Geçtiğimiz üç yıl boyunca her gün en az bir yabancı benim -bazen içeriği aynı olan farklı kelimelerle- şişko bir kahpe olduğumu bildirdi. Feminist bir kadın yazar olarak insanları rahatsız eden büyük, şişko, kahpece şeyler hakkında yazıyorum. Ve böyle bir kariyer seçtiğim için daimi bir taciz ateşi de işimin bir parçasıymış, öyle diyorlar. Tüh. Bu konuda yapabileceğimiz hiçbir şey yok. Görünen o ki kendim kaşınmışım.
İnternette taciz edilmek hayatımın o kadar normal, o kadar sıradan bir parçası haline geldi ki başkalarının bu duruma şaşırmasına şaşırır oldum. Yani şimdi size çalıştığınız dükkânın muhasebe bölümündeki odanıza bir anda dalıp tecavüz edilemeyecek kadar şişman olduğunuzu ama sizi elektrikli testereyle doğrayabileceklerini söylemiyorlar mı? İnternette zaman geçirmeyenler her zaman bu çoğumuzun yalnızca işimizi yaptığımız için maruz kaldığı barbarlığı keşfettiğinde hayret ediyorlar.
Nefret bazen günde bir-iki mesajla ağır ağır damlıyor. Ama bazen, özellikle tartışmalı konularda (elbette feminist meselelerden bahsediyorum), mesela erkeklerin kadınların zamanını ve dikkatini işgal etmeye hakları olduğunu düşünmelerini eleştirdiğimde ya da tecavüz hakkında herhangi bir şey yazdığımda, saldırılar bir tufana dönüşüyor. Twitter’ım, Facebook sayfam o kadar hızlı doluyor ki okumaya yetişemiyorum bile (okumak istediğimden değil tabii).
İşte bundan iki yaz önce bu tufanlardan biri sırasında ölmüş babam Twitter üzerinden benimle iletişim kurdu. O zamanlar sık sık komedi dünyasındaki kadın düşmanlığıyla (özellikle de tecavüz şakalarıyla) ilgili yazıyordum. Odak noktam -o zamandan beri “sansürcülük” olarak yanlış yorumlanan- söylediğimiz şeylerin yaşadığımız dünyayı etkilediği, kelimelerin toplumun işleyişinin hem bir yansıması hem de katalizörü olduğuydu. Tecavüz hakkında konuştuğunuzda neyi hedeflediğinize karar vermelisiniz diyordum: Tecavüzcülerle mi dalga geçiyorsunuz? Yoksa tecavüz kurbanlarıyla mı? Dünyayı daha iyi bir yer haline mi getiriyorsunuz? Yoksa daha kötü mü? Bunun sansürle, baskıyla, birilerinin konuşmasını zorla kısıtlamakla ilgisi yok, tercihlerle ilgisi var. Ne olacağınızı seçin.
Komedi hayranlarından derhal ve yoğun tepkiler geldi: “Bu karının tecavüz hakkında endişelenmesine gerek yok.” “Merak etmesin ona bir şey olmaz.” “Bu şişko, iğrenç pisliğe kimse tecavüz etmek istemez zaten.” “Bunun gibi tiplere sinirimden tecavüz edesim geliyor.” Bu böyle, hepsi birer parazit sesine dönüşene kadar devam etti. Bir hafta kadar sonra kendimi fırtınada kalıp perişan olmuş ama bir yandan da güçlenmiş hissediyordum. Bundan böyle hiçbir şey bana dokunmazdı.
Ama sonra babamın sevgili yüzünün twitterdan bana göz kırptığını gördüm. Birisi -belli ki her zamanki saldırıların monotonluğundan sıkılmış- ölmüş babam olduğunu iddia eden sahte bir Twitter hesabı yaratmış ve sırf canımı yakmak için babamın çok sevdiğim bir fotoğrafını da profiline eklemiş. Hesabın ismi “PawWestDonezo”ydu, çünkü babamın adı Paul West’ti ve bundan 18 ay önce prostat kanseriyle zorlu mücadelesi sonrasında “donezo”ya (“ölmüş” anlamına gelen aptal bir argo) dönüşmüştü. Kişisel bilgiler kısmında “Bir geri zekâlının ondan utanan babası” yazıyordu. “Gerçi diğer iki çocuğumun durumu fena değil” diye devam ediyordu. Konumu “Seattle’da bir lağım çukuru”ydu.
Benim babam özel bir insandı. Akıldan daha fazla değer verdiği tek şey nezaketti. Yazar, reklamcı ve harika bir baritondu (Aynı gün içinde hem bir reklam müziği yazar hem de kaydı yapabilirdi). Baş döndürücü bir şekilde caz standartlarından Flanders and Swann’a, oradan Lord Buckley’e atlayabilen kayıp salon piyanistleri neslindendi; ve samimiyetle söylüyorum, hayatımda hiç ondan daha çok sevilen bir insan görmedim, görmeyi de beklemiyorum. Babamı severdim, hem de çok.
Bu yersiz online acımasızlığın bir adı var: İnternet trollüğü. Trollük -genellikle kimliği belli olmayan hesaplarla- hedefteki kişinin zamanını harcamak ya da onları çileden çıkarmak, tepesini attırmak ya da korkutup susturmak için yapılan tacizlerin eğlenceye dönüşmesi esasen. Bazen nispeten zararsız oluyorlar (mesela sırf bir tartışma başlatmak için muhalif sorular soranlar), bazen ergence oluyorlar (mesela kilomla ya da zekâmla dalga geçenler), ama -özellikle hedeflerindeki genç bir kadınsa- sıklıkla tehlikeli takipçilik-tacizcilik sınırını aşıyorlar.
Ve o “zararsız” saldırılar bile bir günde yüzlerce, binlerce kullanıcıdan yığıldıklarında hızla artık pek de zararsız hissettirmemeye başlıyorlar. Aslında hepsi birer susturma taktiği. “Azınlıksınız” demeye çalışıyorlar. “Anca sen yok olduğun zaman duracağız” demeye çalışıyorlar. Bu saldırıların şiddeti ve yoğunluğu söz konusu hedef siyahi kadınlar, trans kadınlar, engelli kadınlar, şişman kadınlar, seks işçileri ve diğer kesişen kimlikler olduğunda fazlasıyla çoğalıyor. Trollemelerin konuşma hakkı üzerinde doğrudan bir etkisi var; benim kişisel deneyimlerime göre, en azılı trollemeler karakteristik olarak oldukları gibi kalmak isteyen beyaz ve erkek egemen topluluklardan (komedi, video oyunları, ateizm) geliyor. Geri çekilme hissi her zaman var tabii: Kariyer değiştirmeliyim; sosyal medya hesaplarımı kapatmalıyım; belki başka bir yerlerde başka türlü bir yazı işi bulabilirim; çok yorucu. Aynı çekinceleri diğer meslektaşlarımdan da duyuyorum. Elbette hepimiz bu noktada zırhlarımızı kuşanıyoruz ama biliyorsunuz ki zırh çok ağır bir şey. İnternet trollemeleri yalnızca bir grup insanı etkiliyormuş gibi görünüyor ama bu yalnızca farklı seslerden yoksun -beyaz, heteroseksüel, fiziksel olarak kuvvetli erkekler tarafından şekillenmiş toplumsal bir sesten ibaret- bir dünyada yaşamanın hayatınızı hiç de etkilememesi kadar doğru olabilir. Bilgisayarımın başında oturmuş PawWestDonezo’ya bakarken aklımda pek az seçenek belirdi. Tek yapabileceğim görmezden gelmek, “engelle” butonuna basıp o hesabın hâlâ orada bir yerlerde, örümcek ağı gibi kodların ardında saklı olduğunu, hâlâ babamın ağzından sözler yazdığını, hâlâ eğlenmek, insanları taciz etmek ve susturmak için babamın fotoğrafını kullandığını bilerek hayatıma devam etmekti. Nihayetinde elini dirseğine kadar başka bir insanın hatıralarına daldırmak, anılarına dokunup onları çarpıtarak silah haline getirmek illegal değil; zaten olmamalı da. Ama bu, bunlara karşı çıkmadan katlanmak zorunda olduğumuz anlamına gelmiyor.
Bizim gibi internet üzerinden iş yapanlara defalarca ve defalarca “Trolleri beslemeyin. Onlara cevap vermeyin. Onlara istedikleri şeyi vermeyin” denildi. Peki bu gerçekten doğru mu? Trolleri görmezden gelmek onları sahiden durduruyor mu? Birisi bana bu konuda somut deliller sunabilir mi? Ben mesela, şimdiye kadar “beslediğimden” çok daha fazlasını görmezden geldim ve gelen kutum hiçbir zaman sakinleşmedi. Fikirlerimi söyledikten sonra gelen saldırı kasırgaları benim ilgimi talep ediyor gibi hissettirmiyor; sessizliğimi talep ediyor gibi hissettiriyor.
Üstelik bazı troller bu konuda oldukça açık sözlü. “Eğer bunlara katlanamıyorsan internetten defol.” Ne zaman saldırganlarımızla yüzleşsek aynı nakaratı duyuyoruz. Ama neden? Neden benim yerime SİZ internetten defolmuyorsunuz? Neden ben sırf siz ne zaman bir kadın konuşsa altınızı ıslattığınız için hayatımı yeniden düzenlemek -ve aslında kariyer değiştirmek- zorundayım?
Arkadaşlarım gelen yorumları okumamamı söylüyorlar. Ama mesela daha geçen gün “Başın IŞİD’ın kanlı bıçağıyla buluşsun” diye bir tweet aldım. Meslektaşlarım ve arkadaşlarım telefon numaralarını ve adreslerini internette görünür şekilde paylaştıklarında trollerin bazı toplu etkinliklerde karşılarına çıktığı ya da toplu katliam tehditleri aldıkları oldu. Yani insanların neler söylediğine bakmazsak bazı çizgilerin geçildiğini ve işin içine kolluk kuvvetlerinin girmesi gerektiğini nereden anlayacağız? (Polisin de bu tür taciz ve saldırılarla baş etmeyi bildiğinden ya da bu konuda çabaladığından değil tabii.)
Sosyal medya kuruluşları “Saldırıları rapor edin ve hayatınıza devam edin. Biz konuyla ilgileniyoruz” diyorlar. Ben de böyle yapıyorum. Ama saldırıları rapor etmek iş günümün yarısını yiyebilecek kadar uzun süren can sıkıcı bir süreç. Gerçi raporlarımın çoğu da reddediliyor. Ve herhangi bir trol engellendiğinde (ya da hesabı askıya alındığında) yeni bir hesap açıp kaldıkları yerden devam ediyorlar zaten.
Twitter’ın cinsiyetçi ve ırkçı saldırılarla dolu bir platform olmasına zemin sağlayan kuralları olduğunun farkındayım. Ama, özel bir kuruluş olarak -tıpkı bir komedyenin tecavüz şakaları üzerine düşünmesi ya da bir trolün öfkesini yönelteceği bir hedef araması gibi- böyle olmamayı tercih edebilirdi. İnsandan ibaret bir platform olarak daha iyi olmayı seçebilirdi.
Sonuçta, PawWestDonezo meselesinde, senaryonun dışına çıktım: Onun aslında ne istiyor olduğuna takılmadan o gün benim içimden gelen neyse onu yaptım. Bunu alenen, internet ortamında yazdım. Kendimi savunmasız kıldım. Bunun canımı acıttığı gerçeğini saklamadım. Ve ertesi gün uyandığımda gelen kutumda şu e-postayı gördüm.
Merhaba Lindy. Seni neden ve hatta ne zaman trollemeye başladığımı bilmiyorum. Tecavüz şakalarıyla ilgili duruşun yüzünden değil. O tip şakaları ben de komik bulmuyorum.
Sanırım sana olan öfkem senin kendinle olan mutluluğundan kaynaklanıyor. Bu bana dokunuyor çünkü benim kendimle olan mutsuzluğumu vurguluyor gibi hissettiriyor.
Sana daha önceleri de iki ayrı gmail hesabından aptalca hakaretler yollamıştım.
Bunun için de özür dilerim.
PaulWestDunzo@gmail.com mailini ve Twitter hesabını da ben açtım. (İkisini de sildim.)
Ne kadar üzgün olduğumu anlatamam.
Hayatımda yaptığım en akçakça şeydi bu. En son yazdığın yazıda bundan bahsettiğini okuyunca aklım başıma geldi. Yazdığım saçmalıkları okuyan kanlı canlı, nefes alan bir insan var. Bana hiçbir zarar vermemiş bir insana saldırıyorum. Ve bunun hiçbir somut nedeni yok.
Trollükle işim bitti.
Tekrar özür diliyorum.
Babanın hatırası adına bağışta bulundum.
Senin için her şeyin en iyisini diliyorum.
Babamın tedavi olduğu Seattle Kanser Tedavisi Merkezi’ne 50 $ bağış yapmış. Bu e-mail beni her okuduğumda hayrete düşürüyor. Islah olmuş bir trol ha? Zayıflığını ve kendine duyduğu nefreti itiraf eden? Özür dileyen? Cevap yazdım, şaşkınlığımı belirttim ve teşekkür ettim. Sonra da gündelik nefret maillerime ve her zamanki seçeneklerimi değerlendirmeye geri döndüm. Görmezden gel? Engelle? Cevap ver? Ama artık her defasında aklıma bu pişmanlık duyan trol gelmeye başladı.
Geçen yaz bilgisayar oyunu fanları kadın eleştirmen ve oyun geliştiricilerine karşı büyük bir saldırı kampanyası başlattıklarında (daha fazlasını okumak istiyorsanuz Google’a “GamerGate” yazın ve sonra laptopunuzu kapatıp denize atın) bu pişman trolü daha fazla düşünmeye başladım. Ondan bir şeyler öğrenebilir miyim diye merak ediyordum. Ve aklımda bir ışık yandı: Neden merakımı gidermeyeyim ki?
Yalnızca 2013 yazında o kısa mailleşmeyle iletişim kurmuştuk ama e-posta adresi hâlâ duruyordu. Amerika’daki popüler radyo programı This American Life’a ona ulaşmam konusunda bana yardımcı olup olamayacaklarını sordum. Kabul ettiler ve mail attılar. Birkaç ay süren yorucu bir sessizlikten sonra sonunda cevap yazdı: “Sana yardımcı olabileceğim herhangi bir şey varsa seve seve yaparım.”
Ve işte sonra radyo stüdyosunda telefonun bir ucunda ben, diğer ucunda trol vardı. İki buçuk saat boyunca konuştuk. İnanılmaz derecede bilinçliydi. Bana benden tecavüz şakalarıyla ilgili yazdıklarımdan ötürü nefret etmediğini -zamanlanın yalnızca bir tesadüf olduğunu-, benden, kısaca, ben kendimden nefret etmediğim için nefret ettiğini anlattı. Kendi tercihlerini kendi cümleleriyle onun ağzından duymak hem üzücü hem büyüleyiciydi. O zamanlar kendini şişman, sevgisiz, heyecansız ve amaçsız hissettiğini söyledi. Bu hislerinin acısını bir şekilde internette bir kadından çıkarmanın “kolay” olduğunu anlattı. Neden diye sordum. Kadınları kolay hedef kılan şey neydi? Bizi incitmek neden bu kadar tatmin edici oluyordu onlar için? Neden bizi kendiliklerinden insan gibi görmüyorlardı? Kendini o kadar iyi ifade etmesine rağmen açıklayamadığı tek şey şuydu: Bir kadına duyduğu nefret nasıl oluyor da bütün kadınlara yöneliyordu? Neden erkekler kendilerini sevmedikleri zaman bunun acısını kadınlardan çıkarıyorlardı?
Ama nasıl değiştiğini anlattı: Sağlığına dikkat etmeye başlamıştı, yeni bir kız arkadaşı vardı ve en önemlisi de öğretmen olmak için okula geri dönmüştü. Bana, -büyük bir ciddiyetle- bir okulda gönüllü olarak çalıştığını ve öğrencilerinin onu çok sevdiğini anlattı. “Yaşıtları tarafından, kasten ya da bilmeyerek duyguları incitildiğinde bütün günleri mahvoluyor. Kafalarını sıralarına yaslıyorlar ve konuşmayı reddediyorlar. Tüm bunları gözleyince kendi incittiğim duyguları düşünmeden edemiyorum.” Ve tekrar, üzgün olduğunu söyledi.
Onu affetmeye niyetim yoktu, ama affettim.
Bu yazdıklarımla kimseye bir şey tavsiye etmiyorum. Tüm bunlar insanların onlara saldıranları affetmeleri gerektiği anlamına gelmiyor ve hatta bana tecavüz edilmeyecek kadar çok şişman olduğumu söyleyen her ergen çocuk için içten ve merhametli olmayı falan da planlamıyorum (kusura bakmayın çocuklar, hâlâ dişlerim var). Ama benim için bu olanlar, internetteki etkileşimlerimin tınısını değiştirdi. Mesela bu radyo programından sonra babama “ibne” diyen mesajı atanı artık başka türlü duyuyorum. Acıma duygusuyla dolduğunuzda incinmek ya da korkmak biraz zorlaşıyor. Ve artık beni susturmak için çırpınan kalabalığın karşısında konuşmak daha kolay geliyor. Çığlık atmaya devam edin troller. Sizi duyuyorum.
* Kaynak.