James Hamblin’in The Atlantic’de yayınlanan 21 Aralık 2020 tarihli “The Mysterious Link Between COVID-19 and Sleep” başlıklı makalenin çevirisidir.
Koronavirüs sinir sistemimizde uzun süreli değişimlere ve uykusuzluğa neden olabilir. Ancak uyku, salgının durdurulmasında önemli bir rol de oynayabilir.
Feixiong Cheng, yeni keşfedilen koronavirüsün tedavisini bulmak için çalışmalara başladığı sırada virüsün öldürdüğü kişi sayısı henüz 20-30’u geçmemişti. Cheng zamanın ne kadar mühim olduğunu biliyordu. Cleveland Clinic’te veri analisti olarak çalışan Cheng, daha önce Çin ve Suudi Arabistan’ı kasıp kavuran, binlerce insanı hasta eden ve küresel ekonomiyi sarsan benzer virüslere tanık olmuştu. Ocak ayında, çalıştığı laboratuvarda virüsün insan hücrelerini nasıl ele geçirdiğini ve nasıl durdurulabileceğini anlamak için yapay zekâ kullanarak virüsün yapısında ipuçları aramaya başladılar. Gözlemledikleri bulgulardan biri dikkatlerini çekti: Melatonin virüsü engelleyebilirdi.
Uyku hormonu olarak bilinen melatonin, salgının durdurulmasında belirgin bir faktör değildi. Melatoninin en bilindik görevi sirkadiyen ritmin düzenlenmesine yardımcı olmaktır. Her gece karanlık çöktüğünde beyindeki epifiz bezi melatonin salgılar ve uykumuz gelir. Elde ettiği bulgular Cheng’in ilgisini çekmişti. Henüz COVID-19’a isim bile verilmemişken yaptıkları küçük çaplı araştırma için “öncü niteliğinde bir çalışmaydı,” dedi bana geçenlerde. O zamanlar yardımı dokunabilecek her bulgu paylaşmaya değer görülüyordu.
Cheng araştırmasını yayınladıktan sonra dünyanın dört bir yanından bilim insanları araştırmada önemli bir şeye parmak basmış olabileceğini dile getirdi. Melatonin, uyku üzerindeki iyi bilinen etkilerinin yanında bağışıklık sisteminin düzenlenmesinde de rol oynuyor. Kısacası, melatonin savunma tepkilerimizin kontrolden çıkmasını engelleyen bir düzenleyici görevi görüyor. Hafif seyreden bir COVID-19 vakasının ölümcül bir senaryoya dönüşmesine neden olan temel problem de, bu tepkilerin kontrolden çıkması zaten.
Cheng bu meseleyle biraz daha uğraşmaya karar verdi. Meslektaşlarıyla birlikte tıp merkezine gelen binlerce hastadan aylar boyunca veri topladılar. Geçen ay yayınlanan sonuçlarda yine melatonin öne çıkıyordu. Melatonin alan kişilerde COVID-19 görülme olasılığı daha azken bu kişilerde ölüm riski, hastalığa yakalanma olasılığından da azdı. Başka araştırmacılar da yaptıkları çalışmalarda benzer sonuçlar elde ettiler. Kolombiya Üniversitesi’nde Ekim ayında yapılan bir araştırmada, melatonin verilen entübe hastalarda yaşama olasılığının daha yüksek olduğu gözlendi. Devlet başkanı Donald Trump, COVID-19 tedavisi için Walter Reed Ulusal Askeri Tıp Merkezi’ne yatırıldığında doktorları Trump’a uyguladıkları diğer deneysel tedavilerin yanında melatonin takviyesi de verdiler.
Dünyanın farklı yerlerinde virüs ve melatonin arasındaki ilişkiyi inceleyen sekiz ayrı klinik araştırma yürütülüyor. Diğer tedavi yöntemleri araştırmacıların dikkatini melatonin kadar çekmiyor. Eğer melatoninin işe yaradığı kanıtlanırsa, COVID-19’a karşı en ucuz ve en kolay ulaşılabilen ilaç olacak. ABD’de remdesivir ve antikor kokteylleri gibi deneysel ilaçların aksine, melatonine besin takviyesi olarak reçete gerekmeden birçok yerde ulaşılabiliyor. İnsanlar hemen ilacı alıp kullanmaya başlayabilir.
Ancak Cheng böyle yapılmasını önermiyor. Merkezi sinir sistemini yavaşlatabilen herhangi bir madde gibi melatonin de beden kimyasına öylesine eklenebilecek bir şey değil. Melatoninin COVID-19 hastaları üzerindeki etkisi tesadüfi olabilir ya da aslında hastaların durumunu düzelten başka bir şeye işaret ediyor olabilir. Cheng de durumun böyle olduğunu düşünüyor. Cheng ve diğerleri fark yaratan etmenin aslında melatoninin kendisi değil de kontrol ettiği fonksiyon yani uyku olduğunu düşünüyor.
COVID-19’un nasıl ilerlediğine cevap arayan sorular, hastalığın uykuyu nasıl etkilediğini ve uykunun hastalığı nasıl etkilediğini sorguluyor. Virüs sinir sistemimizde meydana gelen hassas süreçlerde değişime neden olabiliyor. Çoğu zaman öngöremediğimiz bu değişimler bazen uzun süreli semptomlara yol açabiliyor. Bağışıklık ve sinir sistemi arasındaki bağları daha iyi görebilmek, COVID-19’u anlamamız ve önleyebilmemiz için oldukça önemli olabilir.
Salgın süresince çok sayıda kişi insomnia (uykusuzluk) şikayetiyle John Hopkins Üniversitesi nöroloji departmanına başvurdu. Ekipteki nörologlarından Rachel Salas, uyku bozukluklarında yaşanan bu artışın yıkıcı küresel krizin beraberinde getirdiği hastalanma korkusu, ekonomik etkiler ve izolasyon gibi endişelerden kaynaklandığını düşünmüş ilk başta. Bu tür uyku bozuklukları dünyanın her yerinde görüldü. British Sleep Society’ye göre salgın sırasında Birleşik Krallık’ta nüfusun neredeyse dörtte üçünün uyku düzeni değişti ve nüfusun yarısından fazlası iyi uyuyamadı. “Yazın COVID-somnia diyorduk bu duruma,” diyor Salas.
Ancak Salas, geçtiğimiz aylarda daha ilginç örneklerin ortaya çıktığını görmüş. Salgının neden olduğu endişeler çok sayıda insanın uyku düzenini bozmaya devam ediyor. Fakat, özellikle COVID-19 geçiren kişilerde şaşırtıcı semptomlar görülmeye başlandı. Salas, “Hastalık sinir sistemini etkilediği için doktorlar hastalarını bizim bölüme sevk ediyorlar,” diyor. İyileşen hastalar çeşitli etkilerden şikayet ediyor. Bu etkiler dikkat seviyesinde yaşanan değişimler, insanı güçten düşüren baş ağrıları, bilinç bulanıklığı, kaslarda zayıflık, ve belki de en sık görüleni, uykusuzluk. Bu kişilerin çoğu salgın nedeniyle endişeli ya da düşünceli görünmüyor, en azından uykusuzluğa neden olacak kadar değil. Virüs insan bedenini terk ettikten sonra bile semptomların devam etmesini tıp camiası “uzun COVID” olarak adlandırıyor. Konu uyku bozukluklarına geldiğinde Salas, “Bu semptomların, yıllar içinde göreceğimiz uzun süreli etkilerin sadece başlangıcı olduğunu düşünüyorum,” diyor.
Salas’ın meslektaşı Arun Venkatesan ise, bir virüsün nasıl uykusuzluğa neden olduğunu anlamaya çalışıyor. Venkatesan, özellikle sinir sistemini etkileyen otoimmün ve inflamatuar hastalıklar üzerine yoğunlaşıyor. Söylediğine göre, doktorlar COVID-19 sonrası semptomların otoimmün bir tepkiden, yani hücrelerin yanlışlıkla kişinin kendi bedenine saldırmasından kaynaklandığını düşünmüşlerdi. Guillain-Barré sendromunda olduğu gibi, çeşitli virüslerin neden olduğu enfeksiyonlardan sonra sinir sisteminde buna benzer durumlar görülebiliyor. Enfeksiyonu izleyen günlerde, vücudun ürettiği antikorlar yanlışlıkla sinirlere saldırdığında el ve ayak uçlarında başlayan zayıflık ve hissizlik yayılarak ilerliyor. Kulağa korkutucu gelse de teşhis edilebilen ve öngörülebilen bir durum bu. Doktorlar hastalarına neyle karşı karşıya olduklarını ve onları neyin beklediğini açıklayabilir.
Buna karşın, COVID-19 sonrası ortaya çıkan örüntüler düzensizler, doğrudan otoimmün hastalık özelliklerine sahip değiller, diyor Venkatesan. COVID-19’u hafif atlatan kişilerde de semptomlar ortaya çıkabilir ve zamanlama farklılık gösterir. Venkatesan, “Hastaneye bile yatırılmayan ve birkaç hafta boyunca kendini iyi hisseden ama sonra durumu kötüleşen bir sürü hasta gördük,” diyor. Elde edilen bulgular sadece beyne dair değil. Northwestern Üniversitesi’nden radyolog Swati Deshmukh, vücudunda sinir hasarı meydana gelen hasta vakalarını gözlemliyor. Sinir hücrelerini öldüren şeyin virüs olduğunu gösterecek kanıtlar arıyor. Hepatit C ve herpes virüslerinin sinir hücrelerini öldürdüğü biliniyor ve yapılan otopsilerde beyin sinirlerinde SARS-CoV-2’ye rastlandı.
Deshmukh yine de semptomların inflamasyondan kaynaklandığını düşünüyor. Bir virüsün farklı zaman dilimlerinde nasıl bu kadar çeşitli nörolojik semptoma yol açabildiğini açıklayan ana teori, hedef ayırmayan bir saldırıdan ziyade daha rastgele ilerleyen, tesadüfi inflamasyona dayanıyor. Bu etki, kronik yorgunluk sendromu olarak da adlandırılan miyaljik ensefalomiyelit vakalarında da görülüyor. Hastalığın teşhisinde çok fazla muhtemel semptom değerlendiriliyor ve bu semptomlar arasında çoğu zaman hücre hasarının farklı türleri ya da hücrelerarası iletişim problemleri de bulunuyor. Bazı vakalarda, meydana gelen hasar (ağır zatürrede olduğu gibi) uzun süreli oksijen yetersizliğinden kaynaklanıyor. Bazılarında ise, sinir ağlarının çalışmasını bozan inflamatuar süreçler hücrelerarası iletişimde hasara neden olabiliyor.
Halihazırda sonunu kestiremediğimiz bir salgının ortasındayken hastalığın öngörülemeyen ilerleyişinin uzun vadede hangi etkilere yol açacağı, bunların ne çapta görüleceği ve bu konuda ne yapabileceğimizle ilgili benzersiz zorluklarla karşı karşıya geliyoruz. Miyaljik ensefalomiyelit tamamıyla anlayamadığımız, tabulaştırılan ve çoğu zaman yanlış lanse edilen bir hastalık. Uygulanan tıbbî tedaviler ve kullanılan teşhis yöntemleri güvenilir değil. Genel inflamasyon durumları çoğunlukla tek bir ilaca ya da tedaviye yanıt vermez. Bağışıklık sisteminin dengesini yeniden sağlamak ve onu dengede tutmak için daha bütüncül ve uzun süreli müdahaleler gerekir.
Ancak bilinmeyene dair bu kavrayış bize umut ışığı da olabilir. Teknik detaylar çetrefilli olsa da, doktorların görmediği şeylerde bizi telkin eden bir şeyler var. Sinirler saldırıya uğrayıp öldüğünde meydana gelen hasar kalıcı olabiliyor. Sinirlerin birbiriyle iletişim kuramadığı —iletişimin kesik kesik olduğu— durumlarsa tedavi edilebilir, kontrol altına alınabilir, önlenebilir ve büyük ihtimalle de iyileştirilebilirler. Enfeksiyon sonrası inflamatuar süreçler nedeniyle kişinin uyku döngüsü bozulabiliyor ve zarar görebiliyor ancak radyologlar ve immünologlar bu zararın tersine çevrilemeyeceğine dair bir bulguya henüz rastlamadı. Zararın geri çevrilmesinde en büyük rol oynayan şey ise uykunun ta kendisi. Yeterli uyku bu zorlu, belirsiz sürece hiç maruz kalmamayı sağlayacak şeylerden biri.
Uykunun en temel işlevi, beyindeki hücreler arasında düzgün iletişim sağlamak. Uyku kimi zaman bir tür anti-inflamatuar arındırma sürecine benzetiliyor. Gün boyunca çalışan hücrelerin ürettiği atık maddeleri ortadan kaldırıyor. Uyku olmadan bu yan ürünler birikiyor ve hücrelerarası iletişimi engelliyor (COVID-19 sonrası ensefalomiyelit vakalarında olan da bu aslında). Birleşik Krallık bulunan Warwick Üniversitesi’nde uyku tıbbı profesörü olan Michelle Miller, “COVID-19’un ilk safhalarında kendinizi inanılmaz derecede yorgun hissediyorsunuz,” diyor. Bedeniniz size uykuya ihtiyacı olduğunu söylüyor aslında. “Enfeksiyon ilerledikçe insanlar uyuyamadıklarını fark ediyorlar ve hücrelerarası iletişim problemleri arttıkça artıyor.”
Bu noktada yapılması gereken döngüyü kırmak ya da ortaya çıkmasını tamamen engellemek. Uyku bedenin tamamı için faydalı. Miller, “Bağışıklık sisteminin etkili olabilmesi için uyku önemli. İştahı ve kilo artışını kontrol eden mekanizmalar ve glikozla birlikte metabolizmanın düzenlenmesine yardımcı oluyor,” diyor. Ağır COVID-19 vakalarında risk faktörlerinden bazıları diyabet, obezite ve uyku apnesi olduğu için bu mekanizmaların hepsi hastalığı doğrudan etkiliyor. Kısa süre bile olsa, yeteri kadar derin ve yavaş dalga modunda uyumak metabolizmayı hızlandırıyor, kişiyi hastalıklara karşı dayanıklı hale getiriyor. Bu etkiler aşıların etkinliğini bile rol oynuyor olabilir. Grip aşısı olan kişilerde aşıdan önceki günlerde iyi uyuyan kişilerde aşının daha etkili olduğu gözlenmiş.
Bütün bunlar bizi asıl soruya geri götürüyor: Şu anda halk sağlığı yönergelerindeki en göze batan ihmallerden biri, insanlara daha fazla uyumalarını söylememek mi?
El yıkamaktan daha basmakalıp bir sağlık tavsiyesi varsa o da daha çok uyumaktır. Ama klişe olmasının da bir sebebi var. Özellikle insanın kendini güçlendirmek ve korumak için yapacağı daha iyi bir şeyin olmadığı kısa ve soğuk günlerde, uyku ortaya çıkabilecek herhangi bir krize karşı bizi güçlendirir ve hazırlar. Birbirinin aynı geçen günler, kişiyi depresyona, alkol kullanımına ve başka bir sürü sağlıksız alışkanlığa itebilir. O zaman aslında başından beri salgın için herkese vermemiz gereken tavsiyeler maske takmak, mesafeyi korumak ve uyumak olabilirdi.
Demesi kolay tabii. Baylor Tıp Fakültesi’nde psikiyatri ve davranış bilimleri profesörü olan Asim Shah, geçtiğimiz yılda artış gösteren ruh sağlığı problemlerinin asıl nedeninin uyku olduğuna inanıyor. “Şu an dünyaya tamamen düzensizlik hakim. Bu da insanların uyku döngüsünü mahvediyor,” diyor Shah. “Genelde herkesin belli bir uyku düzeni olur. Beden gün ışığı alır, melatonin salgılar ve uykunuz gelir. Artık insanların ilgi alanlarını kaybettiğini, spor yapmadığını ve uyumadığını görüyoruz.” Depresyon ve anksiyete uykusuzluğun kötüleşmesine sebep oluyor, böyle olunca da uyku döngüsü bozuluyor.
İşte, melatoninin ya da uykunun etkilerini arttıran diğer yöntemlerin de önemi burada belli olabilir. San Antonio’da Teksas Üniversitesi’nde hücre biyolojisi profesörü olan Russel Reiter, yaygın COVID-19 tedavisinde melatonin uygulamasının şimdiye dek standart tedavi yöntemi olmuş olması gerektiğini düşünüyor. Reiter ve meslektaşları Mayıs ayında yayınladıkları makaleyle bütün COVID-19 hastalarına derhal melatonin verilmesi çağrısında bulundular.
Melatonin araştırmalarının bir duayeni varsa o da Reiter’dır. Melatoninin sağlığa faydalarını 1960’lardan beri araştırıyor ve kendisi her gün 70 miligram melatonin aldığını söylüyor. (Eczaneden alabileceğiniz takviyelerin kutusunda önerilen doz 1-10 miligram.) Biz konuştuktan sonra, melatonin ve COVID-19 üzerine yayınladığı çok sayıda makaleden birkaçını bana da yolladı. Yolladıklarından en az dört tanesi Melatonin Research’te yayınlanmıştı. Yazdıklarının alaycı bir tavırla “propaganda” olduğunu ve melatoninle ilgili araştırma yapmaya (yaşımı bile sormadan) ben doğmadan önce başladığını söyledi. “Melatonini avcumun içi gibi biliyorum,” dedi Reiter, “güvenle öneririm.”
Uykubilimcilerin büyük çoğunluğu uykuya yardımcı olacak en etkili müdahalenin ilaç ya da takviye almak olmadığında hemfikir. Melatonin takviyesi aldıktan sonra saatlerce Netflix’te bir şeyler izleyip yatmadan önce telefonda oyalanmanızdansa vücudunuzun melatonin döngüsünü düzene sokmak daha iyi. Bugünlerde kimsenin gün içinde belli bir rutini olmadığı için Shah, salgın döneminde sağlıklı uykudan geçen yolun hayatınızda rutinler oluşturmak olduğuna inanıyor. Hafta sonları da diğer günler kalktığınız saatte kalkıp yattığınız saatte yatın. Yürüyüş yapmak için bir saat belirleyin. Günün erken saatlerinde günışığı alın. Maruz kaldığınız mavi ışık miktarını yatmadan bir saat önce azaltın. İnsanlara fiziksel olarak uzak olsanız da onlarla manevi bağınızı koparmayın.
Gün içinde şekerleme yapmayı savunan The Nap Ministry isimli oluşumun kurucusu Tricia Hersey, gün içinde yapacağınız ufak ritüellerin bile faydalı olacağını söylüyor. Mum yakın. Çayınızı her gün aynı saatte, aynı yerde için. “Sürekli tekrar eden ritüeller bizi insan yapan ve ayaklarımızı yere basmamızı sağlayan şeylerden biri,” diyor Hersey. Ritüeller yapabileceğimiz en kolay müdahalelerden biri belki de. “Nerede olursanız olun,” diyor Hersey, “hayallere dalabilirsiniz. Yavaşlayabilirsiniz. Durup kim olduğunuzu hatırlamak için küçük yollar bulabilirsiniz.”
Hersey için uykuyu düzene oturtmak önemli çünkü pek çok kişi hayatındaki diğer birçok alanda düzensizlikten muzdarip. Uyku eşitsizlikleri Amerika’daki nüfus arasında her yıl artıyor. Ne kadar süre uyuduğumuz ve uykumuzun kalitesi, kişisel davranışlarımıza bağlı olduğu kadar, hatta belki daha da çok, çevremizle ilişkili. Sosyoekonomik durum ve kaliteli uyku birbirine paralel seyrediyor. Uyku kalitesini artırmanın en etkili yolu, kişinin her gece yatabileceği sakin ve sessiz bir ortam olması ve gıda güvenliği gibi temel ihtiyaçları konusunda herhangi bir endişesinin olmaması. Salgın, halihazırda var olan şiddetli eşitsizliklerin temelinde yatan belirsizlikleri arttırarak bunun tam tersi sonuçlara yol açtı.
Her gün daha fazla insan uyku sorunlarıyla başa çıkmaya çalışırken pek çoğu yaratıcı çözümler üretmek zorunda kalıyor. Mesela bazıları hipnozu deniyor. Birinin sizi sahneye davet edip tavuk gibi davranmanızı söylediği türden bir hipnoz değil bu, daha incelikli bir metot. Christopher Fitton salgında zamanını, insanların uyumasına yardımcı olacak Youtube videoları çekerek ve podcast bölümleri kaydederek geçiren hipnoterapistlerden biri. Fitton seanslarında, dinleyenlere 30 dakika boyunca yumuşak, fısıltıvari sesiyle cesaretlendirici şeyler söylüyor. Şu an, ayda 1 milyondan fazla dinlendiğini söyledi bana.
Hipnoterapi sinirlerin hızlı ateşlenmesini yavaşlatıyor. Rehberli meditasyon ve derin nefes alıp vermede olduğu gibi bunda da amaç kişinin aşırı düşünmesini engellemek ve kendiliğinden uykuya geçmesini sağlamak. Fitton sırtınızdaki kaslarla ilgili sıradan şeyler söylerken ya da betimlediği yerde betimlediği bir ağacı sizden hayal etmenizi isterken “amaç sizi bilinçaltının yönlendirmelere açık olduğu, trans benzeri, rahat bir duruma geçirmek,” diyor. Bu sayede, Fitton uyumanızı söylediğinde beyniniz ne kadar meşgul olduğunuzu ya da birinin neden mesajınızı okuduktan sonra ona cevap vermediğini düşünmek için mücadele etmiyor.
Fitton gibi hipnoterapistler, ayaklarınızı yere basmanıza yardımcı olacak araçlar sağlıyor, nihayetinde amaç, bunu internetten yardım almadan, tek başınıza gerçekleştirebilmeniz. (Yatak odasına telefonunuzu götürmemek her halükarda daha iyi zaten.) Odaklanmak pratik yapmayı gerektiriyor. Transa geçmek neredeyse hiç kolay olmuyor ve herkes için işe yarayan tek bir yöntem yok. Biraz deneme yapmak gerekiyor. Benim hâlâ deneme yapmaya ihtiyacım var anlaşılan. Fitton’ın kayıtlarından birini dinlerken, onu evinin çalışma odasında yumuşak sesiyle mikrofona Spotify reklamı okurken, herkes gibi yalnız bir şekilde hayal etmekten kendimi alamadım.
Sizi bilincinizden kurtarması için kime güveniyorsanız güvenin ama bu konuya ağırlık vermenin şimdi tam zamanı gibi görünüyor. Kendinize sınırlar çizin ve uyumanız ölüm kalım meselesiymiş gibi davranın. Umarım gerçekte öyle olmaz.
Kapak görseli: Nigel Henderson, “Photograph of two unidentified sleeping children.” Kaynak: Tate.