Sinek Sekiz Yayınevi'nin kurucusu İrem Çağıl'la Bali süreci ve Lotus doğum üzerine söyleştik.

KÜLTÜR

“Doğum bilgelik veren bir tecrübe olabilir”

 

Merhaba İrem Çağıl, ilk olarak bize biraz kendinden bahseder misin?

 

Doğum işlerinden biraz korkan bir annenin, 33 sene önce Ankara Hacettepe hastanesinde sezaryenle dünyaya getirdiği ilk çocuğuyum. Bebekliğim ve çocukluğumun ilk demleri Afyon’un bir köyünde, gerisi üniversiteden mezun olana kadar Ankara semalarında geçti. Mimarlık ve görsel tasarım konularında lisans ve yüksek lisans eğitimleri aldım. Bir süre İtalya’da yaşadım. İstanbul’da kısa süre çalıştıktan sonra beton dünyasına çizim yapmaktan bunaldığımı, ofislerde daraldığımı farkettim. İşleri güçleri bıraktım. Bu sıra biraz düşünmek için çıktığım bir bisiklet yolculuğum var ki pek bi meşhurdur; İstanbul’dan Barcelona’ya pedalladım. Bu yol bana çok şeyler öğretti. Temiz havanın, iyi besinin kıymeti, doğayla bağlantılı bir hayatın güzelliği, emek vererek ilerlemenin önemi gibi…Bu konularla ilgili bir şeyler yaparak hayatım geçsin istedim ve döndükten sonra çevreyle, ekolojiyle ilgili kitaplar yayınlayan bir yayınevi kurdum. O zamandan beri Sinek Sekiz’e emek veriyor, iyi insanlarla beraber ilham veren kitaplar çıkarıyorum.

Olmadık maceralara atılmayı seven, özgürlüğüne düşkün tipik bir deli koç kadınıyım. Yazıya, kağıda özel bir bağlılığım, Minti diye bir kedim, Alaz isminde bir sevgilim, 1 aydır da Kiraz adında bir kızım var.

 

Kiraz’ı Bali’de Lotus Doğum yaparak dünyaya getirdin. Lotus Doğum nedir? Nasıl yapılır? Senin nasıl haberin oldu?

 

Hamilelikle beraber oluşan ve bebeğin doğumuyla işlevini tamamlayan inanılmaz bir organımız var; plasenta. Bebeğin göbek kordonuyla bağlandığı plasenta hamilelik boyunca kusursuz bir biçimde çalışarak ona oksijen sağlıyor, besliyor, büyütüyor. Bebeği oluşturan hücrelerin bir kısmı hamileliğin başlarında bölünerek plasentayı oluşturduğundan plasentaya “bebeğin eşi” de deniyor.

Alışılagelmiş doğumlarda, bebek doğduktan hemen sonra göbek kordonu kesilerek plasentadan ayrılıyor yani bebeğin ve annenin plasentayla ilişiği kalmıyor, plasenta da “atık” olarak değerlendiriliyor, doğum hastanede olduysa hastaneye bırakılıyor. 9 ay boyunca bebeğe bakmış olan harikulade bir organ, bebeğin bir parçası olan kordonun çat diye kesilmesiyle bir anda çöpe gidiyor.

Adına “lotus doğum” denen uygulamadaysa bebek ve plasenta, göbek kordonu kendiliğinden kuruyup düşene kadar birbirine bağlı kalıyor. Yani lotus doğum bir doğum şekli değil, bebeğin plasentadan ayrılmadan bir süre daha kalmasına verilen özel bir isim. Bu yöntemi, doğumun kendi içinde mükemmel olduğunu ve gerekmedikçe doğal akışa müdahale etmemenin anne ve bebek için faydaları olduğunu düşünenler tercih ediyor.

Ben daha 3 aylık hamileyken, sevgilimle birlikte bir doğum ve hamilelik eğitimine katılmıştık. Eğitim Emirgan’daki Doum’daydı ve eğitimi veren Nur, doğumda yapılan rutin uygulamaları anlatırken göbek kordonundan da bahsetmişti. Bu sırada ben “neden çat diye kesiliyor, beklenemez mi? diye sorduğumda alternatif bir yöntem daha olduğunu, adına “lotus doğum” dendiğini, Robin Lim adında, bu konuda kitaplar yazmış, Bali’de bir doğumevi kurmuş bir ebenin de bu yöntemi çok savunduğunu filan anlattı. İsmi bir kenara not ettim ve kurstan sonra araştırmaya başladım. Lotus doğumdan ilk haberdar oluşum böyle oldu.

 

 

kirazbebisplesenta

 

Plasenta ve kordonun ayrılma sürecini uzatmanın ne gibi faydaları var? 

 

Bu konuda türlü türlü görüş var, kanıtlanmış net bir faydası olmadığını söyleyenler olsa da doğuma gerekmedikçe yapılan her müdahalenin anne ve bebek üzerinde stres yarattığı, doğal akışı bozduğu, bunun da türlü türlü zararı olduğu bir gerçek. Plasenta ve bebeği, göbek kordonu kendi kendine kuruyup düşüne kadar ayırmamak bir kere bu doğal hali korumak demek. Bu süre içinde plasentadaki bütün kan ve enzimler tamamen bebeğe geçebiliyor. Göbek kordonunu kesmemek de bebeğin hala bir parçası olan, bir süre daha kalp atışının olduğu bir dokuya bıçak değdirmemek, şiddet yaratmamak demek. Ayrıca bebeğin ilk günler mümkün olduğunca anne yanında, çok hareket etmeden kalması da önemli bir şey. Plasentaya bağlı olan bebeği elden ele dolaştırmak zor olduğu için lotus doğum bu mahremiyetin korunmasını da mümkün kılıyor. Bütün bunların yanında benim bizzat deneyimlediğim bir faydası da psikolojik oldu. 9 ay süren hamilelik süreci bir günde bitiveriyor ve bir anda hopp diye anne oluyorsunuz. Doğumda herşey çok hızlı ilerlediği için sonradan doğuma dair bir şeyle kendi başınıza bir süre kalmak, düşünmek çok iyi geliyor. Plasenta ve göbek kordonunu koruduğunuzda, kendinize göre bir ritüelle onlara veda edebiliyorsunuz. Vücudunuzun bebeğinizi büyüten bu parçasına dokunmak, yıkamak, tuzlayıp güzel kokulu otlarla, çiçeklerle koklamak ve sonra toprağa gömmek aslında zihinsel olarak hamilelik sürecinizin bittiğini kabul etmenize yarıyor. Bu döneme istediğiniz gibi veda edebilmek önünüzdeki zorlu yeni süreçlere adapte olmanızı kolaylaştırıyor.

Ben  güzel bir doğum geçirdim ve bebeğimi hiçbir müdahale olmadan vajinal yolla dünyaya getirdim. Akabinde durdurulamayan şiddetli bir kan kaybım oldu ve durdurmak için yapılanlar yüzünden travmatik bir doğum sonrası yaşadık. 5 gün sonra eve dönebildiğimizde plasenta ve göbek kordonun olduğu pakedi açtım, yıkadım, yeniden tuzladım, lavantalarla, biberiyelerle, çiçeklerle ve 9 aylık sürece plasenta üzerinden kendimce içimden şükrettim. Sevgilim de yeni baba olarak kendi ritüelini plasenta ve göbek kordonunu altına gömeceğimiz ağacı arayıp bularak geçirdi. Sonra hep beraber toprağa dokunduk, plasentayı koyduk, ve ağacın köklerini toprakla buluşturduk. İçimizden bebeğimizi büyüttüğü gibi bu genç ağacı da büyütmesini diledik. Bu muhteşem organın hastane çöplüğüne değil de meyve verecek bir ağaca besin olacağını bilmek bize iyi geldi, hala da düşündükçe mutluluk veriyor.

 

Lotus doğumu tercih etmende sadece lotus doğumun avantajları olması, kendine yakın bulman mıydı yoksa şu an yapıldığı haliyle hastane doğumlarının seni düşündüren bir tarafı mı var? (Çağla)

 

Türkiye’deki sezaryenle doğum oranı inanılmaz yüksek; özel hastanelerde bu oran %80’leri buluyor ve bu hastanelerin gelirlerinin önemli bir kısmını sezeryan doğumlar oluşturuyor. Bu inanılmaz kötücül bir şey çünkü yapılan şey, doğal olarak doğurabilme yetisi olan kadınların türlü türlü şekillerde doğuramayacaklarına inandırılarak kesilip biçilmesi. Bunun üzerinden dönen dev bir ekonomi var. Dolayısıyla sorunuzun cevabı evet, şu an yapıldığı haliyle hastane doğumları beni düşündürüyor, düşündürmekle kalmıyor öfkelendiriyor.

Lotus doğum apayrı bir olay, güzel bir yemekten sonraki tatlı gibi. Asıl mühim olansa yemeğin kendisi yani doğumun nasıl olduğu. Benim Türkiye dışında bir yerlerde doğum yapmaya iten ana neden, Türkiye’de doğumun devlet tarafından kadınlar ve çocuklara göre değil ekonomik faydalara göre şekillendirilişi. Bu topraklarda hamileye “hasta”, doğuma “medikal bir olay”, doğum yapılacak yere de “hastane” deniyor. Doğum da doktor kontrolünde yalnız hastane ortamında gerçekleştirilebiliyor. Ben evimde doğum yapmak istiyorum dediğinizde doğumuzuna eşlik edecek bir doktor ya da ebe bulamıyorsunuz çünkü yasalarla bu engellenmiş durumda. Devlet size illa ki hastanede doğum yapacaksın diyor, hastanede doğum yapmak da bu yerin prosedürlerine dahil olmak ve belirlediği ücreti ödemek demek. Halbuki her kadın birbirinden çok farklı ve onları biricik yapan farklar doğumları için de geçerli. Ama hastanelerin bu farklılıkları gözeten bir yapısı yok. Hastane işleyişi için ne daha kolay oluyorsa bu uygulanıyor. Bu da her doğumun farklılığını yok edilmesi, medikal doğrularla ekonomik çıkarların kesiştiği bir şablona, “normal”e uydurulmasıyla oluyor.

 

Hamileliğin kaçıncı ayında Bali’de doğum yapmak istediğine karar verdin? Burada göründüğün doktorlardan itiraz geldi mi?

 

Hamileliğimin en başından beri 2 şeyi hiç istemiyordum: hastanede doğum yapmak ve İstanbul’da olmak. Hastane istemiyordum çünkü doktorlu, eczacılı bir ailede, hep hastanelere yakın bir hayat yaşadım ve benim için hastane hastalıkla, ölümle özdeşleşmiş bir yer. Halbuki hamilelik bir hastalık değil, tersine bedeninizin içinde yeni bir hayat başlatacak kadar sağlıklı olduğunuz, çok özel bir hal. Ayrıca Türkiye’deki hastaneler mekansal olarak da insana fenalık getiren yerler; lobisinde piyano çalınan en lüksünden, oturacak sandalye bulunamayanına kadar hepsinde sürekli gözetlendiğiniz bir fabrikadaymışsınız hissi var. Bütün o hijyen, makineler, parlak ışıklar, robot gibi davranan insanlar size ‘burası çok profesyonel bir yer ve herşey bizim kontrolümüz altında’ demeye çalışıyor. Halbuki doğum ruhunuzla ve bedeninizle, bedeninizin çok özel bir bölgesini hiç kullanmadığınız şekilde kullanarak yaptığınız, çok güçlü ve tekil bir eylem. Ve biliyoruz ki ruhumuza iyi gelmeyen şeyler bedeninizin işleyişini doğrudan etkiliyor. Dolayısıyla gözetlenmeye değil mahremiyete, ekranlara bakmaya değil odaklanmaya, mekanizmanın parçası personellere değil şefkat, sevgi hissedebileceğiniz, güven veren insanlara ihtiyacınız var.

Ve bir de tabii temiz havaya, sağlıklı besine ve gökyüzünün altında rahatça hareket edebilmeye, güvende hissetmeye. Hepimizin bildiği üzere İstanbul’da bu pek mümkün değil.

 

Aslında ben Bali’de doğum yapmaya karar vermedim, tek istediğim hastane olmayan bir yerde, kontrolün doktorlarda ya da makinelerde değil bende olduğu, öncesinde ve sonrasında kendimi sağlıklı,mutlu,huzurlu hissedebiliceğim bir yerde doğum yapmaktı. Kendi ülkemde doğumun nasıl olacağı çok keskin hatlarla çizilip yasalarla da belirlendiği ve devletimiz alternatiflere zinhar izin vermediği için başka seçenekleri araştırıp bulmaya mecbur kaldım. Bali böyle bir süreçte şekillendi.

Türkiye’de görüştüğüm doktorum Gülnihal Bülbül Bali’de çalışan Robin Lim’den, doğumevi Bumi Sehat’tan haberdardı. Beni hep destekledi. Oradayken de hep haberleştik, sevgisini ilgisini hep yakınımda hissettim.

 

Dilini bilmediğin memlekette doğumla ilgili bağlantıları nasıl kurdun, gitmeden önce birilerini ayarlamış mıydın?

 

Bali Endonezya’nın bir adası, kendi dili var tabii ama ana gelirini turizmden elde ettiği için İngilizce çok yaygın. Dolayısıyla gitmeden önce ve orda bulunduğumuz süre boyunca pek dil problemi yaşamadık.

Şunu da söylemek lazım, dünyanın öbür ucuna gitmemizde yeryüzünün bu cennet köşesinde 3 ay geçirmenin cazipliği etkili oldu tabii ama Robin Lim’in kurduğu Bumi Sehat adlı doğum evi olmasaydı herhalde Bali’ye gitmezdik. Robin Lim doğal doğumu savunan, bu konuda kitaplar yazan, “gentle birth heals mother earth” şiarlı doğumevleri kuran, özel bir ebe. Geçen sene CNN tarafından verilen “Hero of the Year” ödülünü almış. Bali’de de onun kurduğu, çalıştığı Bumi Sehat isimli bir doğumevi var. Çok mütevazi bir yer, bütün hizmetleri, o bölgede yaşayan yerli halka ücretsiz. Dışarıdan gelenler de küçük bir bağış karşılığında bu hizmetlerden yararlanabiliyorlar. Bumi Sehat’ı aradım, mail attım, yabancı biri olarak orada doğum yapmanın mümkün olduğunu öğrendim. Bir de bir tanıdığım vasıtasıyla daha önce onun doğumuna katılmış Avustralya’lı, Bali’ye gelmek isteyen bir ebeyle iletişime geçtik ve doğum için bize eşlik etmesi konusunda anlaştık.

 

10454047_1425353291074711_445418974_n

 

Ana-baba endişelendi mi, gitme kızım dedi mi? Hiç sana veya Alaz’a bir endişe geldi mi?

 

Bizimkiler benim kafama koyduğumu yapmama alışık oldukları için biraz daha az şaşırdılar. Aileler, özellikle anneler doğumda bulunmak istediler ve uzağa gidiyor olmamızın özellikle bu kısmına çok takıldılar. Ben “bu benim anne olma sürecim, yanımda anne olunca kendimi çocuk gibi hissediyorum, izin verin, biraz güvenin” minvalinde konuştukça yatıştılar. Araştırıp öğrendikçe, konuşup iletişimi sağladıkça endişeler azaldı ama tabii bitmedi. Bir de doğum tam seçim zamanına denk geliyordu ve aylar öncesinden zaten ortam çok gergindi. Hamile yogasından eve dönerken sokaktaki gazın bitmesini bekliyordum filan. İstanbul’dan bir an önce uzaklaşmak istedim haliyle. Biraz sakinleşip düşününce hak verdiler. Ama tabii gittiğimiz günden itibaren volkan mı patlamış, tsunami olur mu gibi felaketleri takip etmekten geri durmadılar. İnstagram sağolsun, fotoğraflarla gördükçe rahatladılar.

 

Orda hamileliğin son ayları nasıl geçti? Alışma süreci nasıldı? Ne yedin ne içtin? Hamilelikte uyguladığın belli bir diyet var mıydı?

 

Hamileliğimin son ayları rüya gibi geçti desem yalan olmaz. Açık havada yaşadık bir kere, hava sıcaklığı buna uygun olduğu için. Yeşillikler içinde bol bol yürüdüm, yüzdüm. Çeşit çeşit hayvanla haşır neşir oldum, güne ördek sesiyle başlayıp, geceleri ateşböceklerinin girip çıktığı odalarda uyudum. Bol bol taze hindistan cevizi suyu içtim, geleneksel yöntemlerle tarım yapmayı bırakmadıkları hiç zorlanmadan çok sağlıklı beslendim. Bir diyet uygulamadım ama doğal doğum yapmak istediğim için çok kilo almaya dikkat ettim. İşlenmiş gıda tüketmedim, şekere, meyve şekeri bile olsa elim çok gitse de kendimi frenledim.

 

Yapmak istenilirse burada da lotus doğum yapmak mümkün olabilir mi? (Oşu)

 

Türkiye’de doğum hastanede oluyor, hastanelerin rutin prosedüründe göbek kordonunun kesilmesi, plasentanın da atılması var. Lotus doğum, yukarıda anlattığım gibi kordonun kendi kendine kuruyup ayrılana kadar bebekle plasentanın birleşik kalması demek. Hastane doğumlarında bu konuda bir tercih şansı tanınmıyor bildiğim kadarıyla. Dolayısıyla Türkiye’de hastanede lotus doğum yapmak mümkün değil.

 

Böyle bir maceranın peşine düşmek her şeyden önce kaynak meselesi de tabii… Senin yolunu izlemek isteyip Türkiye’den gidebilecek durumu olmayanlar için tavsiyelerin var mı? (Nigar)

 

Bütün kadınlar birbirinden farklı, biricik. Bu farka kıymet vermek gerekir o yüzden benim yolumu izleyin, işte budur doğrusu diyemem. Ama kendi iç sesinizi dinleyin, kendi yolunuzu çizin diye bas bas bağırabilirim. Sadece doğum için değil tabii, her konuda kendinizi özgürleştirin, dişil güce inanın, bu yanınızı güçlendirin derim.

 

IMG_0653_.0000

İşin ekonomik kısmına gelince… Biz Bali’de İstanbul Kadıköy’de yaşarken harcadığımız paranın daha azını harcayarak çok daha mutlu bir şekilde yaşadık. Doğumevi ücretsizdi ama hem doğum öncesi kontroller hem de doğum için küçük bağışlar yaptık (Doğum için 200 USD, kontrollerin her biri için de 10 USD verdik) Avustralya’dan gelen ebeye 1000 USD verdik. Orada yaşamak için cebinizde şu kadar olması lazım diyemem çünkü nasıl şartları tercih ettiğinize göre bu çok değişir ama Türkiye’de Kadıköy’de kirada oturan, kültür-sanat sektörüne iş yapan iki orta sınıf kişi olarak zorlanmadık diyebilirim. İstanbul’da yaşamanın ne kadar lüzumsuzca pahalı olduğunu bir kere daha anladık tabii.

 

Bebiş ortaya çıktı m’şşallah inanılmaz da güzel bişey çıktı. Şimdi neler yapıyosunuz? Annelik iznin ne zaman bitiyor?

 

3 aydır uzakta olduğumuz için arkadaşlarımızla, ailelerimizle görüşüp koklaşıyoruz şu sıra. Bir yandan da buradaki yeni hayatımızı şekillendirmeye çalışıyoruz. Ben seneler önce köye göçmüş, sonra Sinek Sekiz’in kitaplarını çıkarabilmek için İstanbul’a geri dönmüştüm. Şimdi yeniden uzaklaşma vakti geldi. Şehirde betona sıkışamıyorum artık, toprağa suya yakın bir yuvaya ihtiyaç duyuyoruz. Annelik izni diye bir şey yok bende, kendi işimi hayatımın bir parçası haline getirmiş halde yürütüyorum. Doğumdan bir gün önce çeviri düzeltisi yapıyordum örneğin, bebek 43 günlük oldu, hala vakit buldukça işe devam ediyorum, uzaktan verilecek kararları alıyorum, yönetim kısmını da aksatmadan devam ettirmeye çalışıyorum.

 

Sinek Sekiz’in yeni projeleri var mı? Doğumla ilgili kitaplar yayınlamayı düşünüyor musunuz? 

Türkiye’de kadınların ve adamların doğumun doğasını anlamaya çok ihtiyaçları var. Ben hamile kaldığımda okuduğum iyi kitapların çok faydasını gördüm ve onlar sayesinde doğumun işleyişini biraz olsun kavradım. Bunun yanı sıra ülkemde olmayan birçok şeyden haberdar oldum. Öyle ki bunlar içinden ikisinin Türkçe yayın haklarını aldım. Dünyaca ünlü ebe Ina May’in kült kitapları “Guide to Childbirth” ve “Birth Stories”i yakında yayınlayacağız. Umuyorum ki bizde de dünyanın birçok yerinde seneler önce olan doğum devrimi gerçekleşir ve kadınlar doğumlarına sahip çıkmaya ve erkeklerin/devletin nerede ve nasıl olacağını belirlediği mekanikleşmiş, medikalleşmiş doğumları sorgulamaya başlarlar. Çünkü biliyoruz ki eğer bir kadın kendine ve bedenine güvenirse doğum, ona içsel bir güç ve bilgelik veren bir tecrübe olabilir.

 

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

ECİNNİLİK

YYunanistan’ın Yeni ‘First Leydi’si Ne Giymeli?
Yunanistan’ın Yeni ‘First Leydi’si Ne Giymeli?

Yunanistan'da Alexis Tsipras yönetiminde yeni bir kemer sıkma karşıtı parti yönetimde. E popüler atasözünün dediği gibi "bütün büyük adamların arkasında büyük bir kadın vardır."

TARİH

YSenin için düşündüğüm çiçekleri bulmak çok zor
Senin için düşündüğüm çiçekleri bulmak çok zor

Frida Kahlo'dan dostu ve meslektaşı O'Keeffe'e, endişe, destek ve aşk dolu bir mektup

SANAT

YMüzik Şemsiyesi – 3
Müzik Şemsiyesi – 3

Bu bölümde yönetmen John Cassavetes'in 'Etki Altında bir Kadın'ından bahsedecek ve müzisyen Harwood'un film için yapmış olduğu ana temayı dinleyeceğiz sayın Müzik Şemsiyesi severler...

Bir de bunlar var

“Adem” De Bir Kadından Doğmuş Olmasın?
Bir İnsan Olarak Anne
Sararmış Yapraklar: “Bin Kilo Var Omuzlarımda Beni Aşağıya İttiren”

Pin It on Pinterest