Gerçek kurtuluştan geçen yol, Azerbaycan ve Ermenistan halkı arasında feminist ilkelere dayanan ve kökten gelen bir örgütlenmeyle mümkün olacak. Bu süreçte birbirimizden uzaklaşmayacak, birbirimize daha çok kenetleneceğiz. Bu baskıcı koşullara ve güç dinamiklerine cevabımız feminist devrimle olacak.

MEYDAN

Ermeni ve Azerbaycanlı feministlerden ortak 8 Mart açıklaması: Ataerkil “barışınız” batsın!

Bu açıklama 8 Mart 2024’te Feminist Peace Collective websitesinde yayınlanmıştı. İngilizce metne buradan, Ermenice açıklamaya buradan, Azerice açıklamaya ise buradan ulaşabilirsiniz. 

 

 

Bir devrimin yaşandığı bu 8 Mart’ta, Ermenistan ve Azerbaycan’dan feministler olarak bir araya geliyor ve “Ataerkil barışınız batsın!” diyoruz.

 

Son üç yıldır hükümetler, barış yolunda adımlar atıldığını iddia ederken milliyetçiliğin ateşini körükleyerek düşmanlık yangınını büyüttüler. Sınırlar ve koridorlardan bahsediyorlar ama acilen gerçek bir uzlaşma sağlanması için hiçbir şey yapmıyorlar.

 

Maskelerinin ardında yatanları görüyoruz. İçi boş barış vaatleri karşı tarafı suçlamaktan, baskıcı yapıları pekiştirmekten ve muhalefeti içeriden susturmaktan ibaret. Korumayı vadettikleri insanların iyiliğini hiçe sayarken kendi güçlerini ve güvenliklerini önceliyorlar.

 

Onların bu oyununa ortak olmayı reddediyoruz. Manipülatif oyunlarının ve yalanlarının artık son bulmasını talep ediyoruz. Verdiğimiz mücadele karşı tarafa korku salmak ya da onlar kadar silahlanmak için değil; bizim derdimiz insanlar arasında gerçek anlamda barışı sağlamak.

 

Bizi kandırmaya çalışmanızdan bıktık! Hükümetin gözünde, onları güvende tutan şeyin bizi mütemadiyen tehlikeye atmak olduğunu biliyoruz. Ama aslında kimi koruyorlar? Halkı değil tabii ki. Halkı yönetenler tek bir şeyin peşinde: milliyetçiliği kullanarak ortak çıkar sağlamak ve savaşlarla karlarını güvence altına alıp iktidarı ellerinde tutmak. Acı gerçek şu ki çektiğimiz eziyetlerin sebebi onlar. Bizim görevimiz, bir araya gelerek bu eziyetlerin kökünü kurutmak.

 

Aliyev hükümetine neden güvenelim ki? Söyüdlü köyünde olduğu gibi toprak kirliliğine yol açan ve maden sularıyla insanları zehirleyen bir yönetime, 2023 protestolarında olduğu gibi Söyüdlü’nün yaşlı kadınları dahil muhaliflere şiddet püsküren, “sadece intikam” kisvesi altında Dağlık Karabağ’daki 100.000’den fazla Ermeni’yi soykırıma uğratan, 2023’te Dağlık Karabağ’daki Ermeni nüfusunu ablukaya alarak 10 ay boyunca aç bırakan, “Azerbaycan’ın tarihi toprakları” diyerek Ermenistan’ın bazı bölgelerini istila eden ve medyada propaganda yoluyla tarihsel revizyonizm olarak adlandırılan komplolar düzenleyen ve düzmece “seçimlerle” elindeki iktidarı koruyan bir yönetime neden güvenelim?

 

Aliyev’in cinsiyetçi ve korku salan hükümetine neden inanalım ki? Bakü’deki feminist dayanışmayı engellemek için zorba geleneklerine sadık kalarak 8 Mart’tan sadece iki gün önce 20’den fazla gazeteciyi kaçıran ve kodese atan bir yönetime niye inanalım? Hükümetin bağımsız haberciliğe karşı açtığı bu utanmaz savaşın amacı esasında gerçeklerin ve muhalefetin sesini bastırarak bu sömürgeci sistemi devam ettirmek. Aliyev hükümeti bilgi akışını tekelinde tutarak, bağımsız haberciliğin kırıntısını bile bırakmayarak hâlihazırda kitleler üzerinde kurmuş olduğu egemenliği ve gücü daha da arttırmayı amaçlıyor.

 

Erdoğan ve Putin gibi otoriterlerin oyunlarından ilham alan Aliyev, kontrolü elinde tutmak için korku taktiklerini kullanıyor. Erdoğan’ın medyayı acımasızca eline almasını ve Putin’in aşırı muhafazakâr tutumunu kendine örnek alan Aliyev, bu ilhamı sarsılmaz bir otorite kurma planları için kullanıyor. Yasaların değiştirilmesi ve sistematik olarak aktivistlerin ve gazetecilerin hedef alınması totaliter rejime giden yolu açarken bu ince düşünülmüş strateji, hızlı bir dönüşümden çok zaman içinde ilerleyen bir erozyona yol açıyor.

 

Yanlış anlaşılmasın, Aliyev hükümeti egemenlik sahibi değil. Bağımsızlık gösterisi ve bölgede merkez güç olduğu imajını yaratma çabalarına rağmen Aliyev yönetiminin aşırı muhafazakâr, aşırı milliyetçi ve Türkçü ideolojileri, bu kukla gösterisinde iplerin kimin elinde olduğunu belli ederken savaşın son bulmayacağını ve barışın bizim için uzak bir hayal olmaktan çıkamayacağını gösteriyor. Sözde çatışmaları sona erdirmeye çalışan batılı demokrasiler bu tehlikeli politikalara suç ortağı oluyor, sessiz kalarak hükümetin çıkarlarını koruyorlar.

 

Peki ya liberal demokrasiye neden inanalım? Azerbaycan’da olduğu gibi sözde barışı sağlamak için faşist hükümetleri normalleştiren bir sisteme neden inanalım? Hükümetin işkence, insan kaçırma ve muhalifleri hapse atmak gibi zulümlerini görmezden gelirken, diplomatik girişimlerde bulunan Charles Michel gibileri bu ikiyüzlülüğe örnek teşkil ediyor. Ekonomik çıkarları en önem verdikleri şey. 2024 İklim Değişikliği Konferansı gibi etkinlikleri Azerbaycan’da düzenleyerek sözde “serbest piyasayı” genişletiyor ve böylece faşist hükümetin elinde tuttuğu gücü korumasını sağlıyorlar. Bölgede süregelen ve adına “demokrasi” denen bu babadan oğula liberal otoriter rejimi ve Aliyev’in devletçi otoriter hükümetini reddediyoruz.

 

Paşinyan hükümetine neden güvenelim? 2018 yılında Ermenistan’daki işçi ayaklanmasını kendi çıkarları için kullanıp iktidara geldikten kısa bir süre sonra düz oranlı vergi sistemi gibi neoliberal politikalar dayatan ve Amulsar’daki altın madenine karşı başlatılan hareketi bastıran bir rejime niye güvenelim? Halihazırda var olan sorunlara çözüm getirmek yerine Paşinyan, kendinden önceki liderlerin milliyetçi ve militarist tutumunu sürdürdü. 30 yıldır devam eden savaşın 2020 yılında şiddetlenmesi hükümetlerin Ermeni halkını Karabağ’da yaşanan, 7 bölgenin işgal edilmesi, bir çözüme ulaşabilmek için fedakarlıkta bulunulmaması ve Ermenilerin yaptığı zalimlikler gibi gerçeklerden ne kadar soyutladığını ve halkı ne kadar yanlış bilgilendirdiğini gözler önüne serdi.

 

Paşinyan hükümeti çatışmalarla ilgili çelişkili açıklamalarda bulundu. Daha önce Ermenistan, Dağlık Karabağ ve Azerbaycan halklarının kabul edebileceği çözüm yollarından bahseden Paşinyan daha sonra eski milliyetçilik söylemlerine geri döndü. 4 yıl önce Paşinyan, meşhur “Artsah Ermenistan’dır, nokta!” sözüyle yaşanacak bu değişimin sinyallerini vermişti. O 4 yılda binlerce insan yaşamını yitirdi ama çelişkili ifadelerin ardı arkası kesilmedi.

 

Paşinyan hükümeti Ermeni nüfusunu belirsizlik içinde bırakmaktan çekinmiyor. “Barış görüşmelerinden”, “ilişkiler kurulacağından” ve “barış kavşağından” bahsediyorlar. Ama “barış görüşmeleri” sonuçsuz kalıyor, insanlar sınırlarda ölmeye devam ediyor. Sürekli çatışmaların artacağından korkan ve çözüme dair bir şey göremeyen halk belirsizlik içinde yaşamaya devam ediyor. Çünkü bu görüşmelerin amacı bölgede barışı sağlamak değil, oradaki siyasi iktidarı ele geçirmek veya sürdürmek ve birçok jeopolitik aktörün çıkarına hizmet etmektir.

 

Bu hükümetlerin nezdinde barış, halkla ilgili değil. Ticaret yolları, mal akışı, emperyal çıkarlar, malların serbest dolaşımı ile ilgili, ama halkın kendisiyle ilgili değil. Bu iki hükümet kendi arasında kumar oynarken çatışmaların artma tehlikesi devam ediyor. Barışı kendi emellerine alet ediyorlar.

 

Onların bu baskıcı tahakkümüne boyun eğmeyi reddediyoruz. Bedenlerimiz, topraklarımız, halklarımız, hükümetlerin politik oyunlarında pazarlık yapmak için kullanacağı birer koz değil. Süregelen bu çatışmaların sadece ülkeler arasında olmadığını biliyoruz, bunlar varoluşumuza birer saldırı aslında. Ermenistan ve Azerbaycan’ın kadınları ve kuirleri olarak bizler, son yıllarda yaşanan askerileşmenin sonucu olarak kendimizi yoksulluk, şiddet ve belirsizlikle örülü bir ağın içinde bulduk. Bedenlerimiz, hayatlarımız, bugünümüz ve yarınlarımız erkeklik gururu ve militarist ajandalar uğruna kurban edildi.

 

Onlar için savaşa gidecek askerler doğurmak için kandırıldık, vahşi hırslarına alet edemeyecekleri için kız bebekleri kürtaja zorladılar. Özel sektörde ya da kamuda ücretsiz ya da düşük ücretli bakım işleriyle didinen bizler susturuluyor, toplumun sınırlarına itiliyoruz. Bizler sürekli tehditlere ve şiddete maruz kalan trans kadınlarız, bizler toplumdan dışlanmanın ağırlığıyla ve acısıyla mücadele eden kuir gençliğiz.

 

Direndiğimiz ataerkil tahakküm ve kemik gibi önümüze attıkları içi boş barış vaatleri, üzerimizde kurdukları baskıyı arttırmak için sadece. Sözde “kadınlar, barış ve güvenlik” ile ilgili 1325 sayılı kararın da kapitalist barışın vahşi bir illüzyonuna hizmet ettiğini biliyoruz. Özcü iddialarla cinsiyetin militarist emellere alet edilmesine, baskıların, sömürgeci savaşların şiddet dolu bir bölgede sözde düzeni sağlamak için kullanılmasına da aşinayız. Susturulmayı ve boyun eğmeyi reddediyoruz. Birlik içinde baskılara karşı geliyor, bağımsızlığımızı geri alıyor, onurumuzu koruyor ve istediğimiz gibi yaşama hakkımıza sahip çıkıyoruz.

 

Biz sonu bir yere varmayan hegemonik milliyetçilikten kurtulmaya çalışan ve bunu yaparken örgütlü bir şekilde hareket eden halkımıza güveniyoruz. Bedenimiz onların amaçlarına giden yolda kullanabilecekleri birer araç değil, yaşamımız onların güç savaşında gözden çıkarılabilecek bir şey değil. Bu şiddete, tahakküme ve ataerkil “barışa” bir son vermelerini talep ediyoruz. Bedenlerimiz, yaşamlarımız, bugünümüz ve yarınlarımız onların savaş alanında zayiat olmaktan çıkana kadar rahat bir nefes almayacağız.

 

Barışı sağlamak devletler arasında anlaşmalar yapmaktan daha fazlasıdır, bunun altını çizmek istiyoruz. Yukarıdan dayatılan barış, açgözlü silah tüccarlarının çıkarlarını güçlendirmeye yarıyor sadece. Kimlik politikalarını halkı bölmek ve kontrol etmek için kullanarak neoliberal üstünlüğü pekiştirmeye yarıyor. Aliyev hükümetinin yaptıklarından da gördüğümüz üzere, sermaye üst sınıfın elinde oldukça milliyetçilik ve düşmanlığı, baskıcı politikalar ve savaşları meşrulaştırmak için kullanacaklar.

 

Burada hiyerarşik değerlerin, otoriter yapıların ve ataerkil-kapitalist düzene göre inşa edilen toplumların adaletsizliğine karşı verilen sınıf mücadelesine odaklanmak çok önemli. Gerçek kurtuluştan geçen yol, Azerbaycan ve Ermenistan halkı arasında feminist ilkelere dayanan ve kökten gelen bir örgütlenmeyle mümkün olacak. Bu süreçte birbirimizden uzaklaşmayacak, birbirimize daha çok kenetleneceğiz. Bu baskıcı koşullara ve güç dinamiklerine cevabımız feminist devrimle olacak.

 

Erkekleri ve kadınları bölmeyi, kontrol etmeyi ve dize getirmeyi amaçlayan ataerkil sistemleri hep birlikte reddediyoruz. Kendimize tahakküm ve sömürüden uzak yeni bir yol çizmeye kararlıyız, dayanışmayı sürdürüyoruz.

 

Ataerkil “barışınız” batsın! Feminist barışımıza el koyamayacaksınız!*

 

 

 

 

Ana görsel: Judy Goldstein. Kaynak.https://jwa.org/media/collage-landscapes-and-doves

 

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

MEYDAN

YKrize Işık Tutuyoruz: Koronavirüs Zamanında Bakım Emeği 4
Krize Işık Tutuyoruz: Koronavirüs Zamanında Bakım Emeği 4

Bir tarafta bakım emeğinin artması ve bunların kadın işi olarak görülmesi, diğer tarafta kolektif bilinç sayesinde koşullara ve vaziyetlere yeni bir anlam kazandıran günlük direnişler.

MEYDAN

YKrize Işık Tutuyoruz: Koronavirüs Zamanında Bakım Emeği 3
Krize Işık Tutuyoruz: Koronavirüs Zamanında Bakım Emeği 3

Kadın işçiler bakım emeğinin ön saflarında yer alıyorlar ve bu savunmasızlık, şiddet ve sömürü zincirinin “en zayıf halkası” onlar.

MEYDAN

YKrize Işık Tutuyoruz: Koronavirüs Zamanında Bakım Emeği 2
Krize Işık Tutuyoruz: Koronavirüs Zamanında Bakım Emeği 2

Hayatın devamlılığını sağlayan sosyal ve duygusal ilişkileri, iş gücü piyasasının  ya da belli bir zümrenin kar ihtiyaçlarından bağımsız şekilde kurabilmek...

MEYDAN

YKrize Işık Tutuyoruz: Koronavirüs Zamanında Bakım Emeği
Krize Işık Tutuyoruz: Koronavirüs Zamanında Bakım Emeği

Salgının bakım emeğini ve yeniden üretim faaliyetlerini nasıl dönüştürdüğünü inceleyen Tricontinental araştırmasının ilk bölümü.

Bir de bunlar var

Kayyımdan Sonra Kadınlar
Haklıyız, susmayacağız: #İstanbulSözleşmesiYaşatır
Pardon Abla!

Pin It on Pinterest