Aşk Büyü Vs.* Türkiye’de ve ülke dışında sessiz sedasız toplam 5 ödül alarak ülkenin sinema tarihindeki yerini garantiledi. Her ne kadar prodüksiyonu küçük, alçakgönüllü ve dikkat çekmeyen bir yapım gibi görünse de lezbiyen romantizmi içeren filmlere dair can sıkıcı normları yerle bir edecek bir potansiyele de sahip.
Ülkemizde ve de dünyanın dört bir yanında patriyarka el ele verip, lezbiyen aşkların sonunun acı, çile ve türlü cezalandırılmalarla gelmesi için çabalıyor gibi. Türkiye sinema tarihinde bunlara örnek olarak Dul Bir Kadın (1985), Düş Gezginleri (1992), İki Kadın (1992), İki Genç Kız (2005) gibi filmler verilebilir.
Dul Bir Kadın (1985), eşinden yeni boşanmış Suna ve (evli) hayırsız sevgilisiyle başı sıkışık olan Ayla’nın arkadaşlığının samimileşmesiyle değişiyor. İki kadın da Bodrum’un sorumluluklardan azade ortamında, varoluşsal sanrılarla tiratlar atan aynı genç adamla sevişiyor. Film kırık kalplere merhem olacak şekilde kadınlar arası arkadaşlığın ve bir çeşit yoldaşlığın vurgulanmasıyla bitiyor.
Düş Gezginleri (1992) her ne kadar niyeti bu değilmiş gibi görünse de, 1994’te enternasyonal LGBT festivallerine katılan ilk Türkiye yapımı film olmuş. Atıf Yılmaz’ın kendine özgü, başlarda “kadınlar arası samimiyet”in sınırlarında gezinen, sonra açıkça “kadınlar arası arzu”ya dönüşen hikâyesi bir köy doktoru (Nilgün) ve seks işçisinin (Havva) yollarını kesiştiriyor. Birlikte yaşamaya başlayan bu iki kadının ilişkisi, şiddet, kıskançlık ve türlü toksikliklerle bitiyor.
İki Kadın’da (1992) bir politikacının karısı ve aynı politikacı tarafından tecavüze uğrayan bir seks işçisinin Bergman’ın Persona (1966) filmine benzeyen, doğada izole edilmiş bir ev ortamında ilişki kurmasına tanıklık ediyoruz. Kadınlar ilişkilerden, hayattan konuşuyor, dertleşiyor uzun bir süre. Finalde “masum” bir şömine önünde uyuma sahnesi kızılca kıyameti koparıyor. Sonuçtaysa, iki kadın birlikte olamayacaklarını anlıyor, yine.
İki Genç Kız (2005) da diğer örneklere benzer şekilde, liseli iki genç kızın arasındaki bir çeşit lezbiyen çekim halini hissettiriyor başta. Bu film, türlü heteroseksüel seks denemelerinden sonra, heteroseksüelliği film evreni tarafından yeniden onaylanan Handan’ın ortadan kaybolmasıyla sonuçlanıyor. Tabii ardında Behiye’nin kırık kalbini bırakarak.
Sınıfsal farklar, toplum baskısı ve lezbiyen kimlikle barışamamak, 1980’lerden 2000’lere benzer şekilde, benzer düğümleniş ve açılmalarla kurgulanıyor. Bu dönemden şimdiye dek, birbirinden etkilenen, birbiriyle ilişki kurmak isteyen kadınların üzerinde onlara şanssızlık, çile ve dram saçan bir çeşit kara bulut varmış gibi. Bahsetmeden geçemeyeceğim, bu uzun döneme yayılan 5 filmin adlarındaki kadınlık vurgusu bir çeşit şifre gibi işliyor. O kadar kadınların perspektifinden, kadınların çektiği filmler yapılmıyor ki, yapıldığında “kadınlığın” ölesiye vurgulanması gerekiyor filmin her yerinde. Bir de tabii nedense seks işçisi kadınlar ve kadınlar arası romantizmde huzur bulma motifi var birkaç filmde birden görebileceğimiz üzere.
Aşk Büyü Vs. ise Büyükada’nın romantik ve şehirden uzak atmosferinde açılıyor. Eren vapurdan inip yürürken yüzüne çarpan deniz kokusunu hissediyoruz neredeyse. Konuşmaya başladıkları anda Eren ve Reyhan’ın arasındaki o sınıfsal uçurumun kenarında buluyoruz kendimizi: Biri dünyayı gezmiş, aradığını bulamamış ve Türkiye’ye dönmüş; öbürü neredeyse hiç İstanbul’dan hatta Ada’dan çıkmamış. Diğer örneklere benzer bir şekilde, Reyhan ve Eren de farklı sınıflardan geliyorlar. İkisi de farklı şekillerde baskı görüyor birbirlerine âşık oldukları, lisedeyken birlikte oldukları anlaşılınca.
Film boyunca akan diyaloglarla, karışık kaset doldurmalı, kalpleri pır pır ettiren hislerinin ortasına aileleri çöküvermiş iki kadının hikâyesi açılıyor önümüzde. Flashback yok, sadece seyircinin hayal gücü var. Neden sonra Reyhan Eren’e kendisine âşık olması için büyü yaptırdığını hatırlıyor. Başlıyorlar büyüyü yapan kadını aramaya. Aşk da bir çeşit büyülenme hali ya, tam da öyle hislerle başlıyorlar dere tepe düz gitmeye. Bu kısmın hafifliği, esprili hali, muhabbeti olmasa koca bir melodrama dönüşebilir film. Ama bu büyüyü bozma ritüeli tatlı bir hisle kaplıyor filmi. Hepimizin öyle ya da böyle hayalini kurduğu bir çeşit romantizmden, gençliğin tecrübesizliğinden, şairane birtakım betimlemelerden besleniyor Aşk, Büyü, Vs. İçimizdeki liseli gençler kıpırdanıyor, oradan oraya sekmeye başlıyor.
Aya Yorgi’nin bahçesindeki restoranda romantik, muhabbetli bir randevuya eviriliyor sonra hikâye: Rakılar içiliyor, şarkılar söyleniyor. Büyü şimdiye kadar bozulmuş olmalıydı ama belli ki bozulamamış. Begonvillerle, bahar hafifliğine, adalı aşk şarkılarına ve şiirlere karışan geçmişten gelen hayaletler de var elbette filmde. Hayaletler geri geliyor, adada birileri hatırlıyor onları, bir şeyler hissettiriliyor ama üzerine pek konuşulmadan kapanıyor bu sekans. Belki de bu yüzden, Reyhan Ada serüveni boyunca konuşmalarını etrafı kontrol etmek zorunda kalarak bölüyor. Dışarıdan gelip geçen insanlar, kapıların açılıp kapanması, kafede oturma anı…Hepsi dışarıdan gelebilecek tehlikelere, davetsiz misafir kulaklara karşı tetikte olma halini dışa vuruyor.
Bu gerilimi bedenselleştiren karakter ise Reyhan’ın aynı evi paylaştığı sevgilisi Gökhan oluyor. Bir şeyler olacağı gerilimi film boyunca makul sebeplerle kendine yer bulsa da birtakım şaşkınlıklar sonucu bu tansiyon da bertaraf ediliyor.
Söylenen şarkılardan, okunan eski mektuplardan, büyünün bozulmasından ve rakılardan sonra iki kadın sevişiyor. Kesik kesik yakın planlardan oluşan bu sekans da pek görmediğimiz bir lezzet ve mahremiyet hissiyle betimliyor yakınlaşmayı. Her şeyin, tüm krizlerin, yüzleşmelerin sonunda Reyhan ve Eren Gökhan’ın darmaduman ettiği evin bahçesinde otururken insanın içini ferahlatan bir yıllar sonra kavuşma hikâyesi izlemiş oluyoruz. Bu film, lezbiyen filmlerin mutsuz sonlarla, cezalarla, acılarla bitişine deva oluyor.
*Siz de içinize su serpen, yılların heteronormatif lezbiyen filmleri döngüsünü kıran bu filmi izlemek isterseniz, MUBİ’ye göz atabilirsiniz.