Bu durumda pratik bir ihtiyaç olan ulaşımın erişilebilirliğinin karşılanmamış olması stratejik bir ihtiyaç olan engelli kadınların bağımsız yaşam sürme taleplerinin karşılanmaması demek oluyor.

 

Eskişehir’deki atölye katılımcısı kadınlar ulaşımın, iş yerlerinin, alışveriş yaptıkları mağazaların, gittikleri okulların, tuvaletlerin, yürüdükleri yolların, kentte dolanırken yorulup dinlenmek istediklerinde oturacakları yerlerin kendi ihtiyaçlarına uygun hale getirilmesini düşlüyorlar. Buraya kadar olan her şey kamusal alanın dönüşümüyle ilgili. Bu çok güzel olmakla birlikte eksik, çünkü ev alanına hiç değmiyor. Kamusal ve özel alan ikiliğini ortadan kaldıran ise fiziksel engelli bir katılımcının evdeki yaşam alanının erişilebilir olmasına dair hayalleri oluyor. Örneğin yatağından yardım almadan kalkabilmek için lift sistemli aparatların olduğu, mutfağındaki eşyaların engelliler için uygun olduğu ve kendi kahvaltısını kendisinin hazırladığı, evinin kapısı otomatik açılabildiği için bir başkasının yardımına ihtiyacı olmadan sokağa çıkabildiği bir yaşam düşlüyor. Yani başkalarından bağımsız, kendi başına var olabildiği ve işlerini yoluna koyabildiği bir yaşam. Özel ve kamusal alandaki erişilebilirliğin sağlanması engelli kadınların özgür bir yaşam hayalinin ilk basamağı. Yani “özel olan politik”se ev alanının erişilebilirliği de politik bir mesele olarak karşımıza çıkıyor.

 

Toplumsal Normu Yeniden Üretmek: “Sağlıklı Beden” ve “Engelli” Beden İkiliği

 

Bu atölye çalışmalarında bazı kadınlar “engel” durumlarının ortadan kalktığı ve artık engelli olmadıkları bir yaşam tahayyül ediyorlardı. Özellikle tıbbi alanda birçok yenilik olduğunu hayal ediyorlar. Örneğin çocuğu engelli olan bir katılımcı “engeli olan, hasta olan bir hap alıyor ve iyileşiyor” derken, fiziksel engelli katılımcılardan bazıları tıp alanındaki teknolojik gelişmeler ile yürüyebildiklerini düşlediklerini söylediler. Engellilere yönelik toplumdaki önyargılar ve engelli kadınların ihtiyaçlarına yanıt vermeyen yapısal sorunlar nedeniyle böyle düşlemelerini anlayabilmek mümkün. Daha eşit şekilde toplumda var olabilmeyi ancak engel durumlarının ortadan kalkmasına bağlıyorlar. Yani düşleri engellilikle ilgili toplumsal normları yeniden üretiyor. Bu iki bakımdan sakıncalı ve tartışılması gerekiyor. Birincisi sorumluluğu kendilerinde görerek neoliberalizmin sorumluluğu bireye yükleyen anlayışını içselleştirmiş ve yeniden üretmiş oluyorlar. Bu aynı zamanda engelli kadınların sorunlarına hak temelli bir perspektifle çözüm üretmeyen ve “yardım” temelli anlayışı savunan devlet söyleminin de yeniden üretilmesi demek oluyor. İkincisi de “sağlıklı” beden ve engelli beden ikiliği vurgulanmış oluyor.

 

“Sağlıklı” ya da “sağlam” bedenin bir norm olarak inşası engelliliği sadece farklılık olarak anlamlandırmanın önüne geçiyor. Bir diğer deyişle, katılımcılardan bazılarının bu “sağlıklı” olabilme hayali toplumun “aynı” olmayı önceleyen yapısından kaynaklı. Yani engelli kadınlar normatif şiddete maruz kalmış oluyorlar. Sonuç olarak “sağlam” ya da “sağlıklı” olarak nitelenen bedenlerin toplumda “normal” olarak kabul edilmesi engelli bedenin dışlanmasına ve ötekileştirilmesine neden oluyor. Oysa engelli kadının bedeninin varlığını “sağlam” beden olgusunu sarsan ve buna meydan okuyan bir çeşitlilik olarak okumak gerekiyor. Yani eşitlik için düş kurarken “sağlıklı” ve “sağlam” bedenin inşasında rol oynayan güç ilişkilerini sorgulamak ve bu güç ilişkilerini dönüştürmeye yönelik mücadele edilmesi gerekliliği ortaya çıkıyor. Ancak böyle bir okumanın sonucunda ortaya çıkacak eylemliliğin engelli kadınların güçlenmesine ve özgürleşmesine katkıda bulunabileceğini düşünüyorum.

 

Ataerkillik, Aile ve Engelli Kadınlar

 

ENG-KAD’ın sürekli olarak mücadelesini verdiği şey engelli kadınların hem engelli hem de kadın olmaktan kaynaklı çoklu ayrımcılığa maruz kaldığını görünür kılmak. Düş kurma egzersizinde bazı katılımcılar erkek egemenliğinin olmadığı ve kadın-erkek eşitliğinin olduğu bir yerde yaşamayı istediklerini söylediler. Ataerkillik ya da ataerkilliliğin kadınları için çizdiği sınırları açıkça ifade etmeseler de kendilerini sınırlayan şeylerin farkındalar ve bunların dönüşmesini tahayyül ediyorlar. Bunlardan biri engelli örgütlenmesiyle ilgili. Örneğin, karma engelli örgütlerin erkek egemen yapısını eleştiren bir katılımcı, engelli kadınların erkeklerle eşit şekilde ve yönetici konumunda yer aldığı bir örgütlenme biçimini talep ediyor. Böylelikle engelli kadınların sorunları görünür kılınmış olacak.

 

Diğeri ise ataerkil normlar üzerine kurulan ailenin dönüşmesi isteği. Katılımcılardan biri “engelli kadınların aile içinde baskı altında olmadığı ve daha özgür hareket edebildiği bir ortamda yaşaması için engelli çocukları olan ailelerin gerekli eğitimi almış” olmasını düşlüyor. Bir diğeri ailesinin ona güvendiği ve destek olduğu, kendi kararlarını kendi verebildiği ve özgür olduğu bir gelecek hayal ediyor. Hem engelli hem de kadın olma hali bir araya gelince aileler baskıcı bir tutum sergileyerek kadınların eğitim almasını, çalışmasını ve bağımsız olarak kamusal alanda kendilerini var etmelerini istemeyebiliyor. Bu da engelli kadınların eve hapsedilmesine neden oluyor. Kadınlar düşlerinde aileyi kendilerini sınırlandıran, baskılayan değil de özgürleşmelerine ve güçlenmelerine destek olan bir yapı olarak yeniden kurguluyorlar.

 

Engelli kadınların hem gündelik yaşamda hem de sivil toplum örgütlenmesinde karşılaştıkları sorunlarla sorunlarla ilgili derinlemesine bilgi içeren çalışma sayısı çok çok az. Bu yazı okyanusta bir damla ama bu damlanın hem engelli kadınların örgütlenmesi hem de akademik çalışmalar anlamında büyümesi feminist mücadelemizin bir parçası. Hem de çok önemli bir parçası.

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

Bir de bunlar var

Bu Onur Ayında Sal Beni, Sal Beni…
Devrimci Ressam Sevim Onursal’ın Anlatılmamış Hikayesi 4. Bölüm: Oya Baydar’a Mektup
Sığınacak Bir Yer Bulmak Mümkün Mü?

Pin It on Pinterest