Burçak Bingöl 1985-91 yılları arasında Ankara Devlet Konservatuarında yarı zamanlı olarak koro bölümünde öğrenim gördü. 1995’te Orfeon Oda Korosuna korist olarak katıldı. Lisans öğrenimi gördüğü Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Seramik bölümünde, yüksek lisans ve doktora çalışmalarını tamamladı ve 2015’te Nesin Sanat Köyü’nde kurucu eğitmen olarak yer aldı. SAHA Derneği’nin Tate St. Ives ile sürdürdüğü işbirliği kapsamında Porthmeor Studio’da bulunan sanatçı Burçak Bingöl ile burada geçirdiği bir aylık süreci konuştuk.
Sevgili Burçak, öncelikle röportaj teklifimi kabul ettiğin için çok teşekkürler. Seni tanıyarak başlayalım isterim. Çalışmalarının kapsamından ve sanatsal üretimlerinde mesele edindiğin konulardan bahseder misin?
Öncelikle ben de röportaj teklifin için çok teşekkür ederim. Asıl alanım görsel sanatlar olmasına rağmen küçük yaşlardan itibaren müzik de hayatımın önemli bir parçasıydı. Seramik Bölümünde akademisyen olarak çalışırken de koroyla uluslararası projeler hep devam etti. 2010 yılında İstanbul’a taşındıktan sonraysa kendi üretimimin yanında küratöryel programlar da geliştirmeye başladım. 2017’den beri de sanatçı olarak kendi projelerim üzerinde çalışıyorum.
Sanatsal üretimlerimde kullandığım malzeme ne olursa olsun çalışmalarımı bir araya getiren mesele hep aynı. Olduğum yeri ve zamanı anlamlı kılacak yeni bağlamlar, yeni durumlar ve formlar üretmek. İstanbul’da yaşadığım için başlıca malzemem bu kentte biriken kültür. Bu çerçevede coğrafya ve tarihi malzemeyle bir araya getirmeye, izleri takip etmeye, parçaları bitiştirmeye çalışmak özellikle ilgimi çekiyor. Seramik malzeme de bunun için harika bir araç. Bulunduğum coğrafyanın kültürel mirasının zaman içindeki yolculuğunu, değişimini ve etkisi altında kaldığı tesirleri araştırıyorum. Aşina olduğumuz biçimsel ve imgesel bazı temsilleri ve onlara dair edindiğimiz alışıldık izlenimleri malzemeyle düşünerek yeni tercümeler kurguluyorum.
Şu anda İngiltere’deki Porthmeor Studio’dasın. Çeşitli misafir sanatçı programlarına katılmış olduğunu biliyorum. Örneğin 2019’da Ayvalık’taki Gate 27’de ve Stockholm’deki Iaspis’te, daha önce ise New York’daki Hunter College’de bulundun. Sanatçı ve yazarların bu programları son derece önemsediğini, üretimlerinde verimliliği besleyen bir imkân olarak gördüğünü sıklıkla konuşuyoruz. Fakat hali hazırda bulunduğun Porthmeor Studio* için herkesin “rüyalarını süsleyen” bir stüdyo desem abartmış olmam sanırım. Instagram paylaşımlarından heves ve merakla takip ediyorum zaten ama orada zamanın nasıl geçiyor, Porthmeor Studio nasıl bir yer ve orada ne yapıyorsun?
Cornwall’daki St. Ives özellikle savaş sonrası pek çok sanatçının gelip yerleştiği ve ürettiği bir yer. Buranın modernizmle güçlü bir ilişkisi, devraldığı büyük bir miras var. Daha da önemlisi bu çok iyi muhafaza ediliyor. Barbara Hepworth’ün (1903-1975) şu an müzeye dönüştürülen atölye ev-bahçesi gördüğüm en ilham verici yerlerden biri. Bir kadın heykeltraş olarak o dönemde fikirsel ve biçimsel anlamda ortaya koyduğu üretim bugün de güç veriyor. Porthmeor Studio’da ise Ben Nicholson’dan Francis Bacon’a pek çok önemli sanatçı çalışmış. Burası sanatçıların yerleşik olarak çalıştığı bir atölyeler bütünü. Ben ise Tate St. Ives’ın ve Saha Derneği’nin desteklediği bir programın parçası olarak bir ay süresince buradayım. Önümüzdeki sonbaharda Tate St. Ives’ta gerçekleşecek kişisel sergim için hazırlık yapıyorum.
Burada olduğum sürede kültürel ve sanatsal mirasının yanında Cornwall’un özgün doğasını anlamaya ve deneyimlemeye çalışıyorum; kendime yeni malzemeler buluyorum. Buradaki bitki örtüsünü, kil yataklarını ve doğaya bağlı birtakım ritüelleri keşfederek bölgenin sadece sanat tarihini değil, onunla inkar edilemez bir biçimde iç içe geçmiş olan doğa tarihini de araştırmalarımın merkezinde tutuyorum.
Seramik malzemenin de çok önemli bir yeri var burada. İngiliz stüdyo çömlekçiliğinin (British Studio Pottery) kurucusu olarak görülen Bernard Leach 1920’de Shoji Hamada ile birlikte Leach Pottery’i burada kurmuş. Şu an bir müze, çömlek üretim ve eğitim merkezi olarak işleyen bu kurumda da çalışmalar yapıyorum. Hem Bernard Leach’in kişisel atölyesinde bana açmış oldukları çalışma alanında bir mikro-tarih metni üzerine çalışıyor hem de burayı gözlemleyerek sergim için yeni fikirler ve çalışmalar üretiyorum.
Birkaçını saymak gerekirse, New York’taki Metropolitan Museum of Art’ta, Berlin’deki Haus des Papiers Museum’da ve Krakow’daki Çağdaş Sanat Müzesi MOCAK’ta koleksiyonlara giren işlerin var. Avrupa, Kuzey Amerika, Ortadoğu, Uzakdoğu ve Türkiye’deki özel koleksiyonlarda da yer alıyorsun. Eserlerinle koleksiyonlarda yer almak senin için ne ifade ediyor?
Bence koleksiyonlarda yer almanın en önemli yanı, bir devrenin tamamlanmışlığı duygusu. Bu bir sanatçı için müthiş bir tatmin. İş artık benden çıkıyor ve onun kendi hayatı başlıyor. Bir yapıtın ortaya çıkması için gereken tüm o yoğun, yalnız ve ızdıraplı süreç bu paylaşımla anlamlanıyor. Yeni üretimler için fikirsel ve fiziksel yer açılıyor. Yapıtın gittiği yerin kamusal bir koleksiyon olmasını özellikle çok değerli buluyorum çünkü daha fazla insan tarafından paylaşılabiliyor ve devre daha da genişliyor. Kişisel ve kapalı bir süreç toplumsal bir boyuta taşınarak büyüyor. Sanat kültürü dediğimiz şey de tam olarak bunun üzerine inşa oluyor zaten…
Son olarak, benim de iki senedir metin yazarı, çevirmen ve podcast sunucusu olarak işbirliği içinde bulunduğum Zilberman Gallery’de 2010-2016 yılları arasında sanat direktörü olarak çalışıyordun. 2012-2018 yılları arasında, Zilberman’ın 2009’da genç sanatçılara yönelik başlattığı Genç Yeni Farklı (GYF) sergilerinin jüri üyesi olarak bulundun; ayrıca 2019’da daha önce GYF sergilerine katılmaya hak kazanmış on iki sanatçıyla (Eda Aslan, Özgür Atlagan, Alpin Arda Bağcık, Zeynep Beler, Sevinç Çalhanoğlu, Nazlı Erdemirel, Gizem Karakaş, Zeynep Kayan, Gülşah Mursaloğlu, Ali Şentürk, Ezgi Tok ve Hasan Özgür Top) çoğu bu sergi için özel üretilmiş işlerden oluşan Devam Etmek Gerek başlıklı serginin küratörlüğünü üstlendin. İki senedir salgın koşulları nedeniyle düzenlenemedi ama 2022’nin iyi haberi, GYF bu yaz geri dönüyor. GYF özelinde de yanıtlarsan sevinirim ama bir yandan genel anlamda sanat kuruluşlarının, galerilerin vs. genç sanatçılara yönelik sunduğu bu gibi programların güncel sanat dünyasındaki yerine dair görüşlerini alabilir miyim?
GYF’nin geri dönmesine ben de çok sevindim. Zilberman’ın başlattığı bu ekinliğin özellikle genç sanatçılar arasında edindiği saygın yeri gözlemledikçe doğrusu içten içe gururlanıyorum. Söylediğin gibi galerinin sanat direktörlüğünü yaptığım sırada seçkinin bu yapıya oturması için özellikle çabalamıştık ve bunun sonucunu görmek bana mutluluk veriyor.
Genel olarak da genç sanatçılara/küratörlere görünürlük kazandırma amacıyla yapılan programların/seçkilerin ayrı ayrı çok değerli olduğunu düşünüyorum. Ancak önemli olduğunu düşündüğüm bir başka şey de kariyerinde belirli bir noktaya gelmiş, istikrarla üretmeye devam eden sanatçıların da kendilerine uygun sergileme, paylaşma ve üretmeyi sürdürebilme koşullarının oluşturulması.
Türkiye’nin çetin politik ve kültürel iklimine rağmen sürdürülen GYF’nin, onuncu yılına özel olarak küratörlüğünü yaptığım GYF ON: Devam Etmek Gerek sergisiyle tam olarak bunu vurgulamıştım: GYF gibi seçkilerden tanıdığımız genç sanatçılar ne yapıyor? Sanat hayatlarını nasıl sürdürüyor, sanatsal olarak nasıl besleniyorlar? Yaşadıkları toplum onlara sanatsal büyümelerinde ne kadar eşlik edebiliyor? Bence bunu takip etmek, onlara yeni bir yol açmak, eşlik edebilmek çok önemli.
Soruların için çok teşekkür ederim. St. Ives’tan sevgiler.
*Cornwall’daki Porthmeor Studio 1800’lerin başında sardalya balıkçılığı için inşa edilmiş; 2005’te İngiliz hükümetince ikinci derece sit alanı ilan edilen bina 2012’de dört milyon pound harcanarak birkaç yeni stüdyo da eklenecek şekilde özenle yenilenmiş. (Z.N.A.)
Ana görsel: Burçak Bingöl St.Ives’deki Porthmeor Studio’da.