Ömrümün çeşitli dönemlerinde Jane Eyre sevgimden şu videoda görebileceğiniz gibi az “Ceeeeyn, Ceaaaayn” diye bağırmadım.
Charlotte Bronte’nin Jane Eyre ve Villete kitaplarında anlattığı aşkları kendi hayatından yola çıkarak yazdığını öğrenince de Bronte merakım iyice kamçılandı.
1842 yılının Şubat ayında İngiltere’den Brüksel’e gelen Bronte, burada bir yatılı okulda karın tokluğuna İngilizce öğretip karşılığında Fransızca öğrenmeye başlıyor. Bu dönemde hocası Constantin Heger’ye tam manasıyla abayı yakıyor. O esnada evli olan Heger’nin bu duygulara nasıl karşılık verdiği tam olarak bilinmiyor.
Bronte İngiltere’ye döndükten sonra Heger’ye yazdığı mektupların dördü, sıkı durun, Heger bunları yırtıp attıktan sonra Heger’nin karısı tarafından bulunup parçaların birbirine dikilmesi sonucu günümüze ulaşabiliyor.
Bu kendini çok açık etmeyen aşk mektuplarından birini 5Harfliler için Türkçeye çevirdim, içinizde benim gibi “Jane Eyre ille de Jane Eyre” diyenleriniz varsa buyursun baksın (Yok mu? Hiç mi yok?):
Size İngilizce birşeyler yazmak zorunda hissediyorum kendimi [Bronte normalde mektupları Fransızca yazıyor]—Size keşke daha neşeli mektuplar yazabilsem, çünkü yazdıklarımı dönüp okuduğumda biraz iç karartıcı buluyorum—ama beni affediniz sevgili efendim—üzüntüme kızmayınız—İncil’de de dendiği gibi “İnsanın ağzı, yüreğinden taşanı söyler” ve doğrusu sizi bir daha görmeyeceğimi düşündükçe neşeli olmak zorlaşıyor. Bu mektupta yaptığım hatalardan Fransızcamın kötüye gittiğini anlayacaksınız—yine de bulabildiğim Fransızca her kitabı okuyorum, ve her gün bir bölüm ezberliyorum—ama Brüksel’den ayrılalı beri sadece bir kez Fransızca konuşulduğunu duydum—o da kulaklarıma bir müzik gibi geldi—her kelime benim için hazine değerindeydi çünkü bana sizi anımsatıyordu—Fransızcayı sizin hatrınız için bütün kalbim ve ruhumla seviyorum.
Elveda değerli efendim—Tanrı sizi özel bir ihtimamla korusun ve kutsasın.
Jane Eyre romanını ezelden beridir Çalıkuşu’na benzetirim; imkansız aşkına “ben Fransızcayı çok seviyorum” diye mektuplar yazan Bronte’nin kendisinde de romanın sonunda Kamran’a zorla “Ben Gülbeşeker’i çok severim” dedirten Çalıkuşu’nun hüznünü buldum, kendisini bir kat daha sevdim.