Birkaç aydır İstanbul’da DJ’lik ve elektronik müzik prodüksiyonuyla ilgilenen kadınlarla yaptığımız söyleşilerde, İstanbul gece hayatının da en az gündüz hayatı kadar heteronormatif ve cinsiyetçi iç yüzünü konuşmuştuk. Bu ay da, daha önce bir sanat galerisi ve gece kulübünde de çalışmışlığı olan, bir dönem seks işçiliği yapmış, son birkaç yıldır da DJ’liğe ağırlık veren Kübra Uzun’la İstanbul gecelerini, trans beden ve deneyimler odağında masaya yatırıyoruz.
DJ’liğe başlamadan evvel İstanbul sosyal hayatında önemli yerleri olan Galeri NON, Kiki gibi mekanlarda yaptığın işlerle biliniyordun…
Galeri NON henüz inşaat sürecindeyken bir gün önünden geçiyordum, kapıdan selam vereyim dedim ve içeri girdim. Ustalar bir yandan çalışıyor. Orada bir yamukluk var, şurada bir yamukluk var derken galerinin kurucusu ve arkadaşım Derya bana ‘’Sen ne yapıyorsun bu aralar, işin var mı?’’ dedi, ‘’yoo’’ dedim, ‘’seve seve desteğe gelirim, başında dururum.’’ Öyle bir başladık. Derken galerinin koordinatörü oldum. İki senenin ardından Tophane’deki olaylar üzerine hatta biraz da onun sebebiyle galeriyi Mısır Apartmanı’na taşıdık. Ben de bir süre sonra NON’dan ayrıldım. O ara bir gün eskilerden yakın bir arkadaşım bana yazdı, “Adana’dan geldim, İstanbul’dayım. Gel sana bir sürprizim var, Fulya’da oturuyorum’’ dedi. Ben o sıra annemle yaşıyordum. Bir gittim, gacı trans! Bir sürecin içindeydi zaten. Sonra orada vakit geçirmeye başladım; evin bir aksiyonu vardı, çalışılan bir evdi, hem yaşanılan hem çalışılan bir evdi. Ben de zaten bir süredir Kübra Uzun olup duruyordum.
Bunu da anlatayım arada bak. Seneler önce 11 yıl falan, Bilgi’de Sahne ve Gösteri Sanatları Yönetimi okurken arada cross-dress oluyordum evde. İşten geliyordum, okuldan geliyordum, peruk takıyordum, makyaj yapıyordum. MiRC vardı o zamanlar. Giriyordum çeşitli nick’lerle, öyle birileriyle görüşüyordum. O sürecin performatif oluşu, yani benim o değişimim, o anlık değişime verilen reaksiyon, bunun bir seks act’ine dönüşmesi, bir şey yaşanıyor olması beni çok çekiyordu. Yani aslında “küçükken annemin rujunu sürerdim, ayakkabılarını, eteğini giyer aynanın önüne geçerdim’’ gibi bir çıkıştan, male/female ikiliği üzerinden hareket etmedim. Hani “daha çok kadın gibi hissediyorum’’ diye bir çıkış noktasından değil de, sürecin kendisini keyifli, eğlenceli ve performatif bulduğum için aslında bu süreci yaşadım ve çok da keyif alıyordum. Hala daha alıyorum ama evrildi tabii bazı şeyler, trans kadın olmakla dışarıda cis görünümlü olup eve gelince değişmek farklı şeyler sosyal tag’i açısından.
Kübra ismi nereden geliyor?
Ben MiRC’e girdiğim zamanlarda Aynalıçeşme’de bir evim vardı, keyifli bir evdi. Bir gün dışarı çıktım. Kübra Şekerleri vardır, bilir misin? O ana kadar ben de bilmiyordum. Bir baktım dışarda bir şirket arabasının üzerinde Kübra Şekerleri yazıyor. Öyle oldu. Bir de Kübra hiç benlik bir isim değil ama bir yandan da ben olmak ya da olmamak ne ki zaten? O ismi gördüm ve nick olarak seçtim. Ben aslında isimler üzerinden okuma yapmam, isimleri hatırlamam, on kere tanışırım isimleri yeniden yeniden sorarım. Yani Barış olarak da devam edebilirdim, Ayşe de olurdu, ne bileyim Dilruba da olurdu, Kübra oldu. Özel bir sebebi yok, bir yandan da his olarak bana hem kapalı hem açık geliyor Kübra. Yani kendi içinde de çoklu bir durumu varmış gibi geliyor. Böyle A iken B olmak gibi tek bir değişim değil de, farklı değişimlere de gidebilirmiş gibi. Bir yandan muhafazakar da. Yani Kübra kaldı. Boyum da uzun, Kübra Uzun oldu canım.
Arkadaşının evinden bahsediyordun…
O dönem arkadaşım evde çalışıyor ben de o evde sürekli vakit geçiriyordum. Gidiyorum, kalıyorum, geliyorum. Zaten Kübra da oluyordum bir süredir. ‘’Ben de çalışacağım sizinle’’ dedim, ‘’Tamam’’ dediler. Zaten benim bir odam vardı, makyaj, peruk vs derken ufak ufak çalışmaya başladım. Zaten keyif aldığım bir şey, bir yandan nakit üzerinden keyif veren bir şeye de dönüştü benim için. O zamanlar trafik de baya vardı, şimdiki gibi değildi. Yıl 2011-2012-2013. NON zamanlarında Sıraselviler’deki Kiki’ye gidip gelirdik, sergi sonrası partilerimiz orada olurdu. Bana bir gün Kiki’nin ortağı Burcu ‘’sen ne yapıyorsun?’’ diye sordu. ‘’Hiç’’ dedim ‘’öyle takılıyorum, arada Kübra Mübra’’. ‘’Biz Ortaköy Kiki’yi açıyoruz. Dahil olmak ister misin?’’ diye sordu, ‘’seve seve’’ dedim ve o eve kapanma sürecinden çıkıldı. Sıraselviler Kiki’de hafif alıştırma yapmaya başladım, kasa masa, malzeme alım satım, belgeler vs derken Ortaköy’ü açtık.
DJ’liğe de orada mı merak salmıştın?
Hepimiz müzik seviyorduk, dinlemeyi seviyorduk. Müzik paylaşmayı, dans etmeyi ve insanları dans ettirmeyi seviyorum, aslında benim için olay bu. Bir de DJ’lik yine performatif bir durum benim için. Sadece müzik çalmıyorum sahnedeyken, bir şey yaşıyorum içimde. Aslında bu dönüşümümde ne yaşadıysam, iç alevim nasıl bir koza dönüşüp çevirdiyse beni, çalarken de öyle, bir an kaybediyorum kendimi, bakıyorum başka bir yerdeyim. Sonra Kiki başladı ve evet oradaki DJ set up’ını kurcalayarak, çalanları izleyerek olayın teknik kısmını az çok çözdüm kendi kendime.
O arada işte ben bir değişim yaşamak istediğime karar verdim. Sıkıldığımı düşündüm içinden geçtiğim süreçlerden, hayatın enerjisi bana yetmemeye başladı. Sonra böyle bir daraldım, sıkıldım derken, ben böyle bir değişim yaşamak istiyorum diye çat diye karar verdim! Önünü arkasını düşünmeden, önceden böyle bir hissim yokken. Bir anda geldi, kararı verdim, hop ‘’çıkıyorum’’ dedim ve çıktım. Bir ay sonra meme ameliyatı, burun ameliyatı, lazer ve hormon süreci derken birdenbire Kübra Uzun uzadı, cisimleşti. Zaten bir şeydi de, böyle bir şekil aldı diyelim.
Bu sürecin hayatına etkisi nasıl oldu?
Demin de bahsettim, ben pek olacakları ön görememişim ama benim biraz kendi işleyişim böyle. Ben olayları çok kurgulamadan, analiz etmeden, neyin nereye varacağını çok düşünmeden yaşıyorum. İyi ya da kötü demiyorum herkesin yaşayışı farklıdır, bazıları çok düşünür, üzerine çok akıl yorar. Ben ise verdiğim kararların aslında karar bile olduklarını o anda anlamadan yaşıyorum. İstiyorum ve yaşıyorum ama galiba bu konuda biraz düşünerek hareket etmem gerekiyormuş, bunu zamanla anladım.
Neden peki?
O anda zorlanmadım, ameliyatlarda da zorlanmadım ama sonra bir anda kendimi evde tek başıma, kendi kapalı habitatımda ve parayı seks işçiliği yaparak kazanırken buldum. Bu arada bunda sorun yok yani, bundan gurur da duyuyorum. Seks işçiliği iştir, işçilik ister! Ama ben sadece oradaydım, sanki başka bir şey yapmayacakmışım gibi kodladım kendimi bir süre ve çok kapandım. İlk üç sene kendimi kapadım sanırım, son bir buçuk senedir biraz daha sosyalim, daha çok çalmaya, dışarı çıkmaya başladım falan…
Böyle hissetmende çevrenden aldığın tepkilerin de bir etkisi oldu mu?
Tabii gey olmak gibi değil trans bir kadın olmak. Cis’ken süreci farklı yaşıyordum, aynı insanken. Bir fiziki değişim oldu ama ben yine benim. Yine de bir baktım, aslında sen sen değilmişsin başkalarına göre. Ben de fazla zorlamadım galiba, biraz bu durumun keyfine kapıldım. Evdesin, tek başınasın para kazanıyorsun, bir şey yakalamışsın, çok güzel fotoğraflar çektirmişsin Deniz Erol’la. Ben bir şey yarattım. Hatta Deniz benim fotoğraflarımla beraber bizim camiaya girdi, kızların fotoğrafçısı oldu. Benim fotoğraflarımı gören kızlar “bu kız kim, bu kızın fotoğraflarını kim çekiyor” diyordu. Hep böyle performans üzerinedir benim hayatım. Öncesinde de sahne var, Nilüfer’in geri vokaliydim, Candan’la (Erçetin) çalıştım. Ben Sahne ve Gösteri Sanatları Yönetimi okumadan önce Hukuk okuyorum, bıraktım. İki okul arasında da yarı zamanlı İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nda müzikal oyunculuğu okudum. Hatta bölüm üç seneydi beni mezun etmediler, “iki sene daha uzat, sen bize lazımsın” diye. Sertifika aldığım bölümü lisansmış gibi okudum. Vokal, geri vokal, seslendirme, müzikal oyunculuğu derken ben aslında hayatımın 10-12 senesini böyle kazandım. Aslında biraz da bu persona, alter egomun egoma baskın gelişi, aynı şeyi devam ettirme çabam adına bir dönüşümdü belki de bu yaşadığım. Ve kilitlendiğim nokta da galiba Kübra Uzun’ken isim yapıp, mistress/dom olarak iş adına isim olup, bir süre sonra ‘’bu da böyleymiş’’ demem. Tepe noktasını gördüm, o nokta benim biraz daraldığım nokta oldu. Gelmişim 38 yaşına, ‘’ne yapacağım, böyle mi devam edeceğim, kaç yaşına kadar devam edeceğim’’ dediğim anda kendim çıktım olaydan. Sonra da ufak ufak çalmaya başladım.
Neler çalıyorsun DJ setlerinde?
Belli bir çizgim yok. Aslında çok şey dinliyorum ve çalıyorum. Bir puzzle gibi düşünebilirsin. Mesela çalmadan önce çalacağım gece için klasör hazırlıyorum ama kurguladığım klasörün dışına da çıkabiliyorum gecenin dinamiğini bozmadan. Bir şekilde yazdığım, kurguladığım şeyle, hayatımdaki devinimimde de böyle, bir şey yaşıyorum ve farklı yerlere gidiyorum. Biraz ravish, house ve tekno ağırlıklı bir set. İçinde pop da var, funk da var, house da var, techno da var, disko da var. Hep beraber dans ediyoruz.
İstanbul gece hayatı içerisinde yaşadıklarından, gözlemlerinden bahsedebilir misin?
Şöyle gözlemlerim var tabii. “Aaa Kübra!!!” diye gelen tepkiler. Barış’ken kimse “Aa Barış” diye üzerime atlamıyordu ama Kübra olunca değişti. Bir bu var. Bundan dertliymişim gibi söylemiyorum. Onun dışında cis’ken erkeklerden görmediğim homofobiyi, trans kadınken kadınlardan gördüğümü söyleyebilirim, özellikle dışarı çıktığımda. Mesela ben bir yerdeyim, bir şey yaşıyorum, bir de çift var orada. Oğlan bana mı bakıyor neyse haberim bile yok derken lavaboya doğru hareket ettiğimde kız bana omuz atıyor falan. Neden yapıyor bilmiyorum. Ben bunu cis’ken yaşamadım, Kübra’yken yaşadım ama. Galeri NON’dayken iş sattığım kişilerden birinin dükkanı olan Bebek’teki Lucca’da da bir olay yaşadım. NON zamanında da arada giderdim, bir Lucca’ya uğranırdı o zamanlar bilirsin. Üç sene önce bir gece “hadi Lucca’ya gidelim” dedik yine bir 10 kişi. Grupta bir de oğlan var ve biz tatlı tatlı flörtleşiyoruz. Girdik Lucca’ya, daha önce Kübra’yken gitmiştim bir iki kere daha. İçerde biz oğlanla bir yakınlaştık, öpüştük; ama öyle büyük bir öpüşme değil. Tatlı tatlı dans ediliyor, takılınıyor. Mekan da dolu. O gün öyle bitti. Sonra bir kere bir Jameson gecesi varmış Lucca’da, oraya gidelim olduk. Kapıda beni durdurdular, “siz giremezsiniz” diye. Çok da üstelemedim. Arkadaşım girdi “neymiş bir bakayım” diye, çıktı. Neymiş efendim ben içerde müşteri ayarlamaya çalışıyormuşum. Lucca’dan bahsediyoruz! Böyle bir bahaneyle mekana alınmadım. Biraz ilginçti ve beni üzdü.
Sonra mekandan herhangi bir özür, bir açıklama geldi mi?
Hiçbir özür yok. Ben de uzatmak istemedim. Ben olayları uzatmam, madiliğe madilik yaparak karşılık vermeyi tercih etmem. Arkadaşlarımla yaşadığım madiliklerle de böyle bu olaylarla da böyle, hop uzaklaşırım, bir daha da dahil olmam. Enerji sarfiyatı gibi geliyor bana. Ben madilik varsa ‘’naşşşş’’ deyip uzaklaşıyorum. Özür dilenmedi, çok da dillendirildiğini sanmıyorum…
Peki İstanbul’un heteroluğuyla nam salmış diğer mekanlarıyla ilişkin nasıl?
Çok fazla dışarı çıkmıyorum, sadece çalacağım zamanlar çıkıyorum. Ama sayıca hallice azaldı bu mekanlar, beş on sene önceki mekanlarla şimdikiler arasında çok fark var. Aslında bana öyle geliyor ki genel olarak çoğumuz gece neden dışarı çıktığımızı bilmiyoruz. Tüketmek için çıkıyoruz. Eskiden mekan için, kulübün kendisi için ve DJ’i dinlemek için çıkılırdı. O gece ne içtiğine, sıçtığına değil bunlara bakılırdı, şimdi pek öyle değil. Ben bunu tüketim deliliğine bağlıyorum. Artık tüketirken neye dikkat ettiğimiz değişti galiba, o geceyi dışarda geçirmiş olmak için dışarı çıkıyoruz. Bahsettiğin hetero havayı kıran mekanlar da var, kendi iç matematiğini oluşturmuş oluşumlar da var, Madır Öktem’in başı çektiği Dudakların Cengi gibi mesela. Kendi kitlesi var, vibe’ı var, enerjisi var. Böyle bitmeyen gender kuir bir enerjisi var. Bunun dışında da biz devam edeceğiz edebilirsek, ne de olsa kuirler vardır!
İstanbul gece hayatı içerisinde son zamanlarda iyice ayyuka çıkan bir cemaatçilik durumundan da bahsediliyor.
Genel bir cemaatçilik var kesinlikle. Her şey aslında aynı yere bağlanıyor; mekan sayısının azlığı, o mekan içindeki tüketimin, içeriğin haline kadar baktığımız genel şemsiye aslında kendi içinde çok organik şekilde birbirine bağlı: Aslında o olduğu için o öyle, o da öyle.
Bu ortamda ‘’nasıl dışarı çıkalım da kendimizi güvende hissedelim’’ diye düşünmüyor mu insan? Ben düşünüyorum şahsen…
Ben de düşünüyorum. Zaten artık çıkmıyorum aşkım, kıt kadar param var. Artık seks işçiliği yapmamaya odakladım kendimi. Üç dört aydır lokal olarak görüşme yapmıyorum. Berlin’de Transgender Europe diye bir organizasyon var, oraya başvurdum, olursa Mart’tan itibaren iki sene Berlin’deyim. Bu olmazsa yüksek lisans kovalamaya başlayacağım. Artık buralarda keyif almıyorum çünkü, çıktığımda içinde olmak istediğim bir durum yok. Ben partner bulmak adına çıkmıyorum dışarı. Keyif almak ve dans etmek, iki arkadaş görmek için çıkıyorum. Bunu yapamıyorsam da çıkmıyorum. Azla yaşamaya alıştım, parasızım diye kafamı duvarlara vurmuyorum. Keyifli miyim değil miyim, ona bakıyorum.
Bu arada bahsettiğin gibi İstanbul’da Şahika gibi kuir mekanlar, Queerwaves gibi DJ kolektifleri, Dudakların Cengi gibi performans geceleri sayesinde kuir oluşumların son derece hetero olan ana akım gece yaşantısına sızdığını da görüyoruz.
E bizler de varız! Yeni jenerasyon, ki ben onlara bomba nesil diyorum, çok bilinçli, pırıl pırıl bir jenerasyon. Ben o yaşlarda bu kadar bilinçli değildim. Biraz ağzı açık, ‘’eee, ööö’’ idim. Şimdikilerin ayakları yere erken yaşta sapasağlam basıyor ve böyle şeyler çıkıyor ortaya. Bu mekan ve oluşumların görünür olmaları çok önemli çünkü ‘’diverse’’ (çok çeşitli) durumlar yaratıyorlar; yani bildiğimiz durumlar üzerinden okumalarla gelmiyorlar bize. Kendi hissettikleri üzerinden bir durum yaratıp, kabul ettirip, devam ettiriyorlar ve bu çok önemli!
Kendini bir aktivist olarak tanımlar mısın?
Kendi adıma evet. Hepimizin bir davası var, benim şu yaşadığım süreç de aslında kendi davam. Geçen haftalarda bir trans kadın daha katledildi biliyorsun, Hande Şeker. Bunlar karşısında mümkün olduğu kadar görünür ve kalabalık olmamız gerekiyor. Birebir kendimle alakalı olmayan ortamlara dahil olma konusunda başarılı olduğumu söyleyemeyeceğim ama geçen yaz Türkiye’deki Türk ve mülteci trans kadınlarla ilgili konuşma yapmak üzere Amsterdam’a gitmiştim.
Nasıl olmuştu?
Ben vize almak istedim, dışarda çalışabilir miyim, nasıl olur, bir görmek için. Hollanda konsolosluğu kültür bölümünden arkadaşım İpek’in yakın arkadaşı Hollanda’dan Dinah var, bir takım organizasyonların yönetim kurulunda. Ondan davetiye istedim. O da beni Amsterdam Trans Haftası kapsamındaki panellerden birine konuşmacı olarak davet etti. Aktivizmim de böyle bir aktivizm benim. Bu bir mücadeleye dahil ve aktif olmaksa, öncelikle kendi mücadelem içinde yollar bulmaya odaklanıyorum. Müziğimle daha çok dahil oluyorum buna, müziği bir aktivizm aracı olarak kullanıyorum diyebiliriz. O yüzden çalarken dans etmeyi, dans edenlere karışmayı seviyorum. Çalarken bir anda kabinden çıkıp pistte şarkı bitene kadar dans edebiliyorum.
İstanbul gece hayatıyla ilgili başka şikayetlerin neler?
Zor bir durumdayız genel olarak. İçki fiyatları, ekonomik durum. Zorluyoruz hep birlikte. Kolay değil, mücadelemiz genel. İnsanlar gergin, ‘’hoh’’ desen parlayacak durumlar artık. Yurt dışında Berlin’de ya da Amsterdam’da geceyi uzun uzun devam ettirebiliyorum keyifle, insan olduğumu hissediyorum. İnsanlar gülümseyerek geçiyor yanımdan; buradaki gibi ‘’tro mı lan bu’’, ya da ‘’ne lan bu, ne olduğu belli değil’’ gibi cümleler gelmiyor. Ama ben bu ‘’tahmin edilemezliği’’ de seviyorum. Bir yandan da o kostümü giyeceğim alan ne kadar var artık burada? Berlin’de istediğim gibi giyinip Berghain’a gidebiliyorum ama burada kiminle ne yaşayacağım artık? Bir şey yaşayacaksam aksiyon ve reaksiyon olmalı ki keyif alalım. Dışarı çıkmak benim için biraz da sahneye çıkmak demek çünkü. Tadını almak istiyorum. Penisim duruyor, onunla ilgili bir operasyon düşünmüyorum. Onu saklama gereği de duymuyorum. Mesela, bir üçleme hareketi vardır, alırsın penisi arkaya çekersin, amın varmış gibi gözükür ama ben hiç orada değilim. Tayt giydiğimde penisim gözükmesin derdinde değilim. İnsanlar ben yolda yürürken de mekanlarda da, önce yüzüme, sonra oraya bakıyorlar. Çok ilginç değil mi? Bunlara alıştım. Ben “in-yer-face” (suratına suratına) yapmayı seviyorum o anlarda da. Aslında benim için olay hep sahne. Seyircilerin oturup baktığı bir sahne olarak düşünme bunu, hayatımı ve beni, “biri” olarak devamlı sahnede düşün. Bu ben sahnedeyken de böyleydi, işteyken de böyleydi, Kübra’yken de böyle.