Ezgi Sarıtaş’ın Metis'ten yayımlanan Cinsel Normalliğin Kuruluşu: Osmanlı’dan Cumhuriyet'e Heteronormatiflik ve İstikrarsızlıkları isimli çalışması üzerine...

TARİH

Cinsel Normalliğin Kuytuları

Leslie Peirce, 2009’da yazdığı ve Osmanlı ve Orta Doğu çalışmalarında cinselliğin tarihi üzerine yapılmış araştırmaları değerlendirdiği, alandaki boşlukları tespit ettiği ve konunun sunduğu imkânları ele aldığı değerlendirme makalesine “Bugün Orta Doğu diye adlandırdığımız bölgede cinsellik tarihinin araştırılmasına tarihçiler ancak yeni yeni ilgi göstermeye başladılar, yaratıcı çalışmaların pek çoğu da hâlâ edebiyat araştırmacıları, sosyal bilimciler ve son zamanlarda da sanat tarihçileri tarafından yapılıyor… Bu bölgede cinsellik üzerine yapılan akademik çalışmalar, cinselliği konu edinen çok sayıdaki birincil kaynağın -aşk ve tutkunun temsilleri, cinsel etiket, cinsiyetin biyolojisi, meşru cinselliğin sınırları, vb.- yanında devede kulak kalmaktadır,”[1] gözlemleriyle başlar. Peirce’in değerlendirmesinden bu yana cinsiyet, cinsel kimlik, toplumsal cinsiyet, cinsellik, aşk, erotik tutku gibi konular üzerine bildiklerimiz pek çok tarihçinin emeği ve incelikli çalışması sayesinde değişmekte olsa da önümüzde hala gidilecek uzun ve imkânlı bir yol olduğu söylenebilir.

 

Ezgi Sarıtaş’ın kısa bir zaman önce yayımlanan Cinsel Normalliğin Kuruluşu: Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Heteronormatiflik ve İstikrarsızlıkları (Metis, 2020) isimli ufuk açıcı çalışması da bu yoldaki önemli çalışmalardan biri olmaya aday. Sarıtaş, akademinin katı sınırlarını da zorlayarak bizi Osmanlıda cinselliğin tarihi üzerine düşünmeye teşvik ediyor. Büyük heyecan ve merakla elime aldığım bu çalışmada Ezgi Sarıtaş geç Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde cinsel modernliği heteronormatiflik ekseninde sorunsallaştırmayı ve tartışmayı amaçlıyor. Aslında çalışma odağına ağırlıkla 19. yüzyılı alsa da, 17. yüzyıldan neredeyse 1950’lere uzanan çok daha geniş bir döneme bakıyor. Bu uzun süreçte aşk, arzu ve erotizmin heteronormatif söylemler çerçevesinde düzenlenmesini tartışıyor. Sarıtaş, yerinde bir gözlemle heteronormativiteye doğru asıl kırılmanın 19. yüzyılda gerçekleştiğini öne sürüyor. Bu kırılmanın gerçekleştiği alanları ve heteronormativitenin işleyişini anlamak üzere bu kırılmanın öncesine ve sonrasına, yani homoerotizmin marjinalleşmesine ve heteronormativenin tutarsızlıkları ve istikrarsızlıklarına rağmen -ya da bunlar sayesinde- yerleşikleşmesine bakıyor. Bu dönüşümü göstermek için de şiirden, romana, öz yaşam öyküsünden nasihat literatürüne edebi diyebileceğimiz kaynakları analiz ediyor.

 

Sarıtaş bir tarihçi değil, üstelik kitabında tarihsel araştırma yapma iddiasında olmadığını da açık yüreklilikle belirtmiş. Ancak tarihsel bir sorunun etrafında şekillenen ve tarihsel malzemelere dayanan bu çalışmanın tarihçilerin dikkatini çekmemesi de olanaksız. Geç Osmanlı kadın ve toplumsal cinsiyet tarihçisi olmama karşın bu önemli çalışmayı elimden geldiğince tarihçiler olarak birbirimizin çalışmalarını değerlendirirken yararlandığımız kıstaslardan kaçınmaya çalışarak ele alacağım. Özellikle kaynakların seçimi, bunların üretildikleri tarihsel bağlamlarına oturtulması, anlamlandırılması gibi konuları oldukça önemsememe rağmen bu konulara burada değinmemeye çalışacağım. Tarihçilerin değil başka zanaatkârların araçları kullanılarak üretilen bu zihin açıcı çalışmanın hem konuya meraklılara hem de tarihçilere neler söyleyip neler sorabileceği üzerine düşünmeyi amaçlıyorum.

 

Osmanlıda arzu, aşk, cinsellik üzerine olan çalışmalara baktığımızda bu konuya olan yaklaşımların iki karşıt uçta öbeklendiği söylenebilir. Bu uçlardan biri cinsel çeşitliliğin özellikle erkekler arası eşcinsel ilişkilerin bugüne nazaran daha fazla kabul gördüğünü, özgür yaşandığını öne süren, Osmanlıyı neredeyse bir cinsel hoşgörü toplumu olarak tasvir eden oryantalist fanteziyle şekillenmiş nostaljik görüşten müteşekkilse, diğer uçta şeriat altında ezilen dolayısıyla arzunun, cinselliğin özgür ifadelerine hiçbir alan tanımayan bir baskı toplumu kurgusu vardır. Son yıllarda özellikle erken modern Osmanlı tarihi alanındaki son derece ufuk açıcı çalışmalar bu iki kutuplu yaklaşımı sarsıp cinsellik, cinsel kimlikler, aşk gibi konuların farklı boyutlarıyla tartışılmasını sağladı. Ancak kitapta da işaret edildiği gibi bu çalışmalar ağırlıkla erken modern cinselliklere odaklanıyor, Sarıtaş’ın cinsel modernlik dediği 19. yüzyıl ve sonrasına pek de rağbet göstermiyor.

 

Ezgi Sarıtaş bu boşluğa ses vermeye çalışıyor. Üstelik bildiğimizden emin olsak da tanımlayamadığımız, anlatılması, ele geçirilmesi çok zor, tam gözümüzün önünde olduğu için görünmez kalan normalliği konu edinerek çok zorlu bir işe girişmiş. Normal olan normal olabilmek için normal olmayana ihtiyaç duyduğundan Sarıtaş da kaçınılmaz olarak norm dışı olana bakarak normalliğin nasıl inşa edildiğini göstermeye çalışıyor.

 

Kitabın ilk bölümünde erkek homoerotizminin marjinalleşme süreci inceleniyor. Bu bölüm 19. yüzyılda heteronormatifliğin arzu ve cinsellik söylemlerini ele geçirmesi öncesindeki sürece bakıyor. Bu bölüm erken modern dönemde özellikle erkekler arası ilişkinin erotizasyonu, homoerotik arzunun edebi ve tasavvufi alanda üretilmesi ve dışa vurumları üzerine. Sarıtaş, homoerotik kültürün ağırlıkla Osmanlının ayrıcalıklı zümreleriyle özdeşleştirilmesini sorunsallaştırıp, homoerotik kültürün kentli orta ve alt sınıflar arasında üretilmesi ve işleyişini de incelemek üzere merceğini meyhane, kahvehane ve hamama çeviriyor.

 

Homoerotik arzunun toplumsal/sınıfsal hiyerarşiler tarafından şekillendirilmesi tartışması ve usta-çırak ilişkilerine değinilmesi son derece yerinde olmakla birlikte bu bölümü okurken erkeklik içi/erkekler arası hiyerarşiler daha çok sorgulanmalı mıydı diye düşünmeden edemedim doğrusu. Leslie Peirce’in kadın ve erkeklere yaşamlarının farklı dönemlerinde verilen isimler üzerinden yaşa dayanan hiyerarşilerle cinsellik arasındaki ilişkiyi tartıştığı öncü çalışmasından[2] İrvin Cemil Schick’in incelikle önerdiği cinsel çoğulculuk kavramsallaştırmasına[3], erkekler arası cinselliğin bıçak sırtındaki dengesi tarihçilerin artık bildiği ve nüanslandırdığı bir mesele. Meyhane, kahvehane ve hamam cinsel arzunun da mekânıysa bu homososyal mekânlardaki arzu ve cinsellikler erkekler arasındaki güç ilişkilerinden nasıl etkileniyor, bu ilişkileri nasıl şekillendirip dönüştürüyordu? Buna ek olarak, kadınlar arası homososyalliği düşünmek yapılan tartışmayı zenginleştirebilir miydi? Örneğin haremin ve ürettiği cinsel ve politik ilişki biçimlerinin heteronormativitenin inşa sürecindeki yerini nasıl konumlandırabiliriz? Hareme dair oryantalist kurgulara yüz vermeden homoerotizmin sadece erkeklere özgü olmadığını nasıl düşünebiliriz?  Kadınlar arası cinsellik, arzu, aşk ve normallik arasındaki ilişkiyi nasıl tasavvur edebiliriz?

 

Bu bölümde aklımı kurcalayan başka bir soru homososyallik ve homoerotizm ya da erkekler arası cinsellik arasındaki ilişki oldu. Homososyalliğin homoerotik arzunun oluşum ve icrasına kolaylık sağladığı argümanına katılsam da Sarıtaş’ın daha çok kesişimler üzerinden tartıştığını düşünüyorum. Buradan ilham alarak, homososyallik, homoerotizm ve homoseksüelliğin ayrıştığı sınırları nereden çizebiliriz? Mekân ve bedeni birlikte düşünmek ufkumuzu çok genişletse de mekân ve beden birbirini ne kadar biçimlendirir, birbirlerinden ne kadar ayrıdır? Mekân bedeni ne kadar belirler? Beden mekâna ne zaman ve nasıl isyan eder? Homososyal mekân homoerotik arzuya hiç baş kaldırmaz mı?

 

Bu soruları bir kenara koyup kitaba geri dönecek olursam ikinci bölüm Geç Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde erkek homoerotizmine dair üç öz-anlatının incelenmesi üzerine kurulmuş. Bu bölümde 19. yüzyıl mutasavvıfı Aşçı dedenin hatıraları, Rıza Nur’un anıları ve Reşat Ekrem Koçu’nun İstanbul Ansiklopedisi ele alınıyor. Bu bölümde türlerin ya da metinlerin analizinden çok bu metinlerin içine sızan aşk ve erotizmin heteronormatif düzenlenişine meydan okuyan queer öznellik imkanları araştırılıyor. Aşçı dede erkeklere duyduğu aşkı, içinde bulunduğu homososyal ilişkiler ve tasavvuf üzerinden anlamlandırırken bu aşkı giderek kabul edilemez kılan söylemlerle de baş etmeye çalışır. Rıza Nur’un anılarında erkeklere yönelik arzudan çok döneminin tıbbi patoloji söylemiyle biçimlenen homofobik korku ve endişeler gözlemek mümkün. Reşat Ekrem Koçu’nun İstanbul Ansiklopedisi ise bir öz anlatı olmasa da Sarıtaş’a göre Koçu’nun kendini var ettiği bir projedir, dolayısıyla onun cinsel öznelliğini ve bu öznelliğin çelişkilerini düşünebilmemiz için bir kapı aralar. Aşçı dedenin anılarında bir tür süreklilik arayışı varsa Rıza Nur’unkine kopuş damgasını vurur. Koçu içinse tarihsel zamansallık süreklilik ya da kopuş değil bir tür nostalji üzerinden kurulmuştur, tam da bu nedenle homoerotik arzu aynı anda hem güzellenir hem patolojikleştirilir. Bu üç öz anlatı arasında kayda değer farklar olsa da normalden sapma ya da heteromormativiteye uyamama onları bir araya getirir. Bu anlatıların Sarıtaş’ın da işaret ettiği gibi olağanüstü uzun olması, bitmek bilmemesi, sonlanma konusunda isteksizlikleri normatif olana uymamayla/uymadığını bilmeyle baş etmenin bir yoludur belki de.

 

“Heteroerotizm ve arzu nesnesi kadının uyandırdığı kaygılar” başlıklı üçüncü bölümde kadınlar nihayet anlatıma giriyorlar. Bu bölümde artık heteronormatif bir dünyaya adım atıyoruz, ancak bu dünya da öyle tutarlı yekpare bir bütün değil, aksine kendi kendini istikrarsızlaştıracak dinamiklerle dolu. Sarıtaş, cinsel normalliğin bir taraftan kurulurken bir taraftan da duvarlarında açılan deliklerle sürekli döküldüğünü anlatıyor. Sarıtaş’a göre, ne modern tıbbın iki cinsiyetli modeli, ne arkadaşlığa dayalı aile ideali, ne de heterososyalleşmenin yaygınlaşması heteroerotik arzuyu güvence altına alabilir. Bu bölümde Sarıtaş, heteroerotizm ve arkadaşlığa dayalı evlilik düşüncesi, arzu nesnesi kadının yarattığı toplumsal cinsiyet kaygıları ve kadın homoerotizm anlatılarını nasihat kitapları, romanlar ve müstehcen edebiyat örnekleri üzerinden incelemekte. Züppe erkeğin kadınsılığı, erkek kıyafetindeki kadının erkeksiliği gibi aşırılıklar üzerinden ideal kadın ve erkekliklerin tanımlanması, sınırlarının çizilmesi ve de sınırların sürekli istikrarsızlaşması incelikli bir şekilde ele alınmış.

 

Bu iki bölümü okurken de aklıma pek çok soru geldi. Bir tarihçi olarak ilk sorularımdan biri kaçınılmaz olarak kaynaklarla ilgili oldu. Sarıtaş’ın kaynakları oldukça çeşitli olsa da idealleri yansıtmak anlamında normatif diyebileceğimiz kaynaklar, yani bize eylemleri değil söylemleri açıyor. Bu elbette bir tercih, pek çok imkân da barındıran bir tercih. Ama bir taraftan da bize cinsel pratiklerin dünyasına hiç değilse kapı aralayacak kaynaklar kullanılsa o aralıktan neler görürdük diye düşünmeden edemedim. Ağırlıkla kentli, üst sınıf, okuryazar kesim tarafından üretilen ve kendisine oldukça benzer bir kitleye hitap eden bu kaynaklar yerine başka türden kaynaklar kullanmak bize nasıl bir ufuk sunardı? Örneğin, erken modern dönem için Kadı sicilleri hatta fetvalar gibi hukuk kaynakları aslında farklı cinsel pratikleri düşünmemizi sağlamak açısında daha kapsayıcı kaynaklar olabilir miydi? Cinsel modernliği anlamak içinse 19. yüzyılın büyüyen hukuki pratiklere ilişkin çalışmaları ve bu çalışmaların kaynakları bize yol gösterebilir miydi? Sadece okur-yazar kesimlerin tasavvur dünyalarının sınırlarını değil de farklı toplumsal kesimlerin cinsellik etrafındaki çatışmalı deneyimlerini görebilir miydik? Ya da yüksek edebiyat formları değil, İpek Hüner Cora’nın ele aldığı gibi daha süfli hikâyelere baksak kimleri görecektik?[4] Bu kaynaklar bizi normalliğin sınırlarını zorlayan hangi aşklara, tutkulara, pratiklere götürecekti? Farklı cinsel pratikler, cinselliğe karşı farklı tavırlar, cinsel suçlar belki bize göz kırpar heteronormativitenin kuruluşu homo- ve heteroseksüellik uçlarına gitmeden de düşünmemize olanak sağlayabilir miydi?

 

Bununla ilişkili aklıma gelen bir başka soru hetero- ve homo- arzu ve cinsel ilişkilerin birbirlerinin zıddı olup olmadığı. Yukarıda işaret ettiğim gibi normali, cinsel normalliği tartışmak çok zorlu bir uğraşsa da bu çalışmada en çok kafamı kurcalayan konulardan biri heteronormativiteyi tartışmak için karşı cinse ve hem cinse duyulan arzuların iki zıt uçta konumlandırılması oldu. En başta Sarıtaş’ın bu karşıt kutupluluğa karşı çıkacağını zannetsem de hem kaynakların zorlaması hem de konunun zorluğu yani normalin ele gelmezliği bu karşıtlığı mecbur kılmışa benziyor. Normalliğin sınırlarını farklı şekilde zorlayabilir miyiz? Örneğin Başak Tuğ’un anlattığı rızaları alınmadan yapılmış evliliklerden kaçabilmek, sevdiklerine kavuşabilmek ya da sadece özgür kalabilmek için başkasıyla yaptıkları nikâhı bozmaya çalışan genç kadınların hikâyeleri[5]; İpek Hüner Cora’nın Enderunlu Vâsıf’ın Divan’ında yer alan ve annesinin evlen nasihatine isyan ederek erkeklerle gönlünü eğlendirmek istediğini haykıran delişmen genç kıza dair yaptığı çözümlemesi[6]; Elyse Semerdjian’ın içki üretip satan, fahişelik yapan doğru yoldan sapmış kadınlar üzerine kapsamlı incelemesi[7]; Talin Suciyan’ın kendisini terk eden kocasının yokluğuna artık yeter diyerek yeniden evlenen bir kadın tarafından kaleme alınan arz-u mazharı okuma çalışması[8]; Müge Özbek’in hizmetçilik yapmaktansa fahişeliği seçen kadınlar üzerinden yaptığı eleştirel okuma[9] bize heteronormativiteyi düşünmek için nasıl imkanlar sunmaktadır? Ya da bu yazıda ismini oldukça fazla andığım Peirce’in bize anlattığı harem[10] cinsel normalliğin sınırlarını nereden çizer? Osmanlı toplumunu onlarsız düşünemeyeceğimiz cariyeler normalliğin neresinde dururlar? Normal olanın karşıtı anormal olan değilse, normalden sapmaları nasıl inşa edebiliriz?

 

Son olarak ağırlıkla on dokuzuncu yüzyıl çalışan bir tarihçi olarak bu yüzyılın büyük ölçüde boşlukta kalması takıldığım bir başka konu oldu. Sarıtaş’ın heteronormativitenin kuruluşunun 19. yüzyıl ortalarında bir zamana denk düştüğü iddiasına katılsam da kullanılan kaynaklar dolayısıyla yapılan çalışma ya 19. yüzyılın öncesine ya da sonrasına, en iyi ihtimalle bu yüzyılın sonuna tekabül ediyor. Bu boşluğun kapatılması zorlu bir iş olsa da yine de cinsel normalliğin inşası hangi kurumsal, idari, hukuki dönüşümlerle çakışmıştır sorusu bize verimli bir tartışma zemini açabilir.

 

Sizlerin de fark etmiş olduğunuz gibi Ezgi Sarıtaş’ın çalışması bir kısmı bu yazıya taşıyamadığım çok sayıda soruyu aklıma getirdi. Bu cesur çalışma için kendisini kutluyorum. Umarım kendisinin de ifade ettiği gibi bu çalışma yeni ve farklı tarihsel sorgulamalara ilham verir.

 

***

 

[1] Leslie Peirce, “Writing Histories of Sexuality in the Middle East,” The American Historical Review,114/5 (2009).

[2] Leslie P. Peirce, “Ekberiyet, Cinsellik ve Toplum Düzeni: Toplumsal Cinsiyetle İlgili Osmanlı Söz Dağarcığı ,” Modernleşmenin Eşiğinde Osmanlı Kadınları içinde ed. Madeline C. Zilfi, (Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2014), 169–196.

[3]  https://aeon.co/ideas/what-ottoman-erotica-teaches-us-about-sexual-pluralism

[4] http://www.ottomanhistorypodcast.com/2019/07/the-story-has-it.html adresindeki “The Story Has It” başlıklı konuşma.

[5] Başak, Tuğ, “Osmanlı Mahkemelerinde “Âkile, Baliğa ve Reşide” Kahramanlar”, Toplumsal Tarih, Şubat 2020.

[6] İpek Hüner Cora, ““On Beş Yaşında Kendime Bir Oynaş Arayım”: Edebi Tahayyüller ve

Toplumsal Cinsiyet İlişkileri”, Toplumsal Tarih, Şubat 2020.

[7]  Elyse Semerdjian, Off the Straight Path”: Illicit Sex, Law, and Community in Ottoman Aleppo (Syracuse University Press, 2008); ayrıca Elyse Semerdjian, “Sinful Professions: Illegal Occupations of Women in Ottoman Aleppo, Syria,” Hawwa, (Mart, 2003).

[8] 31 Temmuz 2020’de yapılan sözlü sunum,  “Hacı Artin kızı Güldane, Evkereli (1860): Kimsenize bir baş ağrısı bırakmayib ben kendi ipimi elim ile keserek, soezü tüketeceyim”.

[9] Müge Telci Özbek, “Haneyle Sokağın Sınırında: 1900’ler başı İstanbul’unda Hizmetçi Kadınlar, Emek ve Cinsellik,” Toplumsal Tarih, (Mayıs, 2016); Müge Telci Özbek, “’Uygunsuz Makulesinden Kadınlar’: Son dönem Osmanlı İstanbulu’nda Yoksul ve Yalnız Kadınların Kontrolü ve Fuhuş (1900-1914)” Toplumsal Tarih Yeni Yaklaşımlar, no. 15 (2012).

[10] Leslie P. Peirce, Harem-i Hümayun Osmanlı İmparatorluğu’nda Hükümranlık ve Kadınlar (Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2016)

 

 

Ana görsel: Alison Watt.

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

TARİH

YKralın Kutsal Dokunuşu ve Aşı Karşıtlığı
Kralın Kutsal Dokunuşu ve Aşı Karşıtlığı

Modern tıp araçlarına değil komplolara inanmayı tercih eden insanlar bize sadece kendileriyle değil iktidarın niteliğiyle de ilgili bir şeyler söylüyor olabilir mi?

MEYDAN

Y“Kurt Yapmak” ya da Ergen Erkekler Tecavüzü Öğreniyor
“Kurt Yapmak” ya da Ergen Erkekler Tecavüzü Öğreniyor

Filmi seyreden erkek arkadaşlarımızın akıllarında onca şey arasında tecavüzcü erkeklerden birinin adının Kurt olduğu kalmıştı. Okul sıralarında başlayan temsili tecavüz akımına kısa sürede “kurt yapmak” adı takıldı ve sanıyorum erkeklerin büyük bir çoğunluğu paylarını aldılar.

Bir de bunlar var

Trans Tarihini Bilseydik, Trans Öfkesini Kucaklardık!: Sylvia Rivera’yı Hatırlamak
Nezihe Muhiddin Hanım Ne Alemde?
1830’larda Kadınların Kalbi

Pin It on Pinterest