Geçen sene başladığım yolculukta, kırsaldaki ekolojik çiftlikleri gezip kentten köye başkaldırı hikâyesi yazanları dinledim. Harika ve esaslı varoluşlar izledim. Kimi durup bakma üstadıydı, kimi çok özgür. Kimi büyük bir yeşillik içinde sonsuz bir derinlik vadediyordu, kimi insanın doğa ile daha yüksek ruhtan yana bir ilişki kurmasını. Kiminin elinden her iş geliyordu, kimi müşterek hayatın feriştahı olmaya adamıştı kendini. Fakat gördüm ki yine kadınlık içi boş bir saksı gibi duruyordu masaların üstünde. Senelerce orada bekletilmiş, bekletile bekletile yalnızlaşmış, bekletile bekletile o ev için ‘sözde’ işlevsizleşmiş.
Bu gezintiler içinde, vakitlice ziyaret ettiğim Ekovegan Bahçe, feminizmden, ekofeminizmden ve veganlıktan* yana nadir taraf tutanlardan biri. Saksısını boş bırakmayıp evini renklerle şenlendiren, çiçeklerini sulamayı yağmurun insafına bırakmayan Ekovegan Bahçe sakini Yasemin Gümüş’le çok güzel sohbet ettik.
Kendinden ve Ekovegan Bahçe’den bahseder misin?
Ben otuz yaşına günler sayan, Didem Madak mısralarından fırlama yaşam(lar)ında kendine iz bulan, hayvanların insan-anası bir halde köyde yaşamaya karar vermiş feminist bir kadınım. Karnist** dünyanın bana dayattığı hayatı veganize etmeye çalıştığım ortada. Ekovegan Bahçe ise, yol-arkadaşım, sevgilim ile birlikte köy yaşamamızda politik olarak taraf aldığımız vegan hayatın tohumda, tarlada başladığının bir ifadesi aslında. Tarımı, hayvan sömürüsünden kurtarmadıkça bir hayatın vegan olabileceğine inanmadığımızdan attık kendimizi toprağa. 2015 baharında başladık bu serüvene ve bu yıl bahçemiz daha da büyüyecek, şenlenecek. Geçen sezon hasadımızı, kışlık salça, turşu, sos olarak hazırladık. Vegan bahçe hasadı, ürettiklerimiz, ahşap oymacılık, taş boyama gibi el işleri ile geçimimizi sağlıyoruz.
Ataerkilliğin ve kapitalizmin arasındaki ortaklıkları (doğayı ve kadını dize getirme, sömürme, hâkim ve iktidar olma süreçleri) öne çıkaran ekofeminizm kırsaldaki hayatında nasıl bir yer tutuyor?
Ekofeminizm ve hayvan özgürlüğü meselesine ayrı noktalardan bakmıyorum. Eril-karnist tahakküm ile şekillenen bir dünyanın yerine vegan-kuir dünyayı tahayyül etmekten vazgeçmeden hayatıma devam ediyorum burada da. Köylüler ve özellikle kadınlar ile yaşadığım birçok karşılaşmada gözlediğim bu geleneksel roller oldu. Burada (Yeşilhisar Köyü, Savaştepe) toprağı makineyle işleyen erkek iken, elinde çapa ile görebileceğiniz insan kadındır. Rasyonel erkek akıl, kendini bir makinede bedenleştirirken kadın o işin, görülmeyen ama aslında odağını oluşturan işleri yürütür. Burada birçok aleti kullanıyor olmam, şaşırtıcı ve sevimli şehirli kadın olarak görülmeme neden olsa da biz birçok işi ortak yapmaya çalışıyoruz. Sadece bu değil, çapa yapan, bulaşık yıkayan, tohum diken, höyttt diye konuşmayan bir partner ile gündelik hayatımda erkek akılla çok çatışmıyorum ancak dışarıdan biri ile karşılaşmalarımda ciddi sorunlar yaşıyorum. Kadınlık görevi olarak kodlanan birçok şeyi yapmıyor olmanız, dedikodu malzemesi olmanız demektir –ki köyden biraz uzakta yaşıyor olmamız bu karşılaşmaları azalttığı için bir nebze de olsa mutluyum.
Sence ekofeminizm ekolojik yönelimli feminist bir akım mı? Yoksa feminizm yönelimli ekolojik bir akım mı? Hangisi öncelikli?
Bence, feminizm yönelimli bir ekolojik akım ekofeminizm. Bu yüzden doğanın sömürülmesi, hayvanın sömürülmesi ve kadının sömürülmesi arasındaki ortaklıkları anlattığımda tüm tırnakları karşımda görebiliyorum. Barışın tabakta, hatta tohumda başladığını söylüyoruz. Doğaya ve kadına tecavüz eden eril tahakkümün hayvana uyguladığı şiddeti nasıl görmezden gelebiliriz?
Kırsalda bir kadın olarak, ekofeminizmle tanışmamış olsaydın feminizm sana yetersiz gelir miydi? Ekofeminizmde, feminizmde olmayan ne var sence?
Açıkçası feminizm benim hayatımın odağındadır, gündelik hayatım da, pratiklerim de buradan beslenir yıllardır. Elbette feminizmin tek başına yetersiz geleceğini düşünüyorum. Doğanın, dişileşmiş bir beden olarak temsili söz konusu. Doğurganlık sıfatı ile kadınlık ve annelik yüceltilir. Doğa ana verir, doğa ana tecavüze uğrar..vs gibi. Bu doğrultuda işgal edilen toprağın tecavüze uğrayan bir kadın veya doğa, hayvan, eşcinsel, trans, Kürt, Çingene, yani toplumun öteki gördüğü bir bedene benzetilmesi, aslında bizim feminizmimizi insan merkezci, cinsiyetçi olmaktan çıkarmamız gerektiğini söyler. Carol Adams’ın yazılarında karşılaştığımız gibi açık olan şey aslında hayvanların da, yeryüzünün de, kadınların da nesneleştiği ve aslında aynı muameleye maruz bırakıldığıdır. Ekofeminizm ile birlikte insan merkezci, türcü akıldan çıkabilmek mümkün.
Biraz sınıfsal açıdan da bakarak cevaplamanı rica ediyorum bu soruyu. Köydeki kadınlık deneyimini nasıl değerlendiriyorsun? Tarlada çalışan kadınların güvencesiz çalışması, tarımın kadim bilgisinin kadınların elindeyken tarımın endüstrileşmesiyle bu bilginin işlevsizleşmesi, mevsimlik işçilikte kadınların yeri gibi farklı kadınlık deneyimlerini de dikkate alarak yorumlayacak olursan ne dersin?
Aslında köylülerle çok iç içe değilim ancak annemin köy kökenli eski bir tütün işçisi olması ve çalışma ekonomisi bölümünden mezun olmamdan ötürü bu konulara uzak değilim. Tarım, bambaşka bir nokta. Hayvandan ayrılamaz oluşu ve mevsimlik işçilik gibi kayıtsız, güvencesiz bir piyasayı yeniden üretmesi her geçen gün sömürüyü de dehşet verici bir hale getiriyor. Doğaya müdahale ve onu egemenliği altına almak aslında tarımın gelişmesini sağladı. Kabul edelim. Daha fazla üretim, daha fazla üretken emek, daha fazla toprak derken… Örneğin, atalık tohumları kadınların uzun yıllardır saklayıp gün yüzüne çıkarmaları ve toprağı işleyebilmeleri, onların kadim bilgisi olarak gösteriliyor ancak bunun kadın doğasından kaynaklı olduğunu söylemek de patriyarkanın bir oyunu gibi geliyor bana. Doğanın daha çok parçası ya da tek parçası olarak görülmek, kaçtığımız halde özcülüğe düştüğümüzü de gösteriyor.
Meseleye geri dönecek olursam, tarımda da makineye hakim olan erkek akıl ve beden, kadının yaptığı işi ikincil konuma iterek işlevselleştiriyor. Her ne kadar tarım endüstrileşse de insan emeğine ihtiyaç duyar ve bu insan da kadındır genelde. Birkaç deneyimimden söz edeyim. Talat’ın, partnerimin babasının çağrısı üzerine köylü kadınlar gelmişti çalışmaya. Üç genç ve bir orta yaşlı ve bir de yaşlı kadın. Aralarında bir ahenk vardı çalışırken. Yaşlı kadın geç kaldığında sırayı erken çıkan kadın, gidip ona yardım eder ve sıra çıkılır. Dinlenilir ve yeni sıraya başlanır. Sabahtan akşama 12 saatten fazla çalışmak, güneşe ve diğer ağır koşullara maruz kalmak, inanın basit şeyler değil ve aldığınız para 30-40 lira arası. Eğer sepet toplayıcı erkek iseniz bu para 50 liraya çıkabiliyor. Çocukları ile gelen kadınlar, su istemekten utanan ve daha mı az çalıştım, bir daha çağırmazlar kaygısı ile günü bitirmeye çalışan kadınlar. Biri bana “O kadar okudun, anlamıyorum neden geldin buraya?” diye sormuştu. Anlattıklarım ona masal gibi geldi ve kendi paramı kazanmam konusunda tembihlendim. Çünkü ben de Talat da onların gördüğü kadın ve erkek(lik)ten farklı değildik.
Ekofeminizmin genel olarak kadınların, ama özellikle kırsaldaki kadınların güçlenmesindeki payı nedir sence?
Ekofeminizm ile birlikte eril tahakkümün her yerde bizi yakaladığını görüyoruz aslında. Bunları görmemiz, güçlenmemizde bir ilk adımdı belki de. Bir uyanış lazım hepimize, değil mi? Kendinin, bir erkekten farklı ve aşağı olmadığını ve kamusal alandan kopuşunun tamamen bu geleneksel pratikten beslendiğini öğrenmek, hakkını aramak için bir yol belki de. Bizim karşılaşmalarımızda o oluyordu hep. Gelen erkek arkadaşlarının bulaşık yıkamalarına şaşıran o gözlerin sevecen gülüşlerini görmek “iyi şeyleri beraber yapacağız” dedirtiyor. Köyleri, yaşamları, doğaları ellerinden alınan birçok kadını, toplumsal hareketlerin, makinelerin önünde tek başlarına erkek olmaksızın direnirken görüyoruz.
Yine temelinde bir tahakküm ve iktidar ilişkisi karşıtı hareket olan, insanların erkten aldıkları güçle hayvanlar üzerinde kurdukları sömürü ilişkisini reddeden veganlık ile ekofeminizm arasındaki ortaklıklar neler? Teorik bazdan ziyade senin kırsallık deneyimi pratiklerine dayanarak soruyorum. Kırsalda o çok sözü edilen “zalim doğal süreç”i görmek seni nasıl etkiledi? Hayvanlarla, doğayla ilişkine ve onlar aracılığı ile oluşturduğumuz iktidar ilişkisine yansımaları neler?
O büyülü, özgür doğanın çağrısına evet diyen birçok eko-vegan feminist dost o çağrıyla nasıl karşılaştı, kendi deneyimimde de onu merak ettim durdum. Şehirden kopup kırsala yerleşmek, her şeyden el ayak çekmek miydi? Ya da doğa kucak açmış mıydı? Sömürüden ve sistemden kaçmak mümkün müydü? Ya da vahşi büyülü orman, gerçekten vahşi miydi? Bunun gibi birçok soru var hep zihnimde. Köylere kurulan tavuk çiftliklerinde, milyonlarca hayvanın ölümü bekleyişi dibinizde, kaç tane ahır, ağıl var köyde. Hayvan sömürüsünün odağını oluşturan köyler, aslında tam bir “zalim doğa” örneği. Bonnie’nin (köpek arkadaşımızın) gidip bir tavuk öldürmesini vahşice bulan bana cevap oldu bu.
Markette, o hayvan cesedi reyonuna bakmadan geçebilirsin ama pencereden baktığında öldürüleceğini bildiğin yüzlerce hayvanın hayatta kalmak adına otlamasına, o gece öldürüleceğini bildiğin o topal koyunun yürüyüşüne takılıp ağlarken bulursun kendini. Öldürülmese ne olacak? Dişi ise memeleri bir makine gibi verebileceğinin en fazlasını vermekle ömür boyu yükümlü. Ya oğlancıklar? Sofralara yemek olacak. Ama biz onları hala öldürmediğimizi söylüyoruz. Savaşı, kendimizden uzakta aramakta hata ettik. Tam karşımızda soframızda, midemizde savaş var. Patriyarka, bizi böyle hapsederken bu sömürme biçimine de karşı duramayız! Ayrıca köpek, keçi, kedilerle bu kadar iç içe yaşamış olmak, onların benden farklı olmadıklarını gösterdi bana. Hepimizin yaşam hakkı var ve bunu en güzeliyle yaşamak hakkımız olan.
Ekovegan Bahçe: Balıkesir Yeşilhisar Köyü Savastepe’de arazilerini çevredeki doğal ve yenilenebilir kaynaklarla EKO-VEGAN bahçelere dönüştürmeye çalışan Talat ve Yasemin’in evleri. İletişim: Facebook, instagram
* Veganlık, bizatihi hayvandan (et, süt, deri, ipek vb.) yahut hayvan emeğinden (fayton, bal yapımı vb.) faydalanılmasına icazet veren tüm iktidar, yetke ve sömürü ilişkilerinin karşısında yer almayı ve/veya aynı zamanda hayvanları özgürlüğe götürecek eylem biçimlerini savunur.
** Karnizm: Hayvanların varlık sebebinin insanlara hizmet olduğunu söyleyen, insan merkezci ideolojidir. Bu konuda yazılmış iyi bir yazı için Garbato Kelly. “Karnizm Dersleri: “Et”in Anlamı” 26 Mart 2014
Ana görsel: Colleen Wallace Nungari