Hüdai nabit ot gibi Madison’ın reklam aleminde bitivermiş Don Draper neden öyle gülüyordu hep?

SANAT

Draper’ın Betonlaşmış Gülümsemesi ve Hemen Her Şeyin Kulbu Olarak Edebiyat

Don Draper’ın toplantı masalarından sekreteriyle kısa diyaloglarına, Peggy’yi sustalı maymuna çevirdiği güç taarruzlarından yatak sahnelerine varasıya her koşulda yüzüne yapıştırdığı bağlanma sorunu yaşayan adam gülümsemesi üstüne çok düşündüm.

 

Benim durumumdaki insanları, medyayla dayatılan hazlar üstüne kafa yoran yeryüzü tanrısı akademisyenler “sıradanlığın darbesi”ni yemiş kimseler olarak adlandırıyor. Oralı olmuyorum. Marksistlerden muhafazakarlara cümle teorisyen, Adorno’nun “Keyif almak Evet demektir” mottosu etrafında birleşip, popüler oyalanmanın direnme olasılığını yok ettiğini savunuyor. Boş işlere, popüler medya üreten endüstrinin akıl çelen, pasifize eden iç gıcıklayıcı estetik numaralarına teslim olmuş o bana benzer kitle üst mertebelerde epeyce yerden yere vuruluyor. Ancak Draper’ın gülümsemesi üstüne düşünürken, Kill Bill’lerden bu yana hava şartlarına göre maruz kalıp eziklendiğimi hissettiğim bu suçlamalar karşısında katiyen diken üstünde değilim. Kaldı ki o günlerden bugüne kimler, neler geçti, dijital anarko stilizasyonu en nihayetinde beni bile kapsamış olabilir. Tüm eleştirileri umursamazlıkla bertaraf ettiğim gibi, söz konusu gülümsemeyi, Peggy’nin at kuyruğunu, merhum Berth Cooper’ın yayınlanan en son bölümdeki mesaj kaygılı hayal dansını, Sally’yi bu günlere getiren pedagojiyi veyahut Harry Crane’in tek kişilik departmanının akıbetini eni konu epeyce masaya yatırıyorum. Üstelik bu yoldaki boş çabamı savunabileceğim bir sığınak veyahut çıkış kapısı da buldum: Caroline Levine, Wisconsin üniversitesinde İngiliz edebiyatı profesörü, Provoking Democracy: Why we need the arts (Demokrasiyi Kışkırtmak: Sanata hacet var) ve The Serious Pleasures of Suspense: Victorian Realism and Narrative Doubt (Kesintinin Ciddi Hazları: Viktoryen Gerçekçilik ve Anlatıda Kuşkugibi önemli kitapların yazarı, Northon’un meşhur dünya edebiyatı antalojisinin editörü. Don Draper’ı ele alırken Mad Men’le ilgili ilginç bir görüşü savunuyor ve saptamasını kendim için elbette çok uygun görerek alıyorum.

 

Özetle şunu söylüyor: 19. yüzyıl realist romanı neydi allahaşkınıza? Tefrikalar tefrikalar. Her haftaya ya da aya bir ya da birkaç bölüm. Bu dizi mantığı tabii. Peki bu romanların kendisi de birer oyalanma değil miydi? O dönemin insanları Balzac’a, Dickens’a kaptırmışken dizi okuyorlar, gerçeklik lafzından hareketle asıl gerçekten kopuyorlar, hayali bir dünyaya kilitleniyorlar diye yerden yere vurulmadılar mı sanıyorsunuz? Kaldı ki özellikle Dickens kurgularında, kendi zamanına göre birkaç on yıl öncesinin köksüz sapsız kahramanlarının çıkışları ve çıktıkları noktadaki sürüklenişleri anlatılır. Draper bu roman kişilerinin akrabası değil mi sizce? Buradan hareketle medya hazlarının geçen iki yüzyıl içerisinde aşağı yukarı sabit kaldıklarını söyleyebilir miyiz? Söyleyebiliriz. Ve bu dizi bir harika!

 

don-draper2

 

Hiç kimsenin işine yaramayacak boş düşüncelerime böylelikle umulmadık bir anakroni üzerinden zemin ve dayanak bulmuş oldum. Çıkışından batışlarına Draper, aklıma ilk elde Flaubert’in (tefrika değildi ve Proust tarafından keşfedilene dek roman yerden yere vuruldu) Frédéric Moreau’sunu, Balzac’ın Rastignac’ını, Dickens’ın uzun ve gerçek başlığı “Oliver Twist ya da Bir Yetimhane Çocuğunun Yolculuğu” olan romanını ya da ayda üç bölüm olarak yayınlanan Copperfield’ını getiriyor. Bu romanlardaki iç bayıcı gerçek zaman epizodlarını düşünelim, aynılarının Mad Men’de kendi medium’una göre varolmadığını söyleyemeyiz.

 

Gülümseme: Ezeli Kimlik Olayı

 

Dolayısıyla bu yazının asıl konusu olan ‘Draper’ın yerleşik gülümsemesi’nin sırrına bu noktadan bakmakta beis görmüyorum. Hüdai nabit ot gibi Madison’ın reklam aleminde bitivermiş Draper (Roger Sterling’le karşılaştırmalı) neden öyle gülüyordu hep? Oyuncunun rol kesme sorunu muydu? Adam rol yapamıyor muydu? Yetersiz oyunculuğu ölçebilen biri değilim ama yönetmenin buna izin verebileceği bir dizi de değildi sanki Mad Men. Derken Haziran ayı Vanity Fair’inde bir Jon Hamm röportajına rastladım. Levine’ın görüşüyle paralel düşünüldüğünde, çok aydınlatıcı olabilecek ve hiç aklıma gelmemiş bir şey söylüyordu (yakışıklı aktör): “Don Draper’ın asıl ve gerçek kimliği (köksüzlüğü) dizinin hiçbir aşamasında gözden kaçırılmamalı. Matthew Weiner bana öyle demişti.”

 

don-draper-gulumseme2

 

Evet, gülümseme rol kesme meselesiydi belki ama bir üst kategoride. Olanca sabitliği içerisinde bu gülümseme, kendi dışında bir durumla asıl, gizli kimliği içerisinde baş etmeye çalışan birinin gülümsemesiydi. Bir yandan açık vermemeye, hadiseler karşısında belki fazla sığ ve brüt, belki fazla incelikli ve ortamın canhıraşlığına yakışmayacak, ayarsız görünebilecek tepkiyi vermemeye, olası tepkiyi kendince yapılandırmaya ya da gizlemeye çalışan bir önceki birinin gülümsemesiydi. Bu da bizi yine 19. yüzyıl romanında olgunlaşmış bir tekniğe götürüyor aslında: mise en abyme (çok kabaca, hikaye içinde hikaye). Yani gerçekte dizide Don Draper’ı oynayan birinden çok, Don Draper’ın hayatını iyisiyle, kötüsüyle oynayan Dick Whitman’ı oynayan biri vardı (Barbey d’Aureilly’nin şeytanlı hikayeleri). Gülümseme bu sebeple Draper’ın surat asmadığı, yabancısama, korku ya da derin üzüntü yaşamadığı ikili ve çoklu sahnelerde epeyce dayandı aslında. Betty ilk ağır depresyon emareleri gösterdiğinde, kadınlar (daha) ne ister merakında oradaydı, Peggy pardon ama bunu ben yaptım, senin değil, sana sinir oluyorum dediğinde mevcuttu, ressam Mitch’in otlu hippi partisinin seyrinde mevcuttu, Megan gerçekte bir aktris nüvesine sahip olduğunu ifşa ettiğinde yine vardı. Ancak kahraman geçmişini kurcalamak zorunda kaldığında ya da buna zorlandığında silinip gidiyor, karakter hikaye içindeki kendi hikayesini kaldıramadığı noktada beton gülümseme çöküp ağlamaya dönüşüyordu (en hakiki yıkılışı için bkz. Hershey çikolatalı bölüm).

 

don-draper-hershey

 

Klasik yüzyılların pozitif jön prömiye kahramanlarının tersine, XIX. yüzyılın baş karakterleri kurtuluşu aşkta ya da trajedide bulan karmaşık varlıklar. Kahramanlıkları yön değiştirmiş, azametlerini zafere dönük güçlerinden değil, mutsuzluklarından alan varlıklar. Böylesi bir kahraman diğerlerinden yine gücüyle ayrışıyor belki ama gücün nesnesi dönüşüyor: Kendini tamamlama, kendine egemen olma pozitivizmine değil, istisna bireylerin meydan okuduğu toplumsal bir bağlama yöneliyor. Etrafını saran dünyayla sürekli çatışma halindeki Draper da, tıpkı Balzac’ın Rastignac’ı gibi, insan ve dünya yasalarının kendisi için inşa edilmediğini hissediyor. Yazgısı hem başka hayatlarla hem de kaldıramadığı, başedemediği, dönüştüremediği gerçek dünyayla her daim çarpışıyor. Dizinin sonuna dair bir tahmin yürütmem gerekse, orijinalinin lekelerini kusan bir üst-hayattaki bu gülümsemenin akıbeti üzerinden yapardım.

 

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZI

YBir Gün Hepimiz CEO Olacağız
Bir Gün Hepimiz CEO Olacağız

Kazanmak nedir? Başarının tanımı bizim için nedir ve bu tanım sağlıklı ise yine sağlıklı bir biçimde nasıl elde edilebilir?

MEYDAN

YJulia Kristeva: “Çiçekler için teşekkürler ama nedir anne dediğimiz?”
Julia Kristeva: “Çiçekler için teşekkürler ama nedir anne dediğimiz?”

"Seküler toplumumuz annelik çilesine dair söylem geliştirememiş tek uygarlık mı olacak acaba?"

SANAT

YID:LA, Bir Kent Stüdyosundan Fotoğraflar
ID:LA, Bir Kent Stüdyosundan Fotoğraflar

Ayşe Ulay’ın ID:LA serisi, kent tarihçesine, kentin birikimine, kentin değişen ya da değişmeye yargılı görünümlerine bakarken, öncelikle böylesi karşılaştırmalı bir bakış açısından muaf ve insansız bir yaklaşım benimsiyor.

TARİH

YIssızlığın Ortasında, Yıldız Moran
Issızlığın Ortasında, Yıldız Moran

Moran’ın Türk fotoğrafındaki benzersiz konumu yalnızca kadın olmasıyla değil, belge fotoğraflarının ve nesnel estetiğin altın devrinde, çektiği fotoğraflarda düz gerçeği sanatının arkasına yerleştirmeyi yeğlemiş olmasıyla açıklanmalı.

Bir de bunlar var

Büyü olarak Sanat, Sanat olarak Büyü
Larisa Shepitko, Hakikat Arayışı ve Mirası Savaş-Karşıtı Filmler
Bitmeyen Hikâyeleri Var, Biliyor Musun? Agnès Varda’nın Üç Filminde Mekânların Hafızası

Pin It on Pinterest