Sanatçıların çok sonradan itibar kazanmalarında -özellikle söz konusu kadın fotoğrafçılar olduğunda- geride bıraktıkları arşivin büyüklüğüne fazla mı önem atfediliyor diye meraklanmaya başladım. Kanondaki önemli revizyonlar ve yeniden keşifler hep aynı örüntüyü takip ediyor gibi: Bir kadının muazzam büyüklükteki, daha önce görülmemiş işlerinin tamamı gün ışığına çıkıyor ve fotoğraf tarihi mücadeleyle bir kez daha erkeklerin elinden alınıyor. Peki, büyük sanat tarihi anlatılarının göz ardı ettiği kadın sanatçıların mirasına nasıl başka türlü kıymet verebiliriz? Kanonda başka hangi sanatçılar yer almalı?
Geniş fotoğraf arşivi ancak ölümünden sonra ortaya çıkarılan Chicago’lu dadı Vivian Maier‘e aşinasınızdır belki. Hikâyesi büyüleyici: Maier, bilinmezlikten sıyrılıp 20. yüzyılın en büyük sokak fotoğrafçılarından biri haline geldi. Ancak işlerine duyulan ilgi tehlikeli şekilde bir erişilmezlik öneriyor gibi: Kariyerinizin sonlarında ya da öldükten sonra fotoğraf tarihine adınızın yazılabilmesi için hem geçmişte devasa bir katalog oluşturmuş olmanız hem de işlerinizi biriktirirken göze önünde olmamanız gerekiyor.
Demir Perde döneminin fotoğraf tarihiyse diğerlerine kıyasla daha bile az biliniyor. Bu nedenle de, dönemin kadın fotoğrafçılarının işlerinin görmezden gelinmesi kuvvetle muhtemel. Polonyalı fotoğrafçı Zofia Rydet, komünist dönemin belki de en ünlü kadın fotoğrafçısı. Kendisinden önceki Maier gibi, o da üretken bir vakanüvisti. Arşivinin muazzam hacmi oldukça şaşırtıcı. Sosyolojik Kayıt tek başına Polonya genelinde evlerde çektiği 30.000 portreden oluşuyordu. Rydet, sıradan insanların hayatlarının unutulmaması gerektiğine inanıyordu. Böyle düşünen tek kişi de değildi.
Son birkaç yılda, her biri geniş bir arşiv biriktiren ve gecikmiş sergilerle ancak şimdi tanınmaya başlayan birden fazla yeni “Vivian Maier” keşfedildi. 2019’daki Kraków’daki Photomonth festivalinde retrospektifini görmemiş olsaydım, Joanna Helander’ı büyük olasılıkla asla tanıyamayacaktım. Fotoğraf Kültürü Vakfı tarafından Helander’ın yardımıyla düzenlenen Ladies Looking, fotoğrafçının kadınlara odaklanan ilk işlerinden başlayarak 1976-2012 yılları arasında çektiği fotoğrafları sergiliyordu. Helander’in arşivi şaşırtıcıydı ve bana onlarca yıllık bir çalışmanın yabancı gözler üzerinde uyandırabileceği etkiyi hatırlattı.
Helander (doğum adı Joanna Koszyk) 1976 yılında, Ruda Śląska’daki ailesini ziyaret etmek için Polonya’ya dönmüştü. Bu, 1971’de İsveç’e göç ettiğinden beri ülkeye ilk ayak basışıydı. Silezya’ya geri döndüğü kısa aralıklarda kadınları fotoğraflamaya başladı ve bu da, Helander’in 1978’de İsveç’te Lehçe Kobieta (“kadın”) ismiyle yayımlanan ilk kitabının ortaya çıkmasına vesile oldu.
Helander’in fotoğrafları samimi, kutlanası ve içten. Kitabın Helander’in kendisinin de kaçtığı bir siyasi ortamda üretildiğini unutmak oldukça kolay. Helander, 1968’de Krakov’daki Jagiellonian Üniversitesi’nde okurken ülke çapında bir öğrenci eylemine katılmış ve bir öğrenci yurduna “Moskova! Çekoslovakya’nın Elleri!” sloganlı bir afiş astığı için yedi ay boyunca tutuklu kalmıştı. Üç yıl sonra Göteborg’a taşınmasının ardından beş yıl boyunca Polonya’ya dönmedi. Peşisıra gelen yıllarda yaşadığı siyasi baskı ve denetim göz önüne alındığında Helander’in Polonya’daki kadınların yaşamlarına ilişkin fotoğrafları gururlu bir coşku taşır.
Her evin her detayını portrelerine sığdırdığına emin olan Rydet’in aksine Helander, fotoğrafladığı kadınlara daha da yaklaşır. Kadınlar güler, kahkaha atar, burun kıvırırlar. Helander’ın sokakta çektiği fotoğrafların birçoğunun bugün bile moda fotoğrafçılığını geçebilmesi, fotoğrafçının cesur kompozisyon yeteneğinin bir kanıtıdır. 1976 tarihli bir portredeki modelin günlük iş kıyafetlerini sergileyen bir fabrika işçisi olduğunu asla tahmin edemezsiniz. Kusursuz makyajı, alınmış kaşları ve permasıyla onun endüstriyel dönemde çalışan bir kadın işçi olduğuna inanmak güçtür. Görünüşü bir Hollywood yıldızı olduğunu haykırır adeta.
Kırk yıl boyunca kadınları fotoğraflamaya devam eden Helander bu süre zarfında ödüllü birkaç belgesel film de yönetmişti. Söz konusu fotoğrafları olduğundaysa, en çok Polonya’daki vizyonerlerinin portreleriyle; film yapımcısı Agnieszka Holland, yazar Olga Tokarczuk, şair Wisława Szymborska gibi isimlerin de aralarında olduğu etkileyici pek çok kültürel figürü fotoğraflamasıyla tanınır. İnsan bu fotoğraflara şöyle bir göz attı mı, fotoğrafçının kaydını tuttuğu kadınlarla içten bağlar kurmaktan başka bir şeyle ilgilenmediğini hisseder.
Yazar Niclas Öslind, Ladies Looking sergisinin kataloğunda, Helander’in ilk kitabının 1970’lerde İsveç’i kasıp kavuran kadın bağımsızlık hareketi tarafından yoğun olarak şekillendirilişini ayrıntılarıyla anlatır. Helander, Kobieta’yı 1979’da Polonya’da sergilediğinde bağımsız Polonya gazetesi Tygodnik Powszechny ve Alfred Ligocki gibi fotoğraf uzmanlarından olumlu dönüşler alır. Kitabı neden Polonya’da yayımlamadığını sormak için Helander’a ulaştığımdaysa o dönemde etrafta hiç bağımsız yayıncı olmadığını söyledi.
Helander’in arşiviyle ilgili dikkat çekici olan şey, doğrudan tesir için nostaljiye ne kadar az itimat ettiğidir. Bu fotoğraflar öyle hayat doludur ki, fotoğraflardaki kadınların arkadaşlarımız, kız kardeşlerimiz, annelerimiz olabileceği hissine kapılırsınız. Kadın sanatçılar birçok yönden 50 yıl öncesine göre bugün çok daha iyi bir konumdalar. Yine de kurumlar, kadın fotoğrafçılara tarihe geçebilmeleri için devasa bir arşive sahip olmaları konusunda baskı yapmayı sürdürüyor. Helander’in fotoğraflarına bakıldığındaysa bir fotoğrafçının dehasının insan sevinci ve mücadelesinin engellenmemiş anlarında – geçici, genellikle belirsiz ifadelerde – yattığı açıkça ortaya çıkıyor.