Suriye ve Irak’ta birkaç yıldır süren vahşet ve kaosun en önemli nedenlerinden olan IŞİD ve benzeri örgütler müze ve tarihi şehirleri talan etmeyi kimliklerinin bir parçası, kendi İslami bakış açılarının gereği olarak görmekte. Hemen her gün bu tarz videolar internette paylaşılıyor ve dünyaya meydan okunuyor. Cami ve türbeleri dahi yıkmaktan geri durmayan bu zihniyetin bilmediği veya yok saymak istediği İslam’ın çok erken dönemlerine kadar uzanan bir sanat ve mimari geçmişi var. Bu sebeple yazımda bu geçmişin ilginç yansımalarından birini tanıtmak istedim.
Emevi sarayları, heykelleri, duvar resimleri ve kabartmalarıyla, bu taassuba karşı en güzel cevapları veriyor. Üzerinde hüküm sürdüğü Suriye coğrafyasının Helenistik, Roma ve Bizans kökleri Emevi sanatı ve mimarisine doğal olarak bir zemin oluşturmuş. 661 yılında halifelik vasfını saltanata dönüştüren Emeviler, Şam’ı başkent olarak seçtiler. 750 yılındaki Abbasi Devrimine kadar hüküm süren Emevilerden günümüze ulaşmış pek çok saray yapısı var. Devrim sebebiyle Şam’daki Emevi eserleri camiler hariç yok edilmiş ise de bugün Suriye, Lübnan, Ürdün, Filistin sınırlarında kalmış bu kasır ve saraylar hanedanın hayatına ışık tutuyor.
Roma tipi villalara olan benzerlikleri ve surlarıyla kaleleri andıran bu saraylarda çiçekler ve geometrik süslemeler hâkim olsa da antik dünyadan ve yerel Arap kültüründen resimler de bulunuyor. Bunlardan en çarpıcı olanı da kadın figürlerin varlığı. Kuseyr Amra (711-15) bu saraylar içerisinde kadın figürlü duvar resimleriyle İslam sanatında oldukça ayrı bir yere sahip. Sadece tamamlanmış bir hamam yapısı ve etrafındaki ufak çapta binalardan oluşan bitirilmemiş bir saray projesi. Bu da hamam yapımına verilen önceliği gösteriyor. Dışarıdan gösteriş vaat etmeyen bu yapının içinde nerdeyse her karış mitolojik hikâyeler, meslek erbapları, av sahneleri, astrolojik semboller gibi birbirinden farklı temalarda figürlerle ve bunların yanı sıra üstleri çıplak dansözler, yıkanan kadınlarla bezenmiş. (Ettinghausen ve Fowden)
Kuseyr Amra freskoları:
İkonografik olarak incelediğimizde Helenistik sanata özgü gerçekçiliğin ötesinde, Fowden’a göre Kuseyr Amra dansözleri ve Afrodit’in geç antik Suriye’sindeki yerel temsili arasında bağlantılar var. Mevcut geç antik kültürün Suriye’deki baskın gücü fetih sonrasında da ilham vermeye devam etmiş olmalı. Hamam gerek mekânsal kurgulanışı, gerekse dekorasyonuyla Roma hamamlarının bir çeşit devamı. İslam öncesi Mezopotamya’nın iki kültürel gücü Bizans ve Sasani’nin soyluları gibi bir imaj yaratmak için onların hayat tarzından alıntılar yapılmış olabilir. Çıplaklık konusuna gelince, dans eden bu figürlerin gerçek hayatta bir karşılığı var mı bilmiyoruz.
Sarayın banisi olan halife Velid I’in ne maksatla bu repertuarı hamamının duvarlarında görmek istediğini bilmiyoruz. O dönemin zihniyeti ve saray yaşantısında bu kadın figürleri neyi ifade etmekteydi? Resmin ve temsilin sınırlarının epeyce zorlandığı bu örnekte aynı zamanda İslami kültürün kadına çizdiği giyim kodlarının da dışına çıkıldığını görüyoruz. Bu istisna özellikle Emevilerin taşra saraylarına has bir durum. Camiler ve bugün ayakta olmayan diğer pek çok Emevi yapısında genel İslami kural ve kısıtlamalar geçerli olsa da halife saraylarında aynı durum söz konusu değildi. Kadınların cinselliklerinin vurgulandığı heykeller ve freskolar da bunun en şaşırtıcı örnekleri. Araştırmacılar bu “erotizmin” erken yüzyıllardaki diğer İslam dönemi hamamlarında da bulunduğunu belirtiyor. Antik çağ kültürünün bir uzantısı olan bu dekorasyon anlayışı sonraki dönemlerde resme yönelik hoşnutsuz tutumun artmasıyla terk edilmiş ve bu talandan sadece gözlerden uzak Emevi sarayları kurtulabilmiş (Hillenbrand).
Hırbet el-Mefjer (724/743) ise bugün Batı Şeria sınırlarında kalan bir saray kompleksi. Kuseyr Amra’ya göre tam teşekküllü denebilecek bir saray olan bu yapıda bir tören odası, cami, özel odalar, hamam ve bütün bunları çevreleyen bir sur bulunuyor. Dışarıdan sade bir görünüm çizen yapı topluluğunun özellikle hamam bölümünde portalından başlayarak iç dekorasyona uzanan bir figürel dekorasyon var. Stucco diye tabir edilen topraktan yapılan duvar süslemelerinde Kuseyr Amra’da karşımıza çıkan kadınların benzerlerini görüyoruz. Saçların kıvırcık, gözlerin ise geç antik döneme özgü badem şekilli olduğu bu üslupta hem bu Greko-Romen etkiyi hem de Sasani tarzını gözlemliyoruz (Grabar). Hırbet el-Mefjer’de heykel de yapılmış ve aynı çıplak temsil devam etmiştir.
Fikirler ne kadar Greko-Romen ve Sasani sanatıyla örtüşse de bu fikirleri materyal kültürde yeniden yorumlayış açısından bu örnekler oldukça kendine has. Aynı saray kompleksi içerisinde bulunan camide ise bu dekorasyondan özenle kaçınılmış. Bu da bize sınırların belirli olduğunu gösteriyor.
Son olarak Abbasi Devrimi’nin kurbanı olduğu düşünülen yarım kalmış Mşatta Sarayı da seküler ve dini hayat arasındaki çizgiyi göstermesi açısından güzel bir örnek. Sadece karşılama salonu ve camisi bitirilebilmiş, etrafı görsel bütünlük veren fakat oldukça zayıf duvarlarla çevrili bu yapıda üç boyutlu kadın heykellerinin son örneklerini görüyoruz. Tahrip edildikleri gözlenen bu heykellerin giyimi ve pozları yine eski dönem heykel sanatlarına atıfta bulunuyor. Büyük salonda görülen heykellerden ve en ufak figürel temsilden kaçınılan cami ise özellikle ayrılmış.
Emevi saraylarında karşımıza çıkan bu kadın figürlerinin hikâyesi İslam öncesi kültürlere uzanıyor. Konular ve pozlar her ne kadar bu sanatsal etkileşimden alınsa da yorumlayışın tamamen Emevi dönemine ait olduğunu görüyoruz. Klasik sanatın güzellik normlarına uymayan bu heykellerin kimlerin elinden çıktığı sorusu da ayrı bir araştırma konusu. Bu konuda sanat tarihi alanının en sıkıntılı olan konusu, adlandırma ile karşılaşıyoruz. Yani bu örnekler o denli melez tasarımlar ki Emeviliğin nerde başlayıp nerde Greko-Romen kültürünün başladığını belirlemek güç. İslam sanatında bir daha tekrarlanmayan bu üslubun hanedan üyeleri açısından anlamını anlamak için o dönem mantalitesi ışığında bakmamız önemli. Seküler diyebileceğimiz bir alanın keyfini çıkaran bu insanların İslam’ın kurumsallaşmasındaki etkin güçlerini göz önüne aldığımızda bu çıplak kadın heykelleri ve resimlerini her sarayda tekrarlamış olmaları ilginç bir tarihsel detay olarak karşımıza çıkıyor.
Kaynakça:
Ettinghausen, Richard. Islamic Art and Architecture 650-1250. (Yale University, 2001)
Fowden, Garth. Art and The Umayyad Elite in Late Antique Syria: Qusayr Amra. (University of California Press, 2004.)
Grabar, Oleg. Islamic Art and Beyond. (Ashgate, 2006)
Hillenbrand, Robert. Islamic Art and Architecture. (Thames and Hudson, 1999)
Talgam, Rina. The Stylistic origins of Umayyad Sculpture and Architectural Decoration. (Wiesbaden :Harrassowitz, 2004)
Ana görsel: Kuseyr Amra, Ürdün