"Tam bağımsız Türkiye mücadelesini tam bağımsız Sevim mücadelesinden taviz vermeden yürütmüş bir kadındır o."

MEYDAN

Devrimci Ressam Sevim Onursal’ın Anlatılmamış Hikayesi 1. Bölüm: Fotoğraftan Kırpılan Kadın

 

16 Temmuz 1971, Ankara Sıkıyönetim Mahkemesi. Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO) davasının ilk duruşması. Deniz Gezmiş’in savunmasından bir bölüm şöyle:

“(…) İddianame kelle istemek için hazırlanmıştır. Yapılan tahliller yanlıştır, hatalıdır, değerlendirmeler keza isabetsizdir. Yalnız, biz varlığımızı hiçbir karşılık beklemeden esasen Türk halkına armağan etmiş bulunuyoruz. Türk halkı ve devletin bağımsızlığına armağan etmiş bulunmaktayız. Bu sebeple ölümden çekinmiyoruz (…)”

THKO davasının sembolü haline gelmiş olan yukarıdaki fotoğrafta çok şey var. Haksızlık, karanlık, mücadele, acı, meydan okuma, onur, öfke… Baktıkça daha da fazlası sızıyor insanın içine içine. Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın asılarak idamıyla sona eren o sürecin simgesi olmuş fotoğraflardan biri.

 

Böylesi korkunç, böylesi vicdansız olaylar için teselli bulmanın yollarından biri tarihin insafından bahsetmektir. “Tarih yargılayacak” denir. Kastedilen tarih; kendinden önceki eylemleri irdeleyeceğine, uzun vadede sonuçlarını değerlendireceğine, yeniden anlamlandırıp buna göre seçimler yapacağına inanılan gelecek nesillerdir, gelecek tarihçilerdir, başka çağın insanlarıdır.

 

Yöntem Yayınlarının 1974’te bastığı 1. THKO Davası mahkeme dosyasının ilk baskı kapağı.

 

Tarihte ne olup bittiği ile tarihte ne olup bittiğinin anlatımı da birbirinden farklıdır. Yani tarih onu anlatanın perspektifiyle şekillenir, bir nevi geçmişin kurgusudur. Fotoğrafa tekrar dönelim. Yukarıdaki fotoğraf kırpılmış bir fotoğraf. Eksik bir fotoğraf.

 

Sol baştan Metin Güngörmüş, Recep Sakın, Yusuf Aslan, Deniz Gezmiş ve Sevim Onursal. (1)

 

Fotoğrafın kırpılan yerinde, sağ başta bir kadın oturuyor. Bej tonlarda etek-bluz takım giyinmiş. Topuklu ayakkabıları kıyafetine uygun. Dönemin modası küçük bir çanta var ayaklarının dibinde.  Zarif topuzuyla tamamlanan gösterişsiz bir şıklık. 68’li gençlere benzemiyor. Suçu yanlış zamanda, yanlış yerde bulunmakmış da o salonda işi yokmuşçasına yabancı.

 

Tarihin cinsiyetlendirilmesi

 

Metin Altıok dizeleri misali “hoyrat bir makasla o fotoğraftan oyulan, kesildiği bedeni kendini boşlukta tamamlayan” kadının adı Sevim Onursal. Fransız tarihçi Michelle Perrot kadınların fotoğraflardan boş yere kesilmediğine şöyle açıklık getiriyor:

“Kadınların maruz kalmış oldukları unutuluş, rastlantısal ve olumsal, basit bir bellek yitimi değildir; tersine, bizatihi tarihin, iktidarların kamusal edimleri, siyaset katında gerçekleşen olaylar ve yaşanan savaşlar olarak tanımlanmış olmasına bağlı bir dışlamanın sonucudur. ‘Doğa’nın dayattığı işlevler ve tanrıların/Tanrı’nın iradesi tarafından kamusal sahneden dışlanan kadınlar, tarihsel anlatıda ancak sessiz figüranlar olarak görünebilirler, oraya ancak zorla ya da istisnalar, “istisnai” kadınlar, kahramanlar, azizeler, utanç verici kadınlar olarak ve diğer kadınların tümünü gölgeleyerek girebilirler.”  (2)

 

O dönemi anlatan binlerce belge, bilgi, tanıklık, kitap vs. olmasına rağmen ve THKO 1 Davasındaki (3) tek kadın sanık olmasına rağmen Sevim Onursal’ın ismi, cismi sayılı kaynakta geçer. Sis bulutu içindeki o bilgi kırıntıları uç uca eklendiğinde ise hasbelkaderleştirilmiş, Sevim’i “genç sevgili”, “kürk”, “sosyete” kelimelerinin altına gizleyen, daha da silikleştiren bir hikaye kurgulanır. O hikaye az çok şöyle bir şey: Üç çocuklu ressam kadın kendinden genç bir delikanlıya gönlünü kaptırır. Kocasından boşanır. Ama hay aksi! Delikanlı THKO’lu çıkmasın mı? Eee serde aşk var, ne yapsın, 68’lilerin dünyasına alımlı bir turist olarak giriş yapar. Ülke fokur fokur kaynamaktadır, olaylar karışık. Bir gün devrimci gençler banka soyar. Sevgilisini kıramaz Sevim isimli bu kadın, tehlikeli adamları evinde saklar. Bu yüzden başı derde girer. Sevim sosyetik bir kadındır, teslim olmaya bile kürk giyip gider. Cezaevinde sevgilisinden gelen mektupları okuya okuya solcuların ablasına dönüşür. Tahliye olduktan sonra bir kenarda sessiz, sedasız misyonunu tamamlar.

 

Sevim Onursal

 

Oysa Sevim Onursal 60’larda dalga dalga yükselen antiemperyalist, sosyalist hareketin  adanmışlıkla mücadele eden aktif üyelerinden biridir. Üstelik erilliğin kaidelerine inat bir yaşantıdır onunki. Çünkü tam bağımsız Türkiye mücadelesini tam bağımsız Sevim mücadelesinden taviz vermeden yürütmüş bir kadındır o.  Sevim Onursal’ın hikayesi tüm 68’li kadınların, tüm devrimci kadınların, tüm sanatçı kadınların, fotoğrafın kıyısında bırakılmış ya da fotoğraftan tamamen çıkarılmış tüm kadınların hikayesidir. İğneler hazırsa kuyular kazılsın!

 

Sevim Onursal

 

Başka başka sessizliklere sahip olmak

 

Sevim Onursal’ın anlatılmamış hikayesine sonundan başlamalı belki de. 2 Nisan 2009’da hayata veda eder. Yaşamı boyunca şan şöhret, sol kariyer, sanatının pazarlanması gibi hiçbir topa girmeyen, hiç şahsi hesabı için uğraşmamış olan Sevim Onursal ölmeden önce tek bir şey ister: yakın arkadaşı Sinan Cemgil’in (3 Mayıs 1971’de Nurhak’ta katledilen üç devrimciden biri) yanına gömülmek. Ama bürokrasi bahane edilerek vasiyetine izin verilmez.

 

İstanbul’da Çengelköy mezarlığında yaşantısına uygun şekilde toprağa verilir. Dini tören yapılmaz. Türkülerle uğurlanır. (4) Kalabalık değildir cenaze. Küçük kızı Berrin Alganer Lenz annesinin cenazesine geleceklerden üç cümleden fazla konuşmamalarını rica ettiğini söylüyor, “Çok ve boş konuşmayı sevmezdi annem.”

 

Ülkenin en trajik dönemlerinden biri olan 12 Mart sürecinde bizzat olayların içinde yer alan Sevim Onursal’ın suskunluğu aslında şekil değiştiren, yer değiştiren, renk değiştiren, zaman değiştiren çoğul sessizliklerden oluşmuş bir bütün.

 

İstanbullu ressam, 68 hareketinin yarattığı toplumsal değişimin içinde yer almadan çok önce eşitlik için, kendisi için, sanatı için mücadeleyle tanışmıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarında doğan bu kadın yeni Türkiye’nin ilk kuşak kadın sanatçılarından biridir.

 

“Kadın mırıldanırcasına ‘Ben Sevim Onursal’ der”

 

Kadın mırıldanırcasına “Ben Sevim Onursal” der. Ama bu cümle büyük gürültü koparacaktır.

 

Sevim Onursal’ı gazete manşetlerine taşıyacak meşhur olaylar silsilesi 11 Ocak 1971’de, Ankara’da İş Bankası’nın Emek şubesi soygunuyla (THKO adına kasadaki 124 bin liranın kamusallaştırılmasıyla) başlar. Deniz Gezmiş bir mektubunda olayı şöyle anlatır:

“Beş kişi yaptık bu işi. Yusuf (Aslan) arabayı bulup getirdi; dışarıda kaldı, arabada bizi bekledi. Alp (Alpaslan Özdoğan) dışarıda kaldı; gözcüydü o. Biz üç kişi girdik içeri. Ben, Sinan (Cemgil), Hüseyin (İnan). Bir kere, heyecanlanmamak olanaksız. Ama bunun korkuyla hiçbir ilgisi yok. Hani çok hızlı giden bir arabada duyulan heyecan gibi. Bir gerilim. (…) Bankaya ilk girdiğin anda (insanların) duyduğu, geçirdiği şok sırasında yüzünün aldığı biçim öylece donup kalıyor. Hani filmlerde vardır, akıp giden hareket birden bir karede dondurulur ya, tıpkı öyle. (…) Benim güleceğim gelmişti adamların o garip hallerini görünce.” (5)

“Deniz Gezmiş ve Arkadaşları Hakkında Gerekçeli Hüküm” belgesindeki (6) bilgilere göre önce Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) yurtlarında sonra THKO üyesi Olca Altınay’ın evinde kalırlar. Şüphe çekmemek için adres değiştirirler. Rota Sevim Onursal’ın Kavaklıdere’deki evi olur. Soygunun üzerinden 15 gün geçmişken eve polis gelir. Polisin gelme nedeni akıllara durgunluk verecek cinstendir: Haciz! Ne şans ama! Üstelik borç Sevim Onursal’ın borcu bile değildir.

 

Emniyet Genel Müdürlüğü’nün 1972 tarihli “Türk Halk Kurtuluş Ordusu’nun Eylemleri” raporundan bir bölüm. Kaynak: Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı (TÜSTAV) Nebil Varuy Arşivi.

 

 

Sevim Onursal evi satın aldığını, borçlu kişinin de evin eski sahibi olduğunu anlatır ama avukat inanmaz, illa “içeri gireceğim” deyip ayağını kapıya dayar. Sevim Onursal müsaade ister, dönüp ‘çocuklarla’ konuşur. “Al içeriye artık, ne yapalım” derler. Polis, avukat ve icra memuru eve girerler. Ve günlerdir her yerde aranan “devrimci soyguncuları” karşılarında bulurlar. Gençler üç adamı yakalayıp iple bağlar. Deniz Gezmiş polisin silahını alır. -Yusuf Aslan’la birlikte halihazırda yakalama kararı varken soygundan sonra “vur emri” ile aranıyorken ve başlarına ödül konmuşken- Deniz Gezmiş polise devrimcilik anlatır. (7) Der ki “Senin beylik tabancan eski, işe yaramaz. Benim elimdekiler senin tabancandan iyi. Bu tabancayla ne kendini müdafaa edebilirsin ne bir kişiyi tutabilirsin. Bak senin çalıştığın devlet seni nasıl öne sürüyor.”

 

Sonra dışarıda bekleyen çilingir, şoför ve kapıcı da içeri davet edilir, onlar da bağlanır. Deniz Gezmiş tatlı dille, esprili şekilde korkmamalarını söyler. “Sizi bağlamaya mecburuz” der. Adamları öylece bırakıp evden çıkarlar. Deniz Gezmiş polisin silahını beraberinde götürür.

 

O silahın bile bir hikayesi var. Sevim Onursal 2000 yılında savcılık tarafından ifade vermeye çağrılır. Ne sebeple? Şaşırır tabii. Anlaşılır ki o polis emekli olurken üzerine zimmetli silahı teslim edememiştir. Kavaklıdere’deki evde o gün silahsız olan tek kişiye, Sevim Onursal’a silahın başına ne geldiğini sorarlar. 74 yaşındaki bir kadının o silah hakkında neler söylemiş olabileceğini hayal ederken aradan geçen otuz yılda bir muhtıra, bir darbe olduğunu, on binlerce insanın hapse atıldığını, on binlerce insanın 90’lar karanlığında öldüğünü, hükümetlerin değiştiğini, devletin derinleştiğini, “özelleştiğini”, milenyuma girildiğini falan hatırlatmak isterim.

 

Olay gününe dönersek THKO’lular evden çıktıktan sonra Deniz Gezmiş, Sinan Cemgil ve Alpaslan Özdoğan’dan ayrılan Yusuf Aslan, Hüseyin İnan, Kor Koçalak ile Sevim Onursal önce Olca Altınay’ın, akabinde Sibel Ay’ın evine geçerler. Ertesi sabah Sevim Onursal tek başına Necmettin Karaerkek’in evine gider. Çünkü hep birlikte Sevim Onursal’ın teslim olmasına karar vermişlerdir.  Onu olayların dışındaymış gibi göstererek korumak isterler. THKO faaliyetleri bütündür. Eğer onu kendilerinden ayırmazlarsa Sevim Onursal da idamla yargılanacaktır.  “Mış gibi yapalım” derler, “Seni bizi saklamaya zorlamışız gibi anlat Sevim…”

 

Gazeteci Belma Akçura 2006’da Milliyet Sanat Dergisine yazdığı yazıda teslim olma olayını şöyle yazar:

“Tarih 17 Ocak 1971 Pazar. Saat 18.00. Ankara Adliyesi derin bir sessizliğe gömülmüş… Siyah uzun kürklü palto üzerine beyaz bir atkı atmış bir kadın dönemin nöbetçi savcısı İrfan Atca’nın odasının önünde bir müddet durur. Kapıyı çalar, odaya girer ve savcının karşısına oturur. Önce bir sigara ister. Savcı resmi binada olduklarını hatırlatır ve sigara içilemeyeceğini söyler. Kadın mırıldanırcasına “Ben Sevim Onursal” der. Savcı heyecanlanır, inanmak istercesine bakar ve “O halde içebilirsiniz” diyerek bir sigara uzatır. Adliye bu gelişme üzerine bir anda karışır. Savcı Nusret Demiral evinden çağrılır, emniyet müdürleri adliyeye gelir. Ertesi gün bütün gazetelerin manşetlerinde Emek İş Bankası soygununa adı karışan Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını sakladığı gerekçesiyle aranan Sevim Onursal’ın teslim olduğu haberine yer verilir.” (8)

 

18 Ocak 1971 tarihli Cumhuriyet Gazetesi

 

18 Ocak 1971 tarihli Milliyet Gazetesi

 

Gazeteci Can Dündar’ın Delikanlım adlı belgeselinden bir gazete kupürü.

 

 

“Size ne olacaksa bana da o olsun”

 

Sevim Onursal işkencede çözülmek bir yana kaçakların her gece bir adres değiştirdiğini söyleyerek hedef şaşırtır, arkadaşlarına zaman kazandırmak ister. Polis, çocuklarını yakın markaja almıştır çoktan. Çocuklar sorgulanırlar. Takip edilirler. Telefonları dinlenir. Sevim Onursal cezaevine götürüleceği zaman polisler eve gidip “rahat, genişçe bir çift ayakkabısı lazım” derler. Kızları sorar, “Neden lazım, neden rahat, neden genişçe?”. Polisler ayakkabısının topuğu kırıldı diye açıklama yapar. Halbuki anneleri falakaya yatırıldığından ayakları öyle şişmiştir ki ayakkabılar ayağına olmaz. (9) Sevim Onursal gördüğü işkencelerden de hiçbir zaman bahsetmez. Yıllar sonra bir araba kazası atlatır, omzunu incitir. Fizik tedavide elektroterapi görmesi gerekir. Akım verileceği anda panik atak geçirir. Kızı Berrin Alganer’in aklına gelen tek olasılık annesine o işkencelerde elektrik verildiği olur.

 

12 Mart muhtırası, Nurhak ve Kızıldere katliamları… Cezaevine ardı ardına kara haberler gelir. Birer birer kaybeder arkadaşlarını Sevim. 18 THKO’lunun “Anayasayı tağyir, tebdil, ilga”dan idamla yargılandıkları dava başladığında Deniz Gezmiş ve arkadaşları Sevim Onursal’dan toplu savunmaya katılmamasını isterler. Sevim Onursal’a ayrı bir avukat tutulur. Hep zor kararların insanı olmuştur. Ve bu karar belki de hepsinden en zorudur.

“(…) Mahkemede Mete’nin (Ertekin) yanında oturan Sevim Onursal, heyet tarafından sorulduğunda ayağa kalktı: ‘Mahkemeye itimadım vardır demek niyetiyle buraya gelmiş idim. Ancak salona girişte gençlere yapılan muameleyi gördüm ve bu mahkemeye itimadım yoktur’ cevabını verdi. Yerine otururken çocuklara dönüp ‘Size ne olacaksa bana da o olsun…’ dedi.” (10)

 

Sıkıyönetimde davanın avukatı olmak da kolay değildir. THKO’lular mahkemede suçlanırken avukatları da dışarıda baskı altındadır. Sevim Onursal’ın avukatı Saffet Nezihi Bölükbaşı’nın (Nazım Hikmet’in savunmanlarından biri olarak da bilinen dönemin ünlü ceza avukatı) tavrı nettir. Ona göre avukatların tek bir sorumluluğu olmalıdır; o da müvekkilleri -en az cezayla- kurtarmak.  Sevim Onursal’ı kenara çeker “Ya bu yola çıktığımız gibi yürürüz ya da seni bırakırım” der. Oysa THKO ile, yoldaşlarıyla aralarındaki bağı reddeden bir pozisyonda kalmak Sevim Onursal için kabul edilemez.

 

Deniz Gezmiş, Sevim Onursal, Kor Koçalak (Arkada, ortalarında)– THKO Davası

 

 

Denizler haber gönderir:

“Biz seni baştan beri korumak istiyoruz. Bu mahkemenin kararı, hükmü seni bağlamaz. Ne zaman kulak astın ki başkalarının senin hakkında düşündüklerine? Biz senin kim olduğunu biliyoruz. Bu yeter. Elbette bu yol senin yolun, kararı verip uygulayacak olan sensin. Ama dışarıda üç çocuğun var. Bizim sana önerimiz en kısa yolu seçip buradan en az hasarla çıkmandır.” (11)

 

Sevim Onursal’ın sessizlikleri…  Yıllar yılı iç dünyasında ne taşıdığını ne fırtınalar koptuğunu kimse bilmez. Yakın çevresine anlattığı, onlarla paylaştığı da sınırlıdır.  Yüreğinin konuşmaya elvermediğini söylüyor kızları.  Arkadaşlarını kaybetmeyi kabullenemeyişinin, hep taze olan bir acının, hiç bitmeyen yasın suskunluğunu anlatıyorlar…

 

Gazeteciler “Denizleri evinde saklayan o kadın konuştu” diye haber yapmak için peşine düşer. Bu kovalayış 80’lerde, 90’larda, 2000’lerde de sürer. Onlara istediklerini vermez.  Birlikte devrim yapacağı arkadaşları idam edilmişken, öldürülmüşken, müebbet almışken röportaj vermeyi onlara saygısızlık olarak görür.

 

 

 

~Arkası yarın~

 

 

KAYNAKLAR

(1) İsimler konusunda Atilla Keskin’in bilgisine başvurulmuştur.

(2) Michelle Perrot, Tarih(in cinsiyetlendirilmesi). Eleştirel Feminizm Sözlüğü (G. Acar Savran, Çev., s. 318) 2009, Kanat Yayınları

(3) THKO 1 Davasının sanıkları Mustafa Yalçıner,  Recep Sakın, Yusuf Aslan, Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Mehmet Nakipoğlu, Metin Yıldırımtürk, Atilla Keskin, Ahmet Erdoğan, Ercan Öztürk,  Osman Arkış, Metin Güngörmüş, Semih Orcan, Mehmet Asal, Mustafa Çubuk, Hacı Tonak, Hüseyin Cemal Özdoğan, İrfan Uçar,  Mete Ertekin, Kor Koçalak, Sevim Onursal, İbrahim Seven, Necmettin Baca, Mehmet Özdemir’di. 16 Temmuz 1971’de Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı 1 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi’nde başlayan davada Hüseyin Özdoğan, Necmettin Baca ve İbrahim Seven’e delil yetersizliğinden beraat verildi. Sanıklar “anayasal düzeni ortadan kaldırmak” suçu işledikleri iddiasıyla Türk Ceza Kanunu 146/1 maddesi gereği idam istemiyle yargılandı. Aralarından Kor Koçalak, Sevim Onursal ve İrfan Uçar’a 146/3 maddesi ve 173/3. maddesi uyarınca 6 yıl 8 ay hapis cezaları verildi. 18 sanık idama mahkum edildi. Temyiz üzerine aralarından Ahmet Erdoğan, Metin Güngörmüş, Mustafa Yalçıner, Hacı Tonak ömür boyu hapis cezasına mahkum oldu. Diğer sanıklar 15’er yıl hapis cezası aldılar. Hüseyin İnan, Deniz Gezmiş ve Yusuf Aslan ise 6 Mayıs 1972 günü sabah karşı asılarak idam edildi. Davanın tüm detayları sanıkların avukatlarından Halit Çelenk’in sitesinde mevcut.

https://halitcelenk.org/sites/default/files/kitaplar/Halit%20%C3%87elenk%20-%201.%20THKO%20Davas%C4%B1.pdf

(4) Bianet, “Sevim Onursal toprağa verildi”, 3 Nisan 2009 https://m.bianet.org/bianet/siyaset/113609-sevim-onursal-topraga-verildi

(5) Erdal Öz, Gülünün Solduğu Akşam, Can Yayınları, 1986, s. 28

(6) Gerekçeli hüküm belgesi THKO davası sanık avukatlarından Halit Çelenk’in www.halitcelenk.org sitesindeki arşivinde bulunmaktadır.

(7) Sevim Onursal’ın büyük kızı Zerrin Alganer.

(8) Belma Akçura, “Tuvallerin Arkasına Gizlenen Kadın”, Milliyet Sanat Dergisi, Mayıs 2006, s. 32

(9) Sevim Onursal’ın kızları Berrin-Zerrin Alganer.

(10) Aslı Esma Karaca, “Mete”, Yeni İnsan Yayınevi, 2022, s. 62

(11) Sevim Onursal’ın büyük kızı Zerrin Alganer.

 

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

MEYDAN

YDevrimci Ressam Sevim Onursal’ın Anlatılmamış Hikayesi 4. Bölüm: Oya Baydar’a Mektup
Devrimci Ressam Sevim Onursal’ın Anlatılmamış Hikayesi 4. Bölüm: Oya Baydar’a Mektup

Berrin Alganer Lenz’in mektubunun Baydar ve Ulagay’ın kadınların tarihine ayna tutma çağrısına bir katkısı olması, her türlü görüş, eleştiri ve tartışmanın kadınlar arasındaki bağı güçlendirmesi ümidiyle.

MEYDAN

YDevrimci Ressam Sevim Onursal’ın Anlatılmamış Hikayesi 2. Bölüm: Gökdelende <i> underground</i>  bir hayat
Devrimci Ressam Sevim Onursal’ın Anlatılmamış Hikayesi 2. Bölüm: Gökdelende underground bir hayat

Sol tarihlerde, tarihçelerde, anlatılarda ondan “devrimci Sevim Onursal” yerine “devrimcilerin ablası” diye bahsetmek nasıl açıklanabilir?  Hareketteki “abilere” böyle yakıştırmalar (devrimcilerin abisi) yapıldığı hiç görülmüş mü?

KÜLTÜR

YApple Tree Yard: Kaza Süsü Verilmiş (Feminist) Adalet
Apple Tree Yard: Kaza Süsü Verilmiş (Feminist) Adalet

Apple Tree Yard dizisi cinsel şiddetin 50 tonu mu, 50 milyon ton ağırlığında feminist bir hikâye mi?

Bir de bunlar var

Korona Şoku ve Patriyarka – 1. Bölüm
Gülşen, Suzan ve Bazı Masalar Üzerine: Müzik Son Ses, Bangır Bangır!
İşkence ve Tecavüz Veyahut Talihsiz Bazı Olaylar Zinciri

Pin It on Pinterest