Çiftçinin bu senesi kuraklıkla başladı. Herkes önce kendini dağlara veya kutsal gördükleri yerlere vurdu. Yağmur için dualar okundu, adaklar yapıldı. Sulamalı tarım yapanlar erkenden kuyularını çalıştırdılar çatlayan topraklarını kurtarmak, ürünlerini kaybetmemek için. Suyu olmayanlar ise ürünlerinin – özellikle hububat – büyük bölümünü kaybettiler. Sonra mart ayının sonunda Türkiye genelinde don oldu. Hatta hatırlarsınız Doğu Karadeniz’de seçim döneminde kar bile yağdı. Başta finduk, kayısı, ceviz olmak üzere meyvecilik yapan küçük çiftçiler ciddi anlamda mağdur oldular.
Gelelim benim başımdan geçen afet olayına. Ben bundan üç sene evvel şehirdeki hayatını en aza indirip kiraz yetiştirmek için Manisa’ya yerleşmiş biriyim. 27 Nisan günü akşam üstü saat 17:00 sularında Aydın Efeler ve İncirliova üzerinden gelen bulutlar İzmir Kemalpaşa ve Manisa Sancaklı Bozköy’ün gökyüzünü kapladılar. Bulunduğum civar köylerden çiftçilerin feryatları yükselirken, iri dolu taneleri de aşağıya dökülmeye başladı. Tam yarım saat aralıksız durmadı ve olan gene çiftçilere – doğada var olma savaşı verenlere – oldu. Hayatımda ilk defa böyle bir afete tanık oldum. Önce inanamadım, bahçeme gitmek istemedim; görmek istemedim yollanan fotoğrafları, videoları… Tabii nereye kadar, düşünün bir sene boyunca emek verdiğiniz, uğraştığınız, sevdiklerinizden uzak kalıp didindiğiniz bahçeler gidiyor. Sanki engelleyebilecekmişim gibi koştum bahçemin kapısına, kulağımda telefonda konuştuğum yaşlı çiftçilerin yakarışları.
Çaresizce bahçemin önünde ağladım ama inanın bir tek ben ağladım. Çünkü koca Kemalpaşa – Manisa bölgesinde herkes öyle kabullenmiş ki; o kadar çok defa yaşamış ki; o kadar çok kere kaybetmişler ki bir senelik emeklerini, tahmin bile edemezsiniz. Allah’tan gelene çare yok deyip akşam olanları unutabilmek ve biraz rahatlayabilmek için kendilerini rakıya vurmuşlar. Akşam dokuz köy, üç ilçe gezindim, rakı kalmamış stoklarda. Yalnızlık, çaresizlik, öfke…ilk başta bunları hissediyorsunuz ama hemen ertesi gün mücadeleye devam etme çabası sarıyor içinizi, çare arıyorsunuz, nasıl düzeltebilirim diye soruşturuyorsunuz. İki gün içinde dibe vurup yükselmeye, umutlarınızı filizlendirmeye uğraşıyorsunuz. Ertesi sabah erkenden uyandım. Meğer kimse uyumamış, herkes atlamış traktörlerine sabahın ilk ışıklarında. Her yer çamur ama traktörler durmuyor, biri gidiyor biri geliyor, ilaçlar atılıyor – sakın bana organik tarım falan demeyin, beni deli etmeyin. Kalan ürünleri kurtarmak için gecelere kadar çalışıyordu çiftçiler mutsuz ama umutlu yüzlerle.
Ben ise seyrediyordum bu güzel insanları. Anlamaya çalışıyordum kırsaldaki hayatı. Geçen ay bahçesindeki bağ evine konuk olduğum bir abi “Bu sene maşallah çok fazla bereket var. Allah afet vermezse bu sene çok para kazanırız” demişti. Aradan bir hafta geçmeden aynı abi telefonda bana “Mahvolduk” diye ağlıyordu. Hayatımın hiç bir döneminde bu kadar Allah sözünün geçtiği bir yerde bulunmadım. Nedir bu durum, anlamak çok zor. Sığınma mı? Korkma mı? Tapınma mı? Sanki biraz çaresizliğin kendinden daha büyük bir varlığa havale edilmesi ve “elden ne gelirdi” deyip kendini rahatlatma durumu da var. İşin garibi, benimle beraber sofra kurup rakı içen de böyle düşünüyor, bensiz camiye gidip namaz kılan da. Her ne kadar tam onların kafasını anlayamasam da insandaki o “tevekkül etme” hali hoşuma gitmeye başladı. Herkes çabalıyor, elinden geleni yapıyor; sonra bir güç gelip onlara zarar veriyor. Kendi kendilerine “Yapacak bir şey yok, ben elimden geleni yaptım ama olmadı.” deyip, kendilerini telkin ediyorlar. Buradaki insanların uzun yaşamasının en büyük sebebinin doğal gıda ya da temiz havadan çok böyle düşünmeleri olduğunu hissediyorum. Tabii, bir de olaya biraz daha rasyonel bakıp bahçelerinin dolu, yağmur, fırtınaya karşı korumak için üstünü kapatmayı düşünenler de var. Onlar da benim gözümde “gerçek” çiftçi oluyorlar ve maalesef sayıca çok azlar.
Afetin değdiği Kemalpaşa – Sancaklı Bozköy bölgesi kuzey yarım kürede kirazın turfanda olarak ilk yetiştirildiği yer. Toplamda 100.000 dönüme yakın kiraz bahçeleri, bir o kadar şeftali, bunun en az iki katı üzüm bağları olan verimli bir ovadan bahsediyorum. Ve bahçelerde hasar %50’lerden başlıyor, %80’lere varıyor. Bir de bunun sigorta uzmanları tarafından söylendiği düşünülünce durumun çok daha vahim olduğu anlaşılıyor. Tarım Bakanı Mehdi Eker, İzmir Kemalpaşa’ya – bu sene ilk defa yerel seçimlerde AKP kazandı Kemalpaşa’da- geldi. Çiftçilerin sorunlarını dinledi. Geçen hafta beklenen haber açıklandı: dolu zararı %30’dan fazla olan çiftçilerin borçları eğer talep ederlerse yıllık %3 gibi çok cüzi bir faiz eklenerek bir seneliğine ertelendi.
Burada eskilerin şöyle bir sözü var: “Çiftçinin karnını yarmışlar ‘seneye’ çıkmış”. Evet, bu sene kötü başladı hem çiftçiler için hem de benim için. Ama daha bunun bir de ‘gelecek senesi’ var. Dolu ilk defa yağmadı ve son da olmayacak. Bence önemli olan elimizdekinin kıymetini bilelim; doğanın oyunlarını seyretmeyelim; ders alıp elimizdekini yavaş yavaş, gücümüz yettikçe büyütelim, güzelleştirelim ve bereketlendirelim.
(Bu yazıyı yazarken daha kiraz hasadına başlamamıştım. Çok gergin, tedirgin ve umutsuz yazmışım diye düşünüyorum şimdi yaşadıklarımı. Tam keyiflenecektik, Soma felaketi oldu. Bu sene Manisa’ya yaz bir türlü gelemedi. Orada hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet, yaralılara acil şifa diliyorum.)