Trans kadınları ve trans feminenleri (bireysel ya da toplu olarak) gayri meşru hale getirmek isteyen kişilerin sözde “erkek sosyalleşmesi” argümanına başvurması alışılmadık bir durum değil. Bu tür iddiaların doğasında var olan pek çok problemi Whipping Girl[ii] (2007) isimli kitabımda ve “AMAB[iii] trans people denied the closet?”[iv](2022) başlıklı makalemde uzun uzadıya tartışıyorum.
Bu yazılarda tartıştığım her şeyi tekrarlamayacağım ancak bir noktaya odaklanmak istiyorum: Aslında hiç kimse “erkek sosyalleşmesi”ne inanmıyor. Ya da en azından, trans kadınlara/ feminenlere karşı bu ifadeyi kullanırken ima ettikleri anlama inanmıyor.
Kabul etmek gerekir ki, B.F. Skinner gibi davranış bilimcilerin psikoloji bilimine hükmettiği ve beyinlerimizin temelde boş bir levha olduğunu, tamamen büyürken aldığımız olumlu ve olumsuz teşviklerle şekillendiğini savunduğu bir zaman vardı (1900’lerin ortalarını okuyun). Ama artık kimse buna inanmıyor! İnsanlar, doğuştan gelen -iyice belgelenmiş- bilişsel süreçler ve içsel arzular ortaya koyar. Ve bireylerin kişilikleri, yetenekleri, ilgileri ve eğilimleri doğal olarak (ve açıklanamaz şekilde) büyük farklılıklar gösterir.
Eğer sosyalleşme gerçekten kim olduğumuzu onarılamaz bir şekilde şekillendiren çok güçlü bir kuvvet olsaydı, o zaman trans ya da queer insanlar olmazdı, çünkü çocukken maruz kaldığımız tüm cis-hetero normatif koşullandırmaları içselleştirmiş olurduk. Eger sosyalleşme bu şekillde işleseydi, butch lezbiyenler ya da trans erkekler/ maskülenler olmazdı, çünkü hepsi patriyarkayla uyumlu biçimde cis-het kocalarına düşkün mükemmel feminen kadınlar olurlardı.
Eğer toplumsallaşma, bazı insanların trans kadınlara/ feminenlere karşı “erkek sosyalleşmesi” argümanını kullandıklarında ima ettikleri şekilde gerçekten işe yarasaydı, o zaman cinsiyet dönüşüm terapisi her seferinde işe yarardı. Ama öyle olmuyor. Gerçekte, tıp uzmanları bu terapilerin etkisiz ve etik dışı[v] olduğu konusunda büyük ölçüde hemfikir. Çünkü sosyalleşme bu şekilde işlemiyor!
Trans kadın/ feminen insanlar için, “erkek sosyalleşmesi” bizim dönüşüm terapimizdi. İstediğimiz bu değildi, ancak yine de bize bu dayatıldı. Bazılarımız için, bu hiç tutmadı. Bazılarımız korkudan buna uyuyormuş gibi davrandı, ta ki ondan güvenli bir şekilde kaçıp kurtulacağımız bir yere gelene kadar (we were in the closet[vi]’u okuyun).
O halde erkek (veya kadın, veya cisgender, veya heteroseksüel) olarak sosyalleşmek ne demektir? Aslında, ben bunu okyanusta yüzmeye benzetiyorum, dalgalar sizi sürekli bir yöne doğru itiyor. Ancak bazen sizi farklı bir yöne iten başka akıntılar (örneğin dip akıntısı) da olabilir. Daha önce sahile gittiyseniz ve okyanustaki insanları seyrettiyseniz, hepsinin otomatik olarak aynı yere varmadığını bilirsiniz. Çünkü her bireyin bir dereceye kadar failliği vardır. Akıntıyla birlikte yüzmeyi seçebilir ve bizi nereye götüreceğini görebiliriz. Ya da akıntıya karşı yürüyebilir veya yüzebiliriz – ki bu kuşkusuz daha zordur ama tamamen yapılabilir – ve başka bir yere varabiliriz.
Tüm trans ve queer insanlar, cis-hetero normatif sosyalleşmelerin dalgalarını itmiş ve kendilerini başka bir yerde bulmuşlardır. Bu yüzden hepimiz bununla ilişki kurabilmeliyiz. Ayrıca, yetişkinliğe ulaştığınızda sosyalleşme dalgalarının durmadığını biliyoruz. Geçiş yaptığınızda da kesinlikle durmaz. İşte Sexed Up[vii] isimli kitabımdan kısa bir pasaj. Burada, insanların beni hangi cinsiyette okuduklarından asla tam olarak emin olamadığım uyum sürecimin “iki arada bir derede” dönemini anlatıyorum:
Bu bölüm üzerinde çalışmaya başladığımda, geçiş dönemimde tuttuğum günlüğü tekrar okudum ve hayatımın bu dönemine atıfta bulunmak için sık sık şu benzetmeleri kullandığımı fark ettim: Azgın bir nehrin akıntılarına kapılmıştım ya da başkalarının beklentilerinden oluşan bir dalgada sörf yapıyordum ya da bir çapa olmadan denizde sürükleniyordum- temelde, bu tür durumlarda kendimi zincirinden kurtulmuş ve kontrolsüz hissediyordum. [s.29]
Böyle hissediyordum çünkü sosyalleşme dalgaları kelimenin tam anlamıyla etrafımı sarıyordu. Sonunda, dünyanın geri kalanı beni hata yapmadan kadın olarak algılamaya başladığında, maruz kaldığım sosyalleşme dalgaları erkek olarak algılandığım zamanlarda yaşadıklarımdan çok farklı (ve genellikle daha sert) akımlardı. Ama onlar hala akıntılardı ve beni gitmek istemediğim yönlere doğru itmeye devam ettiler. Daha önce olduğu gibi, kendimi çoğu zaman akıntıya karşı yüzerken buldum. Hayatımdaki trans erkek/ maskülen kişiler de benzer hikâyeler anlatıyor: erkek olarak algılanmak her derde deva bir ilaç değil, çünkü hala size yabancı, rahatsız edici veya lanetleme gibi gelecek beklenti, varsayım ve anlam dalgaları arasında gezinmek zorundasınız.
Bana öyle geliyor ki, şu ana kadar söylediğim her şey, özellikle diğer transların kendilerinden bir şeyler bulabilecekleri şeyler olmalı.
Tüm bunlar göz önünde alındığında, diğer trans ve queer kişilerin trans kadın/feminen kişilere güvenmemek, onları dinlememek veya kabul etmemek için “erkek sosyalleşmesi” argümanını bir neden olarak öne sürmeleri son derece moral bozucu. Bu argümanın tamamen saçmalık olduğu gerçeği, Camp Trans[viii]’a sosyal yardım yaptığım dönemde ilk kez dikkatimi çekmişti. Camp Trans, Michigan Womyn’s Müzik Festivali’nin uzun süredir devam eden “kadın doğumlu kadınlara özel” politikasını iptal etmeye çalışıyordu. Whipping Girl[ix]’de, bu politikayı destekleyen bir cis lezbiyenle yaptığım konuşmayı aktarıyorum.
Sosyalleşmenin yanıltıcı bir argüman olduğu gerçeği, sadece kadınlara özel alanlara girmekten men edilmemin tek nedeninin erkek olarak yetiştirilmem olduğu konusunda ısrar eden bir trans kadın dışlayıcıyla yaptığım görüşme sırasında açıkça ortaya çıktı. Bu yüzden ona, anatomik olarak erkek olan ancak kadın olarak sosyalleşmiş trans kadınlara izin vermeye açık olup olmadığını sordum; bu, bugünlerde [trans kadın/ feminen] çocuklar için pek de alışılmadık bir şey değil. Onların katılımları konusunda endişeleri olduğunu itiraf etti. Daha sonra, kadın olarak doğmuş ancak isteği dışında erkek olarak yetiştirilmiş ve hayatta kalmak için bir ömür boyu erkek gibi davrandıktan sonra nihayet yetişkinliğe ulaştığında kadın kimliğini geri kazanmış bir kişi hakkında ne hissedeceğini sordum. Bu senaryoyla yüzleştirildikten sonra bu kadın, bu kişinin kadınlara özel alana girmesine izin verme eğiliminde olacağını kabul etti. Ve böylece erkek olarak sosyalleşmeye dair argümanının aslında biyolojiyle ilgili bir argüman olduğunu gösterdi. Gerçekte, biraz daha sıkıştırılınca, kendi iradesi dışında erkekliğe zorlanan bir genç kız senaryosunun, erkek sosyalleşmesinin kadın kimliğine sahip biri için ne kadar travmatik ve insanlıktan çıkarıcı olabileceğini fark etmesini sağladığını itiraf etti. Elbette bu, pek çok trans kadının kendi çocukluklarını deneyimleme biçimidir. [s.241]
Kuşkusuz, bu lezbiyenin karşı karşıya kaldığı cis-hetero patriyarkal sosyalleşmeyi aşabileceğine inanması, ancak trans kadınların aynı şeyi yapamayacağını düşünmesi ikiyüzlülüktü. Ama dediğim gibi, aslında “erkek sosyalleşmesi”nden bahsetmiyordu. Doğrusu, birçok trans kadın dışlayıcı gibi, argümanını “erkek sosyalleşmesi” yerine “erkek ayrıcalığı” veya “erkek enerjisi”ne kaydırması beni şaşırtmazdı (Bunlara basvurmak da benzer şekilde kusurludur. Whipping Girl ve “Why are AMAB trans people denied the closet?” metinlerinde ayrıntılı olarak ele alıyorum).
Erkek sosyalleşmesi, ayrıcalığı ve enerjisi tamamen farklı şeyler olsa da – birincisi tipik olarak kişinin yetiştirilme tarzına, ikincisi erkek olarak algılananların deneyimlediği sosyal avantajlara ve üçüncüsü eril cinsiyet ifadesine atıfta bulunuyor gibi görünse de – retorik olarak trans kadın/feminen kişilere karşı aynı şekilde kullanılmaktadır: erkeklik tarafından kalıcı olarak zehirlendiğimizi ve dolayısıyla doğal olarak baskıcı ve tehlikeli olduğumuzu ısrarla vurgulamak için.
Yıllar önce karşılaştığım cis lezbiyenin neden bu çerçeveyi benimsemiş olabileceğini anlıyorum. Sonuçta, eğer erkeklik ve maskülenite doğası gereği zehirli, baskıcı ve tehlikeliyse, o zaman o da (“gerçek bir kadın” olarak) karşılaştırıldığında doğası gereği “saf” ve “güvenilir” olmalıdır. Fakat trans erkek/ maskülen insanlardan oluşan küçük ama sesini duyuran bir grubun da bu düşünce tarzını benimsemesi kafamı karıştırıyor.
Evet, şu an The Discourse™’dan bahsediyorum. Eğer bu konuya aşina değilseniz, Jude Doyle’un “Trans Masc Misogyny and the Red Six of Spades[x]” adlı son makalesine bakabilirsiniz. Doyle, makalede ilgili dinamiklerden bazılarını dikkatli bir şekilde tartışıyor. Bu konuda daha az deneyimim var: Hayatımdaki trans erkekler/maskülenler, trans kadınlarla/feminenlerle iyi geçiniyor ve bunun tersi de geçerli. The Discourse™’u yalnızca sosyal medya akışlarımda retweet edildiğinde/paylaşıldığında ya da hiç tanımadığım trans erkek/maskülen kişiler transmizojini hakkında paylaşım yaptığım için bana “TERF” dediklerinde veya Whipping Girl’den “landlord positivity self-help book” (mülk sahibi pozitif kişisel gelişim kitabı) olarak bahsettiklerinde (evet, bunlar gerçekten oldu) görüyorum.
Bu iddiaların hiçbir mantıklı yanı yok, ancak gerçek anlamda bir anlam ifade etmeleri de gerekmiyor. “Erkek sosyalleşmesi/ayrıcalığı/enerjisi” gibi, bunlar da tek bir amaca hizmet ediyor: beni (ve potansiyel olarak diğer trans kadın/feminen insanları) doğası gereği zehirli, tehlikeli ve baskıcı olarak tasvir etmek.
İnternette insanların söylediği saçma sapan şeyleri tartışmak yerine, bu Discourse™’un arkasındaki dinamiklerden bahsetmek istiyorum çünkü bunlar tüm transları farklı derecelerde etkiliyor. Ben buna “kültürel feminizmin kıyamet döngüsü” adını verdim- bunu “Penises, Privilege, and Feminist & LGBTQ+ Purity Politics[xi]” adlı makalemde, özellikle de sondan bir önceki bölüm olan “Cultural Feminism and Transgender Purity Politics”de çok daha ayrıntılı biçimde irdeliyorum. İşte kısa bir özet:
Kültürel feminizm, muhtemelen feminizmin en kötü koludur, ancak ne yazık ki her yerdedir. Whipping Girl kitabında bunu geleneksel cinsiyetçiliği tersine çevirirken, karşıt cinsiyetçiliğe bağlanmakla tarif ediyorum: Öyle ki kadınlar artık doğası gereği “iyi” ve “saf”, erkekler ise doğası gereği “baskıcı” ve “tehlikeli” kabul ediliyor. Kültürel feminizm “toplumsal cinsiyet eleştirisi”/TERF ideolojisinin bel kemiğini oluşturur, ancak aynı zamanda -örneğin, kadın politikacılar hükümeti yönetseydi ya da her şirketin kadın bir CEO’su olsaydı şiddet ya da diğer toplumsal sorunların olmayacağı gibi düşüncelerle- ana akım feminizme de yön vermektedir. Bu son derece anti-kesişimseldir. Ayrıca birçok kadın şiddet eylemlerinde bulunduğu ve diğer ötekileştirilen gruplara karşı baskıcı davrandığı için bu açıkça saçmalıktır. Ancak popülerdir çünkü basit ve cis kadınları herhangi bir kusuru olmayan kurbanlar olarak resmeder.
Kültürel feminizm her yerde olduğundan trans politikalarına da sızmış durumda. Ve eğer erkekler “baskıcı”, “yozlaştırıcı” bir güç ve kadınlar da erkek baskısının “saf” ancak “savunmasız” kurbanları olarak görülüyorsa, o zaman translar şu üç şeyden biri olmalıdır:
1-Trans erkekler/ maskülenler, AFAB[xii] oldukları ve “kadın sosyalleşmesi” yaşadıkları için erkek baskısının kurbanlarıdır. Bu da, eğer doğruysa, trans kadınların/feminenlerin “zalim erkekler” olduğu anlamına gelir.
2-Trans kadınlar/ feminenler erkek baskısının kurbanlarıdır çünkü biz burada ve şu anda dünyada kadınlar ve feminenler olarak hareket ediyoruz. Bu da, eğer doğruysa, trans erkeklerin/maskülenlerin “zalim erkekler” olduğu anlamına gelir.
3-Tüm translar şu ya da bu şekilde erkeklik/maskülenite tarafından bozulmuş/zehirlenmiştir; bu da eğer doğruysa, hepimizin “ezen erkek” kategorisinde toplanması gerektiği anlamına gelmektedir.
Otuz yıldır trans toplulukların içinde yer alan biri olarak size şunu söyleyebilirim ki, bu sürenin büyük bir kısmında baskın feminist tutum, üçüncü durumda bahsedilen tutumdu. Ancak transların kapsanmasi arttıkça, bazı cis feministler (özellikle kültürel feminizme bağlı olanlar), yalnızca trans kadın/feminen insanları “zalim” olarak karalamakla kalmayıp aynı zamanda hepimizi yanlış cinsiyetlendiren bir numaralı argümanı benimsemeye daha yatkın görünmeye başladı (Bu konuda daha fazla bilgi için Jude Doyle’un makalesi[xiii]ne bakınız).
2007 yılında yayınladığım “Whipping girl” adlı “landlord positivity self-help book”ta, trans kadın/ feminen kişilerin toplumsal mizojiniden olumsuz etkilendiği sayısız yolu göstermeye çalıştım. Bu kitapta, hayatlarımızdaki karşıt ve geleneksel cinsiyetçiliğin kesişimine atıfta bulunmak için transmizoji[xiv]ni terimini ortaya atıyorum. Hem kitapta hem de sonraki yazılarımda, trans erkeklerin/maskülenlerin de aynı şekilde olmasa da karşıt cinsiyetçilik (örn. transfobi) ve geleneksel cinsiyetçilik (kadın düşmanlığı) ile karşı karşıya olduklarını açıkça belirttim (bu konuda daha fazla bilgi için bu makale[xv]ye ve yayınlandığında linkini vereceğim yapım aşamasındaki bir videoya bakabilirsiniz).
Ne yazık ki, kültürel feminizmin her zaman var olan hayaleti nedeniyle, bazı insanlar “transmizojini”yi, yukarıdaki ikinci argüman olarak yanlış yorumladılar [niyetim hiç de bu olmamasına rağmen, üstelik kitabımda kültürel feminizmi açıkça eleştirmiştim]. Ve bu durum, bazı trans erkeklerin/maskülenlerin transmizojini terimini ya kendi deneyimlerini tanımlamak için kullanmalarına ya da bu kavramı tamamen reddetmelerine yol açmış gibi görünüyor. Ayrıca bu tepkiler, bazı trans erkeklerin/ maskülenlerin AFAB/“kadın sosyalleşmesi” statüsünü merkeze almasıyla birlikte sıklıkla bir numaralı argüman olarak okunuyor (ya da yanlış okunuyor).
“Transmizojiniden etkilenen” ve “transmizojiniden muaf” terimlerini ilk gördüğümde, bu terimleri fenomeni tartışmak için potansiyel olarak yararlı, na-ikili ve kimlik temelli olmayan yollar olarak düşündüm. Ancak bazen bir önceki paragrafta tarif ettiğim transmizonijiye yönelik trans erkek/maskülen tepkilere yanıt olarak kullanılıyor gibi görünüyorlar. Ve eğer yanlışlıkla “transmizojini” = “sadece trans kadınlar/ feminenler kadın düşmanlığı yaşar” şeklinde bir varsayımda bulunursanız, o zaman “transmizojini muafiyeti” size muhtemelen ikinci argümanı ikiye katlamak gibi gelecektir.
İşte bu yüzden ben buna “kültürel feminizmin kıyamet döngüsü” diyorum. Bu, ciddiye alınmak istiyorsak hepimizin kadın/feminen kimliklerimizi ortaya koymamız gereken sıfır toplamlı bir oyun. Ve farklı nedenlerle bu Discourse™’in içine sürüklenmiş olabiliriz. Eminim ki kültürel feminizme tamamen yatırım yapan ve birinci veya ikinci argümanları içtenlikle savunan bazı translar vardır. Ancak bircoğumuz, mizojini ve/ veya transmizojini ile ilgili kendi kişisel deneyimlerimizden sade bir şekilde bahsettiğimizde, birinci veya ikinci argümanları öne sürüyormuşuz gibi yanlış yorumlanıyoruz.
Görebildiğim kadarıyla bundan kurtulmanın tek yolu, trans topluluğu olarak kültürel feminizmi – hem özcülüğünü hem de cinsiyete dayalı baskıyı sıfır toplamlı kavramsallaştırmasını – açıkça (ve yüksek sesle) reddetmemizdir. Bunu yaparsak, diğer translar bizim bu baskılardan etkilenmediklerini ima ettiğimizi veya daha da kötüsü, bizim “zalimlerimizden” biri olmaları gerektiğini düşünmez. Böylece hepimiz karşıt ve geleneksel cinsiyetçilikle (ve bunların kesişimiyle) ilgili deneyimlerimizi açıkça tartışabiliriz.
Son olarak, bu “kültürel feminizmin kıyamet döngüsünden” kaynaklanan bir argümana özellikle değinmek istiyorum. Şöyle bir şey var: Trans kadınlar/ feminenler, trans erkekler/maskülenler üzerinde güç sahibidir ya da güç uygularlar çünkü bizim görünürlüğümüz vardır, onların ise yoktur. Bu durum 2010’ların ortalarında (trans görünürlüğünün çoğunun olumlu olduğu zamanlarda) bir anlam ifade etse de, trans kadınların/ feminenlerin trans karşıtı siyasi kampanyalarda düzenli olarak “cinsel avcı[xvi]“, “fetişist[xvii]” ve “pedofil[xviii]” olarak karalandığı günümüzde pek bir anlam ifade etmemektedir.
Küçük ve ötekileştirilmiş bir nüfusun parçasıysanız görünmezlik berbat olabilir. Ancak görünürlük de berbat olabilir[xix], özellikle de kamuoyu önünde şeytanlaştırılmanızı içeriyorsa.
Transmizojinin bir tezahürü, trans kadınların/feminenlerin aşırı dikkat ve incelemeyle karşı karşıya kalmasıdır: Her hareketimiz, yanlış adımımız ve hayali güdülerimiz incelenir, aşırı analiz edilir ve çoğu zaman korkunç sonuçlara yol açacak şekilde büyütülür. Trans erkek/maskülen görünmezliğinin de aynı madalyonun diğer yüzü olduğunu iddia ediyorum (Jude Doyle’un Red Six of Spades[xx] analojisini düşünün). Başka bir şekilde ifade etmek gerekirse, transmizojiniye yol açan zihniyet ve yapıların ortadan kaldırılması, muhtemelen trans erkek/maskülen görünmezliğini de ortadan kaldıracaktır.
Bu son noktanın sizde yankı bulup bulmadığından bağımsız olarak, özellikle de devam eden ana akım trans karşıtı ahlaki panik göz önüne alındığında, kaderlerimizin – yani tüm trans ve cinsiyet çeşitliliği olan insanların kaderlerinin – şu anda birbirine bağlı olduğunu biliyorum. Dünyayı biraz daha katlanılabilir kılmak için hepimizin yapabileceği bir şey (pek çok şey arasında) kültürel feminizmi ve onun trans karşıtı “kıyamet döngüsünü” reddetmektir.
Ana görsel: Radical Graffiti, 2024.
[i] https://juliaserano.medium.com/on-male-socialization-and-the-trans-masc-versus-trans-fem-discourse-14bccb196a63
[ii] https://juliaserano.com/whippinggirl.html
[iii]AMAB: Doğumda erkek atanmayı tariflemek için kullanılan kısaltma. [Assigned male at birth. https://dictionary.cambridge.org/fr/dictionnaire/anglais/amab ] ç.n.
[iv] https://juliaserano.medium.com/why-are-amab-trans-people-denied-the-closet-7fd5c740ce30
[v]https://medium.com/@florence.ashley/list-of-professional-organisations-opposing-conversion-or-reparative-therapy-targeting-transgender-f700b4e02c4e
[vi] https://juliaserano.medium.com/why-are-amab-trans-people-denied-the-closet-7fd5c740ce30
[vii] https://juliaserano.com/sexedup.html
[viii] https://en.wikipedia.org/wiki/Camp_Trans
[ix] https://juliaserano.com/whippinggirl.html
[x]https://judedoyle.medium.com/trans-masc-misogyny-and-the-red-six-of-spades-f8c167387dc3?sk=c9cb42954c0e36c596e5dc116f344a3e
[xi] https://juliaserano.medium.com/penises-privilege-and-feminist-lgbtq-purity-politics-bafd1f25fe3e
[xii]AFAB: Doğumda kadın atanmayı tariflemek için kullanılan kısaltma. [ Assigned female at birth. https://dictionary.cambridge.org/fr/dictionnaire/anglais/afab?q=AFAB ] ç.n.
[xiii] https://judedoyle.medium.com/trans-masc-misogyny-and-the-red-six-of-spades-f8c167387dc3
[xiv] Serano, « What Is Transmisogyny? » isimli yazısında kavramı şu cümlelerle tanımlıyor: “Tüm translar transfobi biçiminde karşıt cinsiyetçiliğe maruz kalırken, trans kadın ya da trans feminen spektrumu içinde yer alan bizler buna ilaveten bir de, toplumsal cinsiyet ihlallerimizin spesifik bir yönü üzerinden, yani geleneksel cinsiyetçilik nedeniyle gayrimeşrulaştırılan kadın ve/ya feminen olana dair bir soruşturmayla karşı karşıya kalırız. Geleneksel ile karşıt cinsiyetçiliğin bu özel kesişimini ‘trans-mizojini’ olarak adlandırıyorum.” Serano, cinsiyetçiliği sorunsallaştırırken geleneksel ve karşıt cinsiyetçilik ayrımına başvurur. Ona göre, geleneksel cinsiyetçilik kadınlık durumunun erkeklikten daha aşağı ya da daha az meşru addedilmesiyken, karşıt cinsiyetçilik ise « kadın ve erkeğin sabit, birbirini dışlayan kategoriler olduğu, her birinin benzersiz ve örtüşmeyen bir dizi nitelik, yetenek, beceri ve arzuya sahip olduğu inancı »dır – ç.n. https://juliaserano.medium.com/what-is-transmisogyny-4de92002caf6
[xv] https://juliaserano.medium.com/what-is-transmisogyny-4de92002caf6
[xvi] https://juliaserano.medium.com/transgender-people-bathrooms-and-sexual-predators-what-the-data-say-2f31ae2a7c06
[xvii] https://juliaserano.medium.com/autogynephilia-and-anti-trans-activism-23c0c6ad7e9d
[xviii] https://juliaserano.medium.com/anti-trans-grooming-and-social-contagion-claims-explained-a511a93b042f
[xix] https://juliaserano.medium.com/rethinking-lgbtq-visibility-69e39f36731
[xx] https://judedoyle.medium.com/trans-masc-misogyny-and-the-red-six-of-spades-f8c167387dc3
- Trans militan ve yazar Julia Serano’nun yazısını[i] Sina Tekin çevirdi. Çevirinin son haline gelmesindeki desteği için Alâra Kuset’e teşekkürler.