Selma Gürbüz’ün 5 Kasım 2020 ve 1 Ağustos 2021 tarihleri arasında İstanbul Modern’de gerçekleşen “Dünya Diye Bir Yer” adlı sergisi, sanatçının kendine özgü tarzını yansıtan zengin bir çalışma. Kullandığı geniş renk paletini, doğa ve hayvan figürlerine verdiği önemi ve kendine has bakış açısını her eserde deneyimleme imkânı yakaladığımız bu sergi, çoğunlukla Gürbüz’ün gerçekleştirdiği Afrika seyahati sonrasında yaptığı resimlerden oluşuyor. Sanatçının doğa ve hayvan figürlerini son dönemdeki neredeyse tüm çalışmalarına yansıtıyor oluşu, bu figürler açısından zengin izleğe sahip bir sergi çıkarıyor karşımıza. Böylece sergiye atacağımız bir bakış, Gürbüz’ün insan-doğa ilişkisine bakış açısını kavramamızı sağlıyor.
İnsan, doğa ve hayvan üçlüsünün baskın olduğu bir sanat pratiği geliştiren Gürbüz, aynı zamanda hem Doğu hem Batı kültürlerine ait masal ve mitoloji gibi izlekleri ve teknikleri ustalıkla harmanlayan bir sanatçı. “Dünya Diye Bir Yer” sergisinde de yine sanatçının bu unsurlara aşinalığına şahitlik ediyor, mitoloji başta olmak üzere çeşitli kültürel ögelerle yoğrulmuş bir insan, doğa ve hayvan üçgeni yorumlama pratiğiyle karşılaşıyoruz.
Dolayısıyla Gürbüz’ün bu sergisinde yarattığı dünyayı, onun 1980’lerden yaşamının son günlerine değin üretkenliğini hiç kaybetmeden eser verdiği çağdaş sanata yaklaşımını kavrayabilmek için bir davetiye olarak görüyorum. Bu dünyayı özellikle kadın figürleri üzerinden yorumlamanın epey gerekli olduğunu düşünsem de, yalnızca kadın figürleri ile sınırlandırmayı tercih etmeyeceğim. Zira Gürbüz’ün yarattığı renkli ve gizemli dünyayı, doğayla uyum içinde var edilen insan figürleriyle, insan-hayvan karışımı “melez” varlıklarıyla, bir hayli hayvansal özellik taşıması bakımından artık insan olarak da tanımlanamayacak kompleks figürleriyle, tek bir pencereden yorumlamak mümkün değil.
Bu sebeple, bu muzip dünyaya ait figürleri kendimce gruplara ayırdım ve içlerinden üç tanesini detaylandırmak üzere seçtim: kadınlara eşlik eden hayvan figürlerinin yer aldığı eserler, kadın-hayvan figürlerinin çeşitli yol ve tekniklerle birleşiminden ortaya çıkan eserler ve “başka bir dünyaya aitmiş gibi görünen cinsiyetsiz,” kimliksiz figürlerin yer aldığı eserler.
Gürbüz’ün eserlerinde kadın unsuru, sanatçının başlıca odaklarından biri olarak pek çok eserinde karşımıza çıkar. Yine çoğu zaman, sanatçının yersiz, zamansız, aidiyetsiz, eşşiz kadınlarına eşlik eden hayvan figürleriyle karşılaşırız eserlerinde. Yuva (2019), Soluk Elbise (2004), Dolunay 5 (2008) ve Üç Kedili Kadın (2005) hayvanların ve kadınların birbiriyle uyum içindeki ideallik ilişkisini yansıttığı yapıtlarından yalnızca birkaçı. Hepsi ayrı ayrı detaylı bir irdelemeyi gerektirse de, özellikle Dolunay 5 ve Yuva’ya değinmek istiyorum.
Selma Gürbüz, Soluk Elbise (2004)
Gürbüz’ün hayvan figürleri çoğunlukla büyük kedi ailesine mensup hayvanlardan oluşur ve bu hayvan temsilleri, birçok mesaj içerebilir. Örneğin, Gürbüz hayvan figürlerini insanın iç dünyasını yansıtmak için bir araç olarak kullanıyor olabilir. Şapkasıyla, kıyafetiyle ve ayakkabılarıyla tepeden tırnağa siyaha bürünmüş bir kadının yer aldığı Dolunay 5’te de aynı temanın hakimiyetinden söz edebiliriz. Kaplan ya da panter olduğunu varsayabileceğimiz bu hayvanın kuyruğunun kadının elinde olduğunu görüyoruzbu eserde. Bu hayvan, öznel ve mensup olduğu aileden kaynaklı özellikleriyle, ardındaki kadının da özelliklerini veya dürtülerini temsil ediyor olabilir. Kendisinin ayak izlerini sürdüğünü varsaydığımız bu kadını etkisi altına almış olabilir. Hatta daha da ileri giderek, bu hayvanın, siyahlı kadında varlık kazandığını iddia edebiliriz. Keza esere adını veren dolunayın varlığından hareketle kadın-hayvan ilişkisini mitolojik bir düzlemde düşünerek, kadınların yanı başında yer alan hayvan figürlerinin, Gürbüz tarafından onların iç dünyası ve özellikleri gibi unsurları temsil etmekte kullanıldığına daha da ikna olabiliriz.
Selma Gürbüz, Dolunay 5 (2008)
Her baktığımda ilk kez karşılaşıyormuşçasına hayran kaldığım eserlerden olan Yuva’da ise, daha farklı bir etkileşime şahitlik ederiz. Hayvanlar, insan-doğa ilişkisine anlam katan yapıcı unsurlar olarak da kullanılıyordur bu dünyada. Yuva’daki kadın figürünün sırtında taşıdığı iki maymunun varlığı, aradaki anne-bebek ilişkisine göz kırpıyor. Bu ilişkiyle bakışmak biz izleyicilere dünyayla, doğayla ve hayvanlarla geliştirdiğimiz ilişkinin temeline içgüdüsel açıdan bakma fırsatı sağlıyor.
Selma Gürbüz, Yuva (2019)
Selma Gürbüz’ün sanat pratiğinde büyük yer tuttuğunu düşündüğüm ikinci grup eserlerde, kadın ve hayvan figürlerinin birleşiminden ortaya çıkan melez yaratıklarla karşılaşıyoruz. Bu yapıtlara Bıyıklı Kadın (2006), Toprak (2006), Balık ve Kadın. Doku (2012), Otoportre (2004) ve daha birçok örnek verilebilir. Bıyıklı Kadın ve Toprak, kedi ailesine mensup hayvanların çeşitli özelliklerinin kadın figürlerine atanmasıyla ortaya çıkmıştır. Bıyıklı Kadın’daki kadın yüzünde tıpkı bir kedinin bıyıklarını andıran bıyıklar görürüz. Toprak’ta ise hayvan vücuduna sahip bir kadın siması ile saçları olan bir yaratık yer alır. İki eseri de başta semantik ve dilsel düzeyde hep diri tutulan hayvana ait özellikleri insana atfetme durumunun Selma Gürbüz’ün sanatında tezahür edişi olarak yorumluyorum. Başka bir deyişle, bu ve aynı temele sahip eserleri, insanın çeşitli hareketleri ya da karakteristiklerini pekiştirmek adına kullanılan “aslan gibi” ya da “panter gibi” benzetmeleri Gürbüz’ün sanatsal ve görsel pratiğe dökümü olarak görüyorum.
Selma Gürbüz, Bıyıklı Kadın (2006)
Selma Gürbüz, Toprak (2006)
Balık ve Kadın. Doku ve Otoportre gibi ikinci gruptan eserlerinise daha karmaşık bir zemine sahip eserler olduğunu düşünüyorum. Balık ve Kadın. Doku’da birbiriyle iç içe geçmiş bir kadın ve balık figürü dışında neredeyse başka bir şey göremiyoruz. Söz ettiğimiz diğer eserlerin aksine arka plana beyazlık ya da daha biçimsel bir söyleyişle, şeffaflık hâkim. Bu şeffaflık ve saydamlık, iki figür arasındaki birlik duygusunu vurgularken, izleyicinin odağını bu yaratıcılığa estetik bir biçimde yöneltiyor.
Selma Gürbüz, Balık ve Kadın. Doku (2012)
Selma Gürbüz, Otoportre (2004)
Selma Gürbüz’ün klasik insan ve hayvan siluetlerini ters yüz eden yaratıcı varlıklarından bir diğerine Otoportre’de rastlıyoruz. Ancak, bu kez yalnızca bir insan-hayvan birlikteliğinden söz etmek mümkün değil. Bir “Ağaç Kadın” temsili içeren bu eserde, bir kadın imgesi içinde ağaca benzer bir yapı kadının tüm vücudunu sarar. Böylece, Gürbüz’ün bir tiyatro sahnesi ya da oyun alanı olarak niteleyebileceğimiz sanatsal çerçevesine bitkilerin de dahiliyle, doğayla olan ilişkimiz üzerine daha da içselleştirilmiş ve derinleştirilmiş bir deneyime tanık oluruz. Bu “Ağaç Kadın”ın konumuz paralelinde yorumu için ise Gürbüz’ün eserlerine ustalıkla hâkim olduğunu düşündüğüm Öykü Özsoy’un görüşlerine yer vermek istiyorum. “Dünya Diye Bir Yer”in küratörlüğünü yapan Özsoy, Otoportre’yi betimlerken şöyle diyor: “Sanatçı bir bakıma kendinde sezdiği mistik özellikleri bu yapıtlar aracılığıyla dışa vurur. Kadın figürünün omzuna ve yüzüne ise kuşlar yuva yapmıştır. Yapıtta, ağaç ve kadının birbirini besleyerek var ettiği ahenkli bir birliktelik betimlenir.” Mistisizm, kadın, doğa, hayvan, ağaç ve yer yer mitolojinin ön plana çıktığı bu otoportre, Gürbüz’ü yaratıcı, muzip ve bilgin bir ruh olarak anımsatmaya her daim devam edecek bana.
Son olarak, insanlarla onları kimliksizleştirecek kadar bütünleşmiş hayvan figürlerine değinmek istiyorum. Burada özellikle adını anmak istediğim eser ise Mahlûklar (2019).
Selma Gürbüz, Mahlûklar I ve II (2019)
Gürbüz, el yapımı Japon kâğıdı üzerine mürekkep çalışmasında tavuk ve yılan benzeri hayvan figürlerine onlara birkaç insanı andıracak özellikler atfederek karmaşık bir yapıya sokar. Örneğin, figürlerden birini neredeyse tamamen bir tavuk profilinde çizmişken, ona belirgin memeler ekleyerek karmaşık ve eşsiz bir yapı kazandırır. Ya da gövdesi tam bir yılan formunda olan figüre bir insan başı çizerek onu çok boyutlu ve mistik bir tabire yatkın hâle getirir. Çünkü insan başlı bir yılan figürü, hepimizin benliğinde güncelliğini az çok koruyan Şahmaran efsanesini tekrar getirir akıllara.
“Dünya Diye bir Yer” sergisi, İstanbul Modern’de ilk sergilenmeye başladığında, vaktimi ayarlayıp o salonda bulunana dek hiç aklımdan çıkmamıştı. Selma Gürbüz’ün büyülü dünyasına şahitlik etmek, onunla ve eserleriyle özgün ve yaratıcı bir bağ kurabilmek, benim için özel bir deneyimdi. Bu yazıyı da iki sene önce bir 22 Nisan’da bu dünyaya veda eden Selma’ya kısa bir teşekkür vesilesiyle yazıyorum. Onu özlemle, sevgiyle ve yarattıklarına büyük bir hayranlıkla anıyorum. Bu yazının da henüz onunla tanışmamış vedünyasının kapılarını aralamamış olanların buna adım atmaya vesile olmasını umuyorum. İyi ki yaşadın Selma Gürbüz.
Notlar
“Selma Gürbüz’ün Otoportre adlı yapıtını İstanbul Modern’in şef küratörü Öykü Özsoy anlatıyor,” İstanbul Modern Sanat Müzesi, son erişim 20 Nisan 2023.
https://www.youtube.com/watch?v=LFOe7ok80KA&ab_channel=%C4%B0stanbulModernSanatM%C3%BCzesi
Ana görsel: Selma Gürbüz, Kaldığımız Yerden, 2019.