Kemal Gün Kasım ayında Dersim’in Çat bölgesine yapılan bir hava bombardımanında yitirdiği oğlu Murat Gün’ün cenazesini almak için başladığı açlık grevinin 88. gününe girdi. Haberlere göre kemikler postalanmış. Sonrasında aile avukatının kemikleri elden teslim aldığı haberi çıktıysa da, Pir Haber Ajansı’na göre aile avukatı bunu yalanlayıp kemiklerin kargoda olduğunu söyledi. PTT’de yani. Hani şu eşe dosta kart yollamak, uzakta okuyan çocuğunuza evden özlediği bir yiyeceği ulaştırmak, ya da iş için evrak postalamak için gittiğiniz PTT Kargo. Öyle alelade bir eşya gibi, bir evrak gibi insanların parçalanan, yakılan kemiklerini postaya vermek…
Kemiklerin İstanbul’daki Adli Tıp Kurumu’na gitmesini sağlayan kişi yine Kemal Gün olmuştu; hem de oğlunun ve diğerlerinin kemiklerini -kendi elleriyle- bombalandıkları sığınaktan topladıktan sonra. Hava harekatı sonucu kemikler öyle yanmıştı ki, Adli Tıp Kurumu raporunda DNA eşleştirmesi yapılamadığını yazmıştı. Böylece, kemiklerin hangi şahsa ait olduğu tespit edilemediğinden, kimsesizler mezarlığına gömüleceklerinin hükmü verilmişti. 165 kemik parçasından hangilerinin Murat Gün’e ait olduğu tespit edilemese dahi orada kimlerin cenazesi olduğu biliniyordu. Dolayısıyla Kemal Gün tüm kemikleri talep etmiş ve ortak bir mezar yapacağını, böylece daha sonra kemikler üzerinde hak talep edecek başka aileler de olursa aynı yere onların da mezar yaptırabileceğini söylemişti. Yani sadece kendi oğlunu gömme hakkı için değil tüm evlatların gömülme hakkı için girmişti açlığına.
Ancak mezar hakkından öte bir şey gösterdi Gün bizlere; devletin ne kadar uğraşırsa uğraşsın bir kimliği, bir hayatı top yekun belirleyemeyeceğini. İsterse biyolojik özünü, DNA’sını görmeye, isimlendirmeye gücü yeten en ileri teknolojilere sahip kurumları olsun, o bedenin ait olduğu insanı, o insanın hayatta kurduğu ilişkileri ve manayı, ve o mananın dünyadaki yerini adlandırabilecek hiçbir devletli makam olamayacağını. DNA eşleşmesi yapılamadığı için kemikleri kimsesizler mezarlığına göndermeye teşebbüs eden devlet aklının yittiği yeri işaret etti bize Kemal Gün. İşte orası anadan doğma bir yerdir. İyi belleyin orayı çünkü hepimizin ortaklaştığı, yaşadığımız yerdir.
Gün, kendi bedeninden eksilterek, en büyüğü 10 santimetreyi geçmeyen ve artık DNA’sı dahi okunamayan kemiklerin, bu yaşama sığmamış, sığdırılamamış evlatlara ait olduğunu, o kemiklerin bir yeri, bir toprağı, bir hakkı olduğunu kabul ettirdi. Dertli aileler gelip dua okuyabilsinler, ağlayabilsinler, ağıt yakabilsinler, ölülerini öte aleme uğurlayabilecekleri bir iskele, bir karış mezar yeri olsun, büyüdükleri ve üstünde can verdikleri topraklarına karışsınlar diye.
Devlet yittiği yeri örtmek için son numarasını da yaptı, kemikleri postaladı. Ama 88 günlük açlığın sonunda o kemikler o babaya varacak, o toprağa kavuşacak. Çevresindeki sevenleri ona artık yaşamda değilse de, öte aleme geçerken hakkını teslim edecekler. Bu evlatların kim olduğunu ağıtlarıyla, anılarıyla, adanmışlıklarıyla mühürleyecekler ki hiçbir devlet makamı sökemeyecek.