Bir ofiste sabah dokuzdan akşam altıya kadar çalışıyorum. Yakınlarda birkaç kitapçı, kahveci ve büyük bir market var. Öğle tatillerinde kahve alıp kitapçılarda gezinmeyi çok seviyorum. Hamile olduğumu öğrendikten sonra rutinime -sağlıklı beslenmek adına- market yolculuğu da eklendi. Karnım şişmeye başladıkça kahvemi kafeinsiz, sütümü laktozsuz, kitaplarımı da resimli çocuk kitaplarından seçer oldum. Doğuma sayılı günler kala iyiden iyiye ağırlaşan bir bedenim, sırt ağrılarım ve artık küçük bir çocuk kitabı koleksiyonum var. Esprili hikâyelerin, rengârenk resimlerin içinde kaybolmak, kısa süreliğine de olsa hayatın stresini unutturuyor.
İş yerimin arka çıkış kapısı güzel bir parka açılıyor, öğle tatili yolculuğum bu parkın içinden devam ediyor. Parkta özgürce dolaşan tavşanlar, köpekler, hindiler ve tavuklar var. Bazen tavşanlar köpekler tarafından, bazen de ellerinde alışveriş torbaları ile işlerine dönen insanlar tavuklar tarafından kovalanıyor. Tavuklardan birinin tüyleri yok denecek kadar az. Ya kendisi stresten yolmuş, ya bir hastalığa tutulmuş ya da diğer tavuklar saldırmış, bilemiyorum. Ergenliğimde başlayan ve bu yaşıma dek kurtulamadığım saç koparma alışkanlığımı hatırlatıyor bu tavuk bana. Annem sürekli ‘koparıp durma şu saçlarını! Ensen yolunmuş tavuğa benziyor’ diye kızıp dururdu. Öğle tatilimin sonunda, işe dönüş yolunda, bir elimde yeni aldığım çocuk kitabım, diğerinde marketten aldığım kuruyemiş torbam, birkaç tavşanı ‘köpek geliyor, kaç!’ diye uyarıyor ve ergenliğime benzeyen tavukla karşılaşmadan kapıya ulaşmaya çalışıyorum!
Kısacası hamilelik, hayatı biraz daha farklı görmemi sağladı. Son günlere doğru artan endişe hali ve artık hayatımın eskisi gibi olmayacağı gerçeğiyle yüzleşmek benim gibi otuzlarından sonra çocuk sahibi olan birçok kadının yaşadığı şeylerdir diye umuyorum. Gerçi uzun uzadıya düşünemez, kimseyle ciddi sohbetler yapamaz oldum, içerde birden hıçkırık tutan ya da tekme atan bir canlı olunca insanın dikkati dağılıyormuş.
Lafı daha dolandırmadan; bu sıralar kendisi de benim gibi hamile olan, aynı zamanda bir çocuk kitabı yazarı ve çizeri olan Mine Çelik ile çocuk kitaplarından ve hamilelikten bahsettik.
Çocuk kitapları yazmaya ve resimlemeye nasıl başladın? Neden çocuk kitapları?
Üniversitede okurken Çocuk Edebiyatı dersi alıyordum. Bu ders sırasında hem çocuk kitaplarına olan ilgim arttı, hem de bir gün bu işi yapabileceğimi düşündüm. Çocukluğumdan beri resme ve yazmaya ilgim var ve bu ilgiyi harmanlayıp yansıtabileceğim bir alan çocuk kitapları. Mezun olduktan sonra başka işler yapsam da hep aklımın bir ucundaydı bu konu. Çalışırken akşamları eve geldiğimde tuval üzerine akrilikle resimler yapıyordum. Zamanla tarzım illüstrasyona doğru kaymaya başladı. İşimden istifa edip kırsala yerleştiğim bir dönemde ise suluboya illüstrasyonlar yapmaya başladım. Aynı dönemde dijital illüstrasyonu öğrendim. Sanırım yavaş yavaş kendimi çocuk kitabı çizeri olmaya hazırlıyordum. Köy yaşantısı, doğanın ve hayvanların içinde olmak bir dolu hikâye biriktirmemi sağladı. Heybemde bu hikayeler ve illüstrasyon deneyimleriyle İstanbul’a geri döndüğümdeyse ne yapmak istediğimi kesin olarak biliyordum.
Neden çocuk kitapları mevzusuna gelince… Bence iyi bir çocuk kitabı, gerçek bir sanat eseridir. Okuyup büyülendiğim, gözlerimin dolduğu, çizimlerine hayran hayran defalarca baktığım kitaplar oluyor. Shaun Tan kitaplarını buna örnek olarak verebilirim. Çocuk kitapları edebiyatın ve resim sanatının buluştuğu, özgür ve özgün bir yaratım şekli. Çocuklar da sanatla ilk kez çocuk kitaplarında karşılaşıyor. Bu çocuk kitaplarına hem büyük bir sorumluluk yüklüyor, hem de onları çok özel kılıyor.
Anlattığın ya da resimlediğin hikâyelerin çocukların gözünden nasıl algılandığına ilişkin endişelerin oluyor mu? Sence onlara ulaşabilmenin sırrı ne?
Çocuk gözünden bir şeyi görmek ya da görmeye çalışmak çok mümkün değil bana göre. Çocuk kitabı yazar-çizeri olmanın da en büyük zorluğu bu zaten; yetişkin olmak. Bu nedenle böyle bir endişe taşımıyorum fakat öğretmenlik yaptığım dönem sayesinde çocukların neyi sevip neyi sevmediğine dair az çok bir fikrim var. Çocuklar absürt şeyleri seviyor mesela. Ben de absürt öyküler yazmaya çalışıyorum, kafasında limon ağacı çıkan bir adamın hikâyesini anlatan Bay Limoni gibi ya da adından da anlaşılacağı üzere Koyunlar Gibi Yünümüz Olsa kitabım gibi. Çocuklar onları güldüren/eğlendiren, özgün fikirlere sahip ve hayal güçlerine hitap eden öyküleri seviyorlar. Ben de kitaplarımda öğretici olmayan ya da mesaj verme kaygısı taşımayan öykülere yer vermeye çalışıyorum.
Peki, senin yaratım sürecin nasıl işliyor? Önce aklına resimler mi geliyor da öyküyü kurguluyorsun yoksa tam tersi mi? Kısacası bir çocuk kitabına nasıl başlıyorsun?
Bazen öylesine yaptığım bir illüstrasyondan ilham alıp hikâye yazıyorum, bazen de tam tersi. Örneğin son yazdığım hikâye böcek oteli -henüz yayımlanmadı- eskiz defterlerimi karıştırırken ortaya çıktı. Bir resepsiyonda telefonlara bakan sinirli bir böcek çizmişim. Buradan yola çıkıp hemen hikâyesini yazdım, komik de oldu. Bazen de aklıma önce hikâye geliyor. Yazarken çizimler zaten gözümün önünde canlanıyor. Karakter, ortam, hikâye oluşurken bunlar da kafamda oluşuyor ve sonra oturup çiziyorum. Şunu da eklemek isterim; bence çocuk kitabı yazıp çizmek bir filmin senaryosunu yazıp onu çekmek gibi. Senarist de sizsiniz, yönetmen de. Sahnelerin nasıl olacağına, karakterlerin ifadelerine, ortamın kompozisyonuna, ışığa, gölgeye, kameranın açısına, her şeye siz karar veriyorsunuz. Çok heyecan verici bir süreç!
Ülkemizde çocuk kitabı yazar ve çizerleri nasıl sence? Bu kadar çok kitap varken insanlar neye göre seçmeliler çocuklarına alacakları kitapları?
Ülkemizde çocuk edebiyatı gittikçe gelişiyor ama elbette yurt dışındaki örnekleri düşününce halen eksiklerimiz olduğunu görüyoruz. Örneğin bizde riskli konulara pek girilmiyor. Ayrılık, boşanma, ölüm, gündemdeki toplumsal meseleler, eşitsizlik, savaş ya da aşk gibi. Bu konuların yurt dışında Picture book dediğimiz okul öncesine yönelik resimli kitaplarda sıkça işlendiğini görüyoruz ama ülkemizde genellikle bu konulardan kaçınılıyor, küçük yaştaki çocukların bunları anlamayacağı ya da bunlarla karşılaşmaması gerektiği düşünülüyor. Hâlbuki çocukların yaşantısında bunlar var, kendisi görmese bile çevresinde görüyor, televizyonda görüyor. Bir diğer konu didaktik olma meselesi. Ülkemizde çocuk kitapları hala çok didaktik, fazla öğretici. Aslında çocuk kitabı ders kitabı değil, sanat eseri. Kitaplarda bir mesaj elbette olacak ve olmalı da ancak öncelik mesaj verme kaygısı olmamalı. Dolayısıyla alınacak çocuk kitabı seçilirken bunlara dikkat edilebilir diye düşünüyorum.
Hiç yetişkinler ya da gençler için kitap yazmayı düşündün mü?
Evet, eşimle birlikte hazırladığım son kitabım Kırmızı Top! Bu, çocuklara değil daha çok gençlere ve yetişkinlere yönelik, bilim kurgu ve fantastik öğeler içeren, kısa öykülerden oluşan bir kitap. Eşimle hep yetişkinler için de illüstrasyonlu kitaplar olması gerektiğini konuşuyorduk. Ben bir kitabı okurken araya serpiştirilmiş resimlere bayılıyorum. Eşimin de kıyıda köşede yazdığı bir sürü kısa öyküsü vardı. Bunlardan birkaçını okuyunca gerçekten çok etkilendim ve ona “sen yaz, ben de çizeyim” dedim. Bir kısmını önceden yazdığı bu öykülerden uyarladı, bir kısmını benim çizmiş olduğum illüstrasyonlardan ilham alarak en baştan yazdı ve Kırmızı Top’un metni böylece oluştu. Çizimleri çok severek yaptım, ilk defa çocuk çizgisinden biraz çıkıp daha ‘ciddi’ şeyler çizmek çok hoşuma gitti.
Sen de benim gibi bir çocuk bekliyorsun. Hamilelik süreci meslek hayatına nasıl etki etti? Bir sonraki projen için sende farklı bir bakış açısı yarattı mı?
Evet, tam 2 ay sonra yavrulayacağım, çok heyecanlıyım. Hamilelik sürecinin şimdiye dek meslek hayatımı olumsuz anlamda çok etkilediğini söyleyemem, zaten evden çalıştığım için herhangi bir sıkıntı yaşamadım. Olumlu anlamda ise ekstra bir verimlilik ve yaratıcılık kattığını söyleyebilirim. Bir arkadaşım hamileliği sırasında yazdığı tezinin su gibi aktığını, çok verimli çalıştığını söylemişti. Sanırım böyle bir odaklanma durumu oluyor. Ama ofis çalışanı olsaydım zorlandığım birçok nokta olurdu eminim, en başta beslenme rutinim. Çocuk olduktan sonraki üretimim ise mutlaka değişecek/dönüşecektir, bunu öngörebiliyorum ama hangi açılardan dönüşeceğini henüz kestiremiyorum. Muhtemelen onun fikirlerinden yola çıkarak daha yaratıcı işler çıkarabileceğim.
Ah, bu arada bir gebelik günlüğü tutuyorum. Yazdıklarımı ufak çizimlerle renklendiriyorum, Dünya’nın büyüyünce bunları inceleyeceğini düşünmek şimdiden çok heyecan veriyor.
Anne olmak yazım ve çizim sürecini nasıl etkileyecek? Ülkemizde çalışan bir anne olmak çokça fedakârlık istiyor, senin için de geçerli mi bu?
Anne olduktan sonra, özellikle ilk aylarda ne kadar yazıp çizebileceğimi bilmiyorum. Yazsam bile çizmek çok daha fazla vakit ve emek gerektirdiği için çizim kısmı sekteye uğrayabilir. Belki bir süre sadece yazarım, başkası resimler. Belki de Dünya kolay bir bebek olur, uyku sorunu çekmez, o uykudayken ben de çizerim. Ofis çalışanı anneler için elbette çok daha zor, sabah süt sağıp bebeği bakıcıya bırakıp aklını da evde bırakıp işe gitmek… Bu yönden şanslı hissediyorum ancak evden çalışmanın da güvencesiz çalışmak gibi, düzensiz gelir gibi, daha asosyal bir yaşam gibi birçok dezavantajı var. Her işte olduğu gibi bu işte de artılar ve eksiler var. Yine de şikâyet edemem, işimi çok seviyorum ve bebeğim doğduktan sonra onunla vakit geçirebileceğim için mutluyum.
Son olarak, en sevdiğin yazarlar/çizerler kim? Sana ilham veren şeylerden bahseder misin?
En sevdiğim yazar-çizer tartışmasız Oliver Jeffers. Hem metinlerindeki hem çizimlerindeki minimalistliğe, yarattığı duyguya, kullandığı kelimelere ve renklere, seçtiği hikâyelere hayranım. Onun kitaplarının gerçek birer sanat eseri olduğunu düşünüyorum. Bunun yanında Shaun Tan, Shel Silverstein, Peter Reynolds, yaş grubunu biraz daha büyütürsek Michael Ende, Neil Gaiman, İtalo Calvino, Anette Pehnt gibi takip ettiğim yazar-çizerler var. Bana ilham veren şeyler başkalarının çok beğendiğim işleri olabildiği gibi günlük hayattaki her şey olabiliyor. Mesela hayvanların davranışlarından, doğadan ya da insanlarla muhabbet ederken yapılan esprilerden ilham alıyorum. Her an aklıma bir fikir gelebiliyor ve bunu önce not edip, sonra projeye dönüştürüyorum. Örneğin eşim ile bir sabah kahvaltı ederken ağzımızdaki limon çekirdeğini balkondan aşağı fırlatıp sonra da çekirdeğin birinin kafasına düşüp filizleneceğini hayal etmiştik. Bay Limoni buradan çıktı. Hangi hikâyenin ne zaman nereden çıkacağı hiç belli olmuyor. İşin en eğlenceli kısmı da bu.
Mine’nin kitaplarından kesitler sunduğu web sitesi.