14 Mayıs Cumhurbaşkanı ve 28. Dönem Milletvekili Genel Seçimleri’ne 12 gün kaldı. Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) 2018 seçimlerinde Diyarbakır Milletvekili seçilen Dersim Dağ, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin (TBMM) en genç milletvekili oldu.
1996 doğumlu Dağ, 2023 Seçimleri için ise İstanbul’dan milletvekili adayı. Hikâyesini, milletvekilliği sürecini, karşılaştığı güçlükleri ve yeniden aday olmasını Dersim Dağ ile konuştuk.
Dersim Dağ kimdir? Biraz sizi tanıyabilir miyiz?
1996’da Diyarbakır’ın Bismil ilçesinde doğdum. Ailem 90’lı yılların zorunlu göçleriyle beraber İstanbul’a göç eden ailelerden biri. Ben beş aylıkken İstanbul’a gelmişler.
18 yaşıma kadar İstanbul’da kaldım. Daha sonra üniversitede Kürt Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü kazanarak Mardin’e gittim. Aynı süreçte ailem de Diyarbakır’a, topraklarına, geri dönüş yaptı. 22 yaşındayken, aynı zamanda üniversite son sınıf öğrencisiydim, milletvekili adayı oldum.
2018’de Diyarbakır milletvekili seçildim. Vekil olmam ve üniversiteden mezun olmam hemen hemen aynı döneme denk geldi. Seçim çalışmalarını yürütürken bir yandan da final sınavlarıma hazırlanıyordum. Seçimlerden yaklaşık iki haftta sonra da üniversiteden mezun oldum.
Şimdi yine adaysınız ve hâlâ çok gençsiniz.
Evet, 14 Mayıs seçimleri için bu sefer İstanbul birinci bölgeden milletvekili adayıyım.
Teknik detaylardan ziyade, siz kendinizi nasıl tanımlarsınız?
Yoksul bir ailede büyüdüm. İstanbul’da büyüdüm ve okula başlayana kadar Türkçe bilmiyordum. Ailem hâlâ Kürtçe konuşur ve annem Türkçe bilmez. Küçükken de evde sadece Kürtçe konuşulduğu için öteki olmayı ilk olarak okulda deneyimledim. Okula başladığımda sınıfta iletişim kurabileceğim hiç kimse yoktu ne arkadaşlarım, ne de öğretmenlerim. İletişim dilim yoktu yani ve bir yerde lâldim. Bu yüzden çoğu zaman okula gitmek istemedim ve bazen ağlayarak okula gittim. Okulun ilk yılları bu yüzden çok sancılı geçti benim için. Ezberlediğim kalıp cümleler vardı sadece çünkü: Adın ne? Adım Dersim. Nerelisin? Diyarbakırlı. “Öğretmenim tuvalete gidebilir miyim?”
Düşündüğüm şeyleri ifade edemediğim için sürekli “Bu neydi, buna ne diyorlardı?” diye kendi kendime soruyordum. İlkokul ikinci sınıfa geldiğimde Türkçeyi tam olarak konuşup kendimi ifade edebiliyordum ama şunun da farkındaydım: Bu dil benim değil. Çünkü eve girdiğim andan itibaren yine Kürtçe konuşmaya başlıyordum. Bu yüzden uzun bir süre Türkçeye herhangi bir aidiyet duymadım. Hâlâ mesela duygularımı Kürtçe ifade ederim. Anadilim bu benim.
Ailem evet politik bir aileydi ve bana zaman zaman bunun neden böyle olduğunun açıklamasını da yapıyordu; ama 8-9 yaşında ne kadar anlayabilirsem o kadar anlıyordum. Ve onlar da çocuk olduğum için tabii ki, belirli bir süzgeçten geçirip öyle anlatıyorlardı.
Bu durumun size yansımaları nasıl oldu?
En basitinden, herkesin anne-babası onun ödevlerine yardım ederken benim annem bana yardım edemiyordu. Matematik dersimden ödevim var diyelim, ben anneme “2+2 kaç eder?” diye Kürtçe soruyordum, annem Kürtçe cevap veriyordu ve ben onu Türkçeye çevirip öyle yazabiliyordum.
Bir süre sonra artık ailem çok zorlandığımı fark edince bana yardımcı olmak için evde zaman zaman Türkçe konuşmaya başladı. Ama bunlara rağmen başarılı olmaya odaklandım. Çünkü başarılı olmak zorundaydım!
Neden?
Çünkü zaten ötekiydik, sevilmeyendik ve azınlıktık. Üzerine bir de başarısızlık eklenememezdi. Yoksa tamamen yok sayılan bir varlığa dönüşürdüm. Diğerlerinin üç katı çalıştığım için her sınavda, her denemede ilk üçe giriyordum; ama bu beni zamanla son derece asosyal birine dönüştürdü.
Aile içi sevgimiz ve bağımız güçlüydü ve bizim, bizden başka kimsemiz yoktu evet; ama kendime de güvenmem gerekiyordu. Üniversite yıllarımda bu öz saygıyı geliştirmeye başladım. Ama bu sefer de başka sorunlar başladı…
Ne gibi sorunlar?
Bu sefer de Mardin’deki arkadaşlarım için Batı’dan gelen Kürt oldum. (Gülüyor) Dereceyle yerleştim üniversiteye, Kürt Dili ve Edebiyatı da tek tercihimdi. O dönem Çözüm Süreci vardı, hem örgütlenme hem de yaşam alanlarımız daha genişti.
Devletin ve iktidarın yüzünü, azınlıklar ve ötekilere karşı yaklaşımlarını biliyordum; ama Kürdistan’ı yaşamak ve o gerçeklikle karşı karşıya kalmak farklı bir durumdu. İstanbul’da her sokak başında panzer yoktu, her an GBT’ye takılırım telaşı yoktu.
Mardin’e gittiğimde her sokak başında panzerle ve beni sürekli gözetleyen polislerle karşılaştım. Yani tam da Kürt sorununun gerçekliğiyle. Mesela oradaki arkadaşlarımın uçak sesinden korktuklarını gördüm. Normal bir uçaktan yani. Çünkü Hakkâri’de sınırda yaşıyorlardı ve sürekli savaş uçakları havalanıyordu.
Politik bir ailede büyümeme rağmen ben hiç bunları yaşamadım. Hiç savaşın ortasında kalmadım ve silahın, savaş uçaklarının sesini duymadım. Mardin’e gidince ülkemdeki gençlerin, Kürt gençlerinin nasıl büyüdüğünü gördüm. Mesela hiç sinemaya gitmemiş arkadaşlarım vardı. Çünkü orası savaş bölgesiydi ve onlara bu alan yaratılmamıştı. Hiçbir konsere gitmemiş, hiç tiyatro izlememiş gençlerimiz vardı ve ben bununla da üniversitede karşılaştım. Ülke gerçekliği dediğim şey bu. Tabii bu durum beni daha fazla politikleştirdi ve politikaya daha fazla itti. Dedim ki, ben siyaset yapmak ve mücadele yürütmek zorundayım. Bu kadar çok şeyin farkındayken bir şey yapmadan duramazdım.
Meclis’teki en genç vekillerden biri oldunuz sonra da.
Biri değil aslında, ilkiydim. Meclis’in en genç milletvekili oldum. Önceki seçimde seçilme yaşı 25 olduğu için bizim yaşımızdaki temsilciler aday olamıyordu. Ve sadece Kürt Siyasi Hareketi’nin değil tüm demokratik güçlerin ve bu memleketin vekili oldum. Elbette ki gurur verici bir şey; ama bir o kadar da zor. Başta herkeste bir kaygı vardı: Bu çok genç, vekillik yapabilir mi? Siyaset yürütebilir mi? Üniversite öğrencisi misin sen? Yaşın kurtarıyor mu? Çünkü oturmuş bir kalıp var bizde; vekil dediğin erkek olur, takım elbiseli olur ve emekli olur. Orta yaşlı bile değil.
Şu anda da takım elbiseniz yok…
Evet, kot pantolon ve gömlekleyim şu anda da. İlk seçim çalışmamda da takım elbisem yoktu, yine kot pantolon ve gömlekleydim. Spor ayakkabılarımı giyip seçim çalışmama başlıyordum. Benim için duygu ve maneviyat çok önemli. Ben bu halkın içinden geldim ve onlardan biriyim. Aynı mücadelenin içerisindeyim. Bence zaten beni halkla en çok bütünleştiren de bunlar oldu. Sonra bana alıştılar ve hep şey dediler: “Dersim bizim kızımız, Dersim bizim çocuğumuz, Dersim bizim yoldaşımız.”
Bazen anons ederken de “Dersim vekil” demiyorlar, “Heval” diyorlar. Arkadaşlardan bazıları “O da vekilimiz, niye diğerlerini vekil diye, Dersim’i heval diye anons ettin?” diye uyarıyorlar. Ama bunlar benim çok hoşuma gidiyor. Çünkü tam da bu yoldaş olarak görülme hâli bana güç verdi.
İkinci dönem de milletvekili olarak Meclis’te çalışmalarınızı yürütme ihtimaliniz hayli yüksek, hem bölgeniz hem adaylık sıranızdan ötürü. Bu dönemde hangi sorunları daha çok gündeminize alacaksınız? AKP’nin en çok saldırdığı kesim Kürtler, kadınlar, gençler, hayvanlar, LGBTİ+’lar. Bu başlıklarda ne tür çalışmalar yapmayı hedefliyorsunuz?
Öncelikle ilk dönem milletvekilliği sürecimde kadınlarla ilgili sorunları daha fazla gündemleştiremediğim için özeleştiri vermek istiyorum. İkinci dönemde ise kadınlarla birlikte toplumdaki tüm ötekilerin sesini yükseltmek ve bu mücadelelerin kazanımlarını korumak temel görevim olacak. Evet gençlik mücadelesinden geldim; ama kadın mücadelesi başarıya ulaşmadan gençlik mücadelesi de Kürt mücadelesi de başarıya ulaşamaz.
İlk dönem milletvekilliğim bu açıdan benim için ders de oldu diyebilirim. İkinci dönemde kadın mücadelesinin bir neferi olarak daha fazla çalışacağım ve şimdiden söz veriyorum ki bütün kadın eylemlerinde, tüm 8 Mart ve 25 Kasımlarda en önlerde olacağım!
Fotoğraflar: Tuğçe Yılmaz, Yeşil Sol Parti İmrahor Piknik, 22 Nisan 2023.