Çocukluğun en güzel yanlarından biri eteği kafaya geçirerek dans edebilme özgürlüğü değil miydi? En güzel etekler kendi etrafınızda dönerken en çok açılanlar, en güzel elbiseler etekleri en dökümlü olanlar. Henüz yıkanmış tülleri üzerinize giyinmeye çalışırken anneden azar işittiniz mi? Kendi boyunuzun beş katı uzunluğundaki tüllerin teninizden sıyrılarak sizden ayrılması (anne tarafından çekiştirilerek toparlanması yani) kötü bir hatıra değil mi? İnce, uçuş uçuş kumaşlara özel ilginizi, onlardan pelerin, uzun kuyruklu elbiseler, artık kraliçelik mi, assolistlik mi her ne ise, o rüyanın bazı ayrıntılarını ve hissiyatını hala hatırlıyor musunuz?
İşte bunların hepsini, tüm hayatına yaymış bir kadın var, adı: Loie Fuller. Şikago’da doğmuş 1862’de. Çocuk yıldız olarak başladığı sahne kariyeri, hemen tümden danstan ibaret. Bazılarına göre modern dansın öncülerinden. Etek dansı diye de bilinen ve evet o çocukluğumuzda kafaya geçirdiğimiz eteklerin başka türleriyle ve başka bir koreografi ile yapılan, dansla meşhur olmuş. Ve sonra bir dizi yenilikçi işlere kalkışıyor ABD’de, ama içinde bir hayalkırıklığı, değerinin bilinmediğine dair bir buruklukla Avrupa’ya gidiyor 1890’larda. Paris’te çok sevilen biri oluyor Fuller. Onu en meşhur eden, ipekten yapılmış bir kostüm içinde ve elinde tuttuğu iki bambudan çubuk marifetiyle sergilediği bir performans: Fuller’in kıvrımlı dansı. Üzerinden bir yüzyıldan fazla zaman geçmiş bu gösteriyi görebiliyor olmamız da inanılmaz değil mi? Bu göreceğiniz kısacık film de Lumière kardeşlerin bu arada, Fuller onlarla uzun soluklu bir işbirliği yapıyor.
Fuller’in getirdiği yenilik sadece kostümle, koreografi ile de sınırlı değil. Birtakım parıldayan kumaşlar icad ederek, bunların patentini de alıyor. Tam bir müteşebbis ruh anlayacağınız. 65 yaşında gelen ölüme dek Paris’ta kalıyor. Dans edemeyeceği kadar ilerlediğinde yaşı, öğrenci yetiştiyor. Ve bazı fotoğraflar var gösterilerinden arda kalan. Dansını şimdi seyretsek ne kadar beğeniriz bilmiyorum, fakat fotoğrafları çok güzel. Bu fotoğraflara, Fuller’in yetiştirdiği öğrencilerin performanslarına (Isadora Duncan bunlardan biri mesela) baktıkça şundan emin oldum: Dünyamız, çocukken olduğu kadar rahat dans edebildiğimiz bir yer olsaydı çok daha güzel bir yer olurdu.
Ana görüntü şuradan