Ekipmandan korkmamak gerek.

SANAT

‘’Hiç kız gibi çalmıyorsun’’: DJ Ece Özel’le Röportaj

 

House’u LGBTİ+ komünitesine, teknoyu siyahi prodüktörlere borçlu olduğumuz halde, günümüz kulüp sahnesinin beyaz heteroseksüel natrans erkeklerce zapt edildiği ortada. Çoğu ‘kötünün iyisi’ kalan birkaç mekan harici, İstanbul’da da durum böyle. Son birkaç yıldır ismini daha çok duymaya başladığımız Ece Özel, şehrin ismi posterlerde erkek DJ’lerle eşit büyüklükte puntolarla yazılan nadir kadın DJ’lerinden. Şimdilerde farklı cinsel yönelim ve toplumsal cinsiyetlerde DJ ve prodüktörlerin yavaş yavaş görünür olmaya başladıklarına şahit olsak da, cinsiyetçiliğin kırıldığını söylemek, bu ortamda da pek mümkün değil. Ece’yle yağmurlu bir akşamüstü Cihangir’deki evinde buluştuk, DJ’liğin aklına nereden girdiğini, İstanbul gece hayatının hali hazırdaki içler acısı halini, bir de bu hal içinde kadın olmayı konuştuk.

 

DJ’liğe nasıl başladın?

 

Neredeyse on sene olacak. Nasıl başladım, valla tesadüf bile diyebiliriz. Her zaman çok müzik dinliyordum. Babam da çok müzik dinler, Güney’de Patara’da bir caz barı vardı.

 

Oralarda mı büyüdün sen de?

 

Yazları gidiyordum. İstanbul’da büyüdüm ben. Kendimi bildim bileli çok müzik dinlerdim; herkes ‘çalsana’ diyordu. Gece dışarı çıkıyordum ama DJ’lik falan çok da anladığım bir şey değildi açıkçası. Bir gün Asmalımescit’de, o zamanlar Lokal isimli mekanın sahibi olan DJ arkadaşım Macit, gayet alelade, ‘çalsana bir akşam sen de,’ dedi. ‘Tamam’ dedim. Sılacan diye bir arkadaşım var, onunla beraber çalmıştık.

 

Ne çalmıştınız?

 

Sılacan daha çok garaj çalıyor, önce o çalmıştı. Ben de, o zamanlar kozmik disko gibi şeyler dinliyordum, onları çalmıştım. Sonrasında da durmadım. Bir sonraki çalışım altı ay sonra oldu herhalde ama bu işi sevdim ve peşini bırakmadım.

 

Her zaman dans müziği ağırlıklı mı çalıyordun?

 

Epey bir süre ne çaldığımdan haberim yoktu açıkçası ama evet, dans müziği çalıyordum. Çok fazla müzik dinliyordum ve dinlediğim her şeyi çalabileceğime inanmıyordum o zaman. Bazı şeyleri çalmaya da utanıyordum.

 

Neden?

 

Bilmem, insanlar anlamazmış gibi geliyordu, ama öyle bir şey yokmuş aslında, sonradan keşfettim bunu. Gece çıkmayı da seviyordum, hala seviyorum da halim kalmıyor bazen, o ikisi birleşince çaldığım şeyler de dans müziğine doğru değişti. Bir süre pek sevmediğim müzikler de çaldım. Sürekli kulüplerde çalmak hızlı bir şey. Müzikal damağı kurutabilir bir durum.

 

Bir noktada Minimüzikhol’de çalmaya başladın. İsminin daha sık duyulmaya başladığı bir dönem…

 

Minimüzikhol o zamanlar zaten çok gittiğim bir mekandı, oradaki herkesle tanışıyordum, bu tanışıklık zaman içerisinde arkadaşlığa dönüştü. Bir gün mekanın arka tarafında küçük bir oda vardır, orada çaldım, bir gün birinin önünde çaldım, derken öyle hep çalar oldum.

 

Öncesinde bir de stilistlik geçmişin var, değil mi?

 

Evet, hala devam ediyor aslında, tek bir müşterim var: Atiye. Onun her şeyini ben yapıyorum. İşi seviyorum genel olarak, sette olmayı çok seviyorum ama sevmediğim de çok şey oluştu zaman içinde.

 

Ne gibi?

 

Teknik şeyler. Öncesinde ve sonrasında yapılan işler. Toplantılar aşırı sıkıyor beni mesela, çok kendimi bulamıyorum oralarda ama setteyken mutluyum.

 

Bu iki sektör arasında geçiş nasıl oluyor, benzerlikleri farklılıkları nedir?

 

Hiçbir benzerlik yok galiba. Dünyalar da çok farklı. Ben moda dünyasında kendime yer bulabildiğime inanmıyorum, aradım mı, onu da bilmiyorum ama yerim orası değil gibi hissediyorum. Stilistliği tamamen bir iş gibi yaptım.

 

Nereden bulaşmıştın peki o dünyaya?

Ben çocukluğumdan beri moda tasarımı okumak istiyordum ama Mimar Sinan’daki ilgili bölümü kazanamadım. Resim bölümünü kazandım, ki resim bölümünün puanı daha yüksekti o nasıl oldu bilmiyorum. Lisede de resim okumuştum. Sonra yatay geçiş yaparım diye düşündüm ama çok zordur Mimar Sinan’da öyle şeyler yapmak. Sonra resmi de bırakmaya karar verdim ve okulu bırakıp moda alanında asistanlık yapmaya başladım. O zaman sorsanız müziğin bir gün asıl işim haline dönüşeceğini asla tahmin etmezdim.

 

Benim şahsi gözlemim, İstanbul gece hayatının, mekan sahibinden, DJ’ine, erkek egemen bir dünya olduğu. Senin için nasıl geçiyor kulüp sahnesinde bir kadın olarak hayat?

 

Ben açıkçası doğrudan bir cinsiyetçilik yaşamadım ama ortam çok erkek egemen, bu doğru, her yer böyle. Son birkaç senedir kırılmaya başladı. Hiçbir zaman ‘’bu DJ kız, biz bunu book’lamayalım’’ gibi bir şey olmuyor. İşin aslı, o insanın etrafı erkeklerle çevriliyse, çoğunlukla hiç aklına gelmiyorsun bile. Bu sistemi kırmak gerekiyor. Benden sürekli ‘kadın DJ’ diye bahsedilmesinden aşırı rahatsız oluyorum mesela ama eğer bu sistemi kırmak için bunun tekrar edilmesi gerekiyorsa buna OK’im. Yine de çok elle tutulur bir şey yapıldığına inanmıyorum. Herkesin kişisel alanında bunu kırması gerekiyor çünkü öbür türlü olmayacak, o adamın aklına bile gelmiyorsun o programı yaparken. En yakınındaki DJ’leri seçiyor, Berkcan’ı alıyor mesela (gülüyor). Şu an benim çevremde çok fazla kadın DJ var, ama İstanbul’da başka bir sahne daha var ağırlıkla tech-house çalınan, orada hiçbir kadının esamisi bile okunmuyor muhtemelen. Bizim çevremiz öyle değil, gerçi bilmiyorum insanlar neler yaşıyorlar, book’lanmadıklarında ne düşünüyorlar. Ama bunun bir şekilde kişisel olarak insanın içinde kırılması gerekiyor bir yandan da.

 

Kendimde gözlemlediğim şey şuydu bir ara: Sahneye çıkacağım zaman daha dikkat çekmeyen kıyafetler giymeye başlamıştım. Sırf insanlar, yeteneksizliğini saklamak için süslenip gelmiş demesinler diye. Sonra bunun bir nevi ciddiye alınma çabası olduğunu düşündüm. Şimdi o kadar takmıyorum. Sen de benzer şeyler yaşıyor musun?

 

Ben de baya pespaye gidiyorum bu arada, hiç düşünmemiştim bunu. Tabii illa ki fark etmediğimiz minik minik düzeltmelerimiz vardır. Kendimizi takip etme gereği hissediyoruz. Bu algı var, olmaması mümkün değil yoksa bunları konuşuyor olmazdık, bunun kırılması gerekiyor. Avrupa’da da böyle, herkes aynı şeyden bahsediyor. Amerika’da mesela bazı festivaller buldum, işte Chicago’da, Detroit’te falan, programlarında tek bir kadın yok. Ya da tek bir kadın var, o da sadece vokal ve en seksi olan. Ama baktığında Amerika’nın bir yerinde bir elektronik müzik festivali işte. Sürekli tekrar etmek gerekiyor aynı şeyi, yani çok sıkıcı gerçekten ama tek yolu o galiba, kendini tekrar etmek.

 

DJ’lik yaparken başıma en sık gelen şeylerden biri de mekandaki müzik direktörünün gelip elle mixer’e müdahale etmesi. Erkeklere neredeyse hiç müdahale edilmediğini, ya da gelip ‘abi sesi kısabilir misin’ dendiğini gördüm, bana kimse önceden sormadan direk mixer’i muhatap alıyor.

 

Geçen yaz Fusion’da çalıyordum. Ses sistemi epey büyük, kabin içindeyken dışarıda ne olduğunu bile çok anlamayabiliyorsun. Bir noktada ses teknisyeni çocuk gelip sesi kıstı ve ‘çok güzel sound’lar da işte şunu da şöyle yapmak lazım’ gibi bir şey söyledi. ‘Neden böyle söyledi ki’ acaba diye düşündüm. Sanki ben bilmiyormuşum gibi. Bir mekana çalmaya ilk gittiğimde bana mixer’i nasıl kullanmam gerektiğini anlatmaya çalışanlar oluyor, sıfırdan, hiç bilip bilmediğimi sormadan, sanki her birinin birbirinden çok farklı mekanizması varmış gibi ama sallamamaya çalışıyorum, genelde sallamıyorum. ‘’Hiç kadın DJ görmedim’’ diyen oldu mesela. ‘’Hiç kız gibi çalmıyorsun’’ diyen oldu. Bunu ilk duyduğumda anlamamıştım, hatta çok kısa bir anlığına iyi bir şey söylüyor bile sandım. Tanıdığım biriydi, elim ayağım titredi, ne yapacağımı şaşırdım.

 

Bu ortamda ‘artık ciddiye alınmaya başlıyorum’ dediğin noktaya ne zaman geldin?

 

İlk başladığımda hiçbir şey bilmediğim için, sadece içimden geleni yapıyor gibiydim. Sonra bir takım beklentiler olduğunu hissettim. Aslında kendime güvensizliğim tanınmamla başladı. O da müziğin üzerine eklenen şeyler yüzünden gibiydi: gitmek, gelmek, iletişim vs. onları kontrol etmek biraz sıkıcıydı. Ama hala kendime güvenmediğim oluyor. Bazen geçiş yaparken çok sıçıyorum. Red Light setim yüklenmiş mesela, iki gündür onu dinliyorum baya sıçtığım anlar var. Bir yandan da bunları bir tek ben fark ediyorum kimse öyle dinlemiyor aslında. Kendine güven meselesi çok anlık bir şey. Kendine güvenmeyi ya da güvenmemeyi çok düşünmemek lazım hayat içerisinde.

 

Geçenlerde konuştuğum kadın bir DJ, DJ ortamında özellikle erkekler arasında ‘geçiş yapmak’ gibi teknik detayların bir zorbalık aracı olarak kullanılmasından şikayet etmişti. Teknik beceriler üzerinden yapılan baskı çok karşılaşılan bir şey değil mi bu camiada?

 

Ben ilk CDJ’le çalmaya başladım. Sonra bilgisayarla da bunun yapılabildiğini keşfedince ona geçtim. Traktör kullanıyordum; çalarken çok spesifik olabiliyorsun. Ama zaman geçtikçe daha az ciddiye alındığını fark ettim, kadın ol erkek ol fark etmiyor. Onun dışında bu seni performansında da engelliyor çalarken, çünkü kullanması çok basit, sürekli bilgisayarda bir şeye bakıyorsun. Bir gün seçtiğim parçaları USB’lere atıp kulübe gittim. Bata çıka bir şekilde USB’den çalmayı öğrendim, ama hala daha hatalarım olur. Yani ekipmandan korkmamak gerekiyor. Buna hakim olmuştum resim okurken; kağıt tuval vs. hiç önemli değildir. Hocalar önem vermezdi onlara. Medyayı çok önemsememek gerektiği fikrine oradan aşinaydım aslında. Öyle bir karar verdikten sonra bunu DJ’likte de kırabildim.

 

Plak çalanların yüceltilmesi, mükemmel geçişlerin yere göğe sığdırılamaması, teknik becerilerin el üstünde tutulması sık karşılaşılan bir durum bu ortamda.  Ben bunu geçiş yaparken gözlerin üzerinde olması gibi anlarda tezahür eden bir polislik, bir tür baskı olarak yaşıyorum açıkçası.

 

Oluyor tabii. Ben her şeyi kendi kendime keşfettim. Şimdi bir sürü DJ’yle tanışıyorum, işte 15 yaşından beri plak çalan başka adamlarla takılıyorlar, öyle ilerlemiş hayatları. Ben öyle kimse tanımadım. Bunları kendim keşfettim. Arada insanlardan duyduğum bir takım şeyler oldu elbette. Baskıyı o şekilde hissetmedim açıkçası ama böyle bir şey var ve sırf kadınların yaşadığı bir şey de değil bu. Özellikle plak çalanlar arasında böyle bir ortam var. Bazen bana da soruyorlar ‘plak çalıyor musun’ diye, ‘çalmıyorum’ diyorum ve kendimi kötü hissediyorum, ne gereksiz. Hala çalışıyorum bu arada. Evde dinlediğim müzikle canlı performans arasında bayağı iyi bir antrenman oluyor.

 

Erkeklerin kamusal ortamlara girişleri daha erken ve kolay olduğu için de bir fırsat eşitsizliğinden bahsetmek gerek herhalde.

 

Evet, ben o dünyada değildim küçükken. Çevremde plak toplayanlar vardı.

 

Seni motive eden şeyler neler peki bu ortamda? Nasıl canlı tutuyorsun hevesini?

 

Yorucu bir iş, artık o kadar genç de değilim, hatta baya yorucu olabiliyor. Bir sürü şey oluyor kafamda hoşuma giden gitmeyen. Ama bir yerde çaldığımda yaşanan şeyi çok seviyorum ve onu sürekli tekrarlamak istiyorum, o enerji bir şekilde durmamı engelliyor.

 

Kendine bir rol model aradın mı bu işe başlarken?

 

Benim tamamen kendi kendime bilgisayar başında büyüttüğüm bir şey DJ’lik. ‘’Şu DJ çok iyi çalıyor’’ demem 22-23 yaşımda oldu. Uzunca bir süre o müzikleri kim çalıyordu, çok emin değildim açıkçası. Ya da DJ ne yapıyor çok düşünmüyordum. Kadın DJ’in de bir mesele olduğunu sonradan anladım. ‘’Aa’’ dedim ‘’böyle bir mevzu varmış, bu dünya aslında baya heteroymuş,’’ çünkü internette bakınca pek öyle görünmüyor (gülüyor). Onlar sonradan eklenen bilgiler oldu. Mesela şarkı seçimi anlamında Lena Willikens’i ilk duyduğumda ‘’yalnız değilim’’ diye düşünmüştüm. Başka hatta çalıyoruz ama duygu olarak, bu dünyada yalnız değilim, diye düşünmüştüm.

 

Dediğin gibi aslen bu müziği ve kültürü LGBTİ+ camiasına borçlu olmamıza rağmen İstanbul’da bu kitlenin kendisini güvende hissettiği bir gece hayatı yok galiba, değil mi?

 

Şu an kesinlikle yok, üç sene evvele kıyasla epey farklı. İnsanların kendilerini rahat hissedebileceği kaç, üç yer mi var şimdi? Herkes kendi ifade alanını bir şekilde kaybetti son üç sene içinde. Bunların yeniden var edilmesi gerekiyor. Şu an sadece LGBTİ+’lar için değil birazcık ‘outsider’ (aykırı) olan kimse için güvenli bir yer yok.  

 

Umut Kahya ile birlikte kurduğunuz plak şirketiniz Müstesna da böyle bir sığınak çabası olarak mı ortaya çıktı?

 

Ben müzik basabilmeyi  hep çok istiyordum ama bunun gerçekleşebileceğini hiç düşünmemiştim. Umut’la da beş senedir tanışıyoruz herhalde. Son birkaç senede ortak bir sürü iş yaptık, sonra ‘’hadi bunu da yapalım’’ dedik. Çok bir nedeni yok aslında. Bazen ‘’burada hiç öyle şeyler olmuyor, o yüzden mi yaptınız’’ diye soruyorlar, öyle de değil. Burada bir dünya var aslında hepimizin ortak olduğu, ona teşekkür babında yapmak istedik.

 

Nasıl mümkün oldu peki? Maddi manevi neler gerektiriyor?

 

Biraz paramız vardı, her şeyi kendi cebimizden yaptık. Bütün kapakları ben damgaladım mesela. Harcadıktan sonra hiç düşünmediğim tek para bu oldu sanırım. Üstelik geri dönüşü oldu, masraflarımızı çıkardık bir şekilde. Geri dönüşü biraz yavaş olan bir iş ama bir yandan da hiçbir şey beklemeden yaptığımız için her geri dönüş bizim için çok iyiydi. Şimdi plakları her gittiğim yere götürüyorum, her festivale, çaldığım mekanlara, çaldığım şehirlerdeki plak dükkanlarına gidip kendim satıyorum.

 

İstanbul gece hayatıyla ilgili genel bir değerlendirme yapsan ne dersin?

 

Şu anda rezalet durumda. Hiçbir şey olmuyor. Herkes her şeyden bıkmış, mekanlar yıllardır  para kaybediyor. Çalınan müziği sevsek de sevmesek de herkes aynı şeyi yaşıyor. Büyük isim getirmek vs şu an fark etmiyor. Kimi getirirsen getir kaç bilet satacağını bilmiyorsun. Kimse hiçbir şeyi öngöremiyor bence. Ufak ve bağımsız bir yeri sürdürmek mümkün değil şu anda, o da kötü. Öyle bir yer açacaksın da, 100 kişiyle dolacak da, sen de onu döndüreceksin; şu anda imkansız. Küçük ve kişisel yerlerin olmaması işte o sahne dediğimiz şeyin dağılmasına neden oluyor. Muhtemelen bu müzikle ilgilenen bir sürü insan hafta sonu çıkmamayı tercih ediyor. Zaten öğrencilerin bir gece hem bilet alıp hem içki içmeyi karşılamaları mümkün değil. Ne diyeceğimi bilemiyorum. Bir şekilde nedensiz bir araya gelme hissini tekrar kazanmamız gerekiyor galiba. Nasıl sürdürülür bu sahne? Sürdürülmesi mi gerekiyor, onu da bilmiyorum. İnsanlar içlerinden gelen her neyse onu yapmayı bıraktılar bu dünya içerisinde. Ekonomik anlamda sırf kendi kuyruğumu kurtarayım gibi bir otomatikte ilerliyor çünkü kimse önünü göremiyor.

Gerçi insanlar biraraya gelip bir şeyler yapacaktır, bizden sonraki yeni nesil yapıyordur da. Devam etme konusunda biraz ısrarcı olmak gerekiyor sanırım.

 

Evet, yeni bir nesil var elektronik müzikle ilgilenen İstanbul’da da değil mi?

 

Evet, deneysel elektronik müzikler yapan çok insan var, bayağı da iyi şeyler çıkıyor bence. Ama dans müziği dediğimiz şey prodüksiyon anlamında burada bir adım ileri gitmedi. Çok az kişi var bunu devam ettiren. Bir sürü insan için bir heves oluyor sonra bitiyor. Var olan sahneyi -e ben de bunun içindeyim tabii- hafife almak için söylemiyorum. Ama bana biraz şey gibi geliyor; sanki bu iş bizim genimizde yokmuş da sonradan bunu bize itelemeye çalışmışlar gibi. Sonuçta rave kültürü buradan çıkmadı, sonradan geldi, tam sindirmeden ve ne olduğunu anlamadan kendimizi bu kültürün içinde bulduk. Bir yandan çok da fena bulmadık, birkaç sene öncesine kadar İstanbul gece hayatı bayağı iyiydi, her yer dolup taşıyordu. Tam sindiremediğimizi biraz da bu krizler çıktıktan sonra anladık; çünkü arkamıza baktığımızda,  içtenlikle bu işle uğraşan çok az kişi kalmıştı. Bireysel anlamda çok iyi olan DJ ve prodüktörler var ama herkes kendi başına ve yalnız, kimse organize değil. Kendimize bir şekilde hep Avrupa’da vs olan partileri örnek alıyoruz, burada o özgürlükte bir parti yapmak mümkün değil. Henüz kendi yolumuzu bulabildiğimize inanmıyorum. Yaratıcı bütün sektörlerde aynı problem var gibi, işler bir türlü akmıyor. Akıyor sanarsın, saçma sapan bir problem çıkar, bütün motivasyonu gider insanın. Üzerimize bırakılmış bir gaz bulutu var sanki bu anlamda.

 

Peki bu atalet durumu işin içine kendinden bir şeyler katarak aşılabilecek bir şey mi?

 

Evet, tabii ki. Hiç bunları düşünmeden yaptığın işi yapmaya devam etsen bence olur. Aşırı düşünüldüğü için böyle. Düşünmemek de elde değil tabii bir yandan, ne desem bilemedim (gülüyor). Hep aklımdadır mesela ‘’yabancılar yapar’’ kafası vardır ya, her bir şey yaptığımda bu bir düşünce olarak geçer aklımdan. Aslında öyle bir şey yok, ama bu düşünce bir lanet gibi peşimizde gezinip duruyor. Sanırım Avrupa’ya çok yakın olmak ama bir türlü de kendin olamamak yüzünden. Türkiye’nin problemi zaten kendin olamamak.

 

Sen işin prodüktörlük tarafına geçmeyi düşünüyor musun?

 

Düşünmüyorum ama bir parça yapmaya başladık Taner Yücel’le. Birkaç ay önce dört saat oturmuştuk. Vaktimiz olduğunda bakacağız ama bilemiyorum, çok fazla öğrenmem gereken şey var prodüksiyon alanına dair, eğer öyle bir isteğim varsa, ki yok galiba.

 

Bir de genç isimlerin çaldığı bir seri yapıyorsun ‘Özel Zevkler’ diye. Nasıl başlamıştı?

 

Ben arkaoda’da çaldığım bir gecenin adı olarak düşünmüştüm ‘Özel Zevkler’i. Sonra Mini’de bir seri yapmak istedik, ismi ne olsun derken, o oldu. Sonra da bende kaldı. Belirli bir amacım yoktu açıkçası ama özellikle Mini’de çalmasını istediğim birkaç insan vardı, böyle yapalım, dedik. Şimdilerde daha leftfield* müzik yapan buralı insanları bulmaya çalışıyorum, Soundcloud ve Bandcamp’e Türkiye, İstanbul yazıyorum çıkan her şeye bakıyorum. Bir şekilde umarım ‘’ben de yapıyorum’’ diyen insanlara bir kanal oluyordur.

 

Son zamanlarda yurt dışında da epey çalıyorsun, bu trafik nasıl oluştu? Bağlantıları nasıl kuruyorsun?

 

Bir ara bir booker’ım vardı, şimdi ayrıldım. Kendi bağlantılarım vardı, ufak ufak öyle başladı, derken bu yaz epey yoğunluk oldu. Burada bir sistem var tabii ve onun içine girmen gerekiyor. Çaldığın müzik ne kadar underground olursa olsun, network üzerinden ilerlemesi gerekiyor, başka türlü mümkün değil. Oraya nasıl girmeli, girmemeli mi, ya da her şey kendiliğinden mi olmalı bilmiyorum. Hepsinden biraz oluyor tabii… Baya çaba gerektiren bir şey ve birçok aşaması da hiç keyifli değil. Ama istiyorsan bazı şeyleri de yapman gerekiyor.

 

DJ’liğin bir yaş limiti var mı sence?

 

Bence yok ama kendine dikkat etmen lazım. Bazen hiç edemiyorum, bazen de gidiyorum, bütün gece sadece su içiyorum, çalıyorum ve çıkıyorum. Bazı geceler hakikaten her şeyden bağımsız çok sıkıldığım oluyor, yapacak bir şey yok. Bazısında da çalarken bir enerji geliyor, onunla idare ediyorum. Eğlenceye kapıldığım da çok oluyor tabii.

 

 

Fotoğraf: Ali Yavuz Ata

 

*Ana-akım olmayan daha alternatif, deneysel.

YAZARIN DİĞER YAZILARI

MEYDAN

YBir Saat 16 Dakika Uzunluğunda Bir Hakaret: Kedicik Belgeseli
Bir Saat 16 Dakika Uzunluğunda Bir Hakaret: Kedicik Belgeseli

Devletin ve sermayenin izni ve teşvikiyle yıllarca TV’den canlı yayınlanan, bu iznin çizdiği çerçeve ile toplumun basitçe “salak salak işler” diye küçümsemesi sağlanan, ünlülerin ve siyasi figürlerin desteğiyle rahat rahat istediği yerde top koşturabilen bir örgütün yaptıklarını iktidarsız bir gizli geyin kan donduran intikam hikâyesine indirmeye yelteniyor.

MEYDAN

Y“Afette Bile Eşitlenemedik”: Mersin ve Amed’de Kadın ve LGBTİ+ Örgütleri Neler Yapıyorlar?
“Afette Bile Eşitlenemedik”: Mersin ve Amed’de Kadın ve LGBTİ+ Örgütleri Neler Yapıyorlar?

Afet programlarında çalışan kişilerin toplumsal cinsiyet ve cinsel çeşitlilik hakkında bilgilendirilmesi, farkındalık düzeyinin artırılması elzem.

MEYDAN

YDepremin LGBTİ+sı: Antep Queer ile depremden sonra dayanışma ağları üzerine söyleşi
Depremin LGBTİ+sı: Antep Queer ile depremden sonra dayanışma ağları üzerine söyleşi

22 Şubat 2022 tarihinde Antep'te yaşayan LGBTİ+ öznelerin biraraya gelerek oluşturduğu bir topluluk olan Antep Queer LGBTİ+ Dayanışması ve Topluluğu'ndan Yusuf Gülsevgi ile söyleşi.

MEYDAN

YSamandağ’ın Kadınları
Samandağ’ın Kadınları

Kadınların çoğu zaten üstlenmiş oldukları ev içi bakımına bir de bu bakımı olağanüstü koşullarda, çadırlarda, su ve yeterli temizlik malzemesinin yokluğunda devam etmek durumunda.

Bir de bunlar var

Filmci Cadılara Çağrı: Uçan Süpürge Film Festivali’ne Başvurular Başlıyor!
2019’un Lezbiyen Filmleri
“Başka bir arzunuz” ya da direnmeyen madun olur mu?

Pin It on Pinterest