Müzik tarihi ikonik trans figürlerle dolu. 60’lı yıllardan efsane Jackie Shane, Stanley Kubrick klasikleri Otomatik Portakal ve Cinnet (The Shining) dahil olmak üzere birçok film müziğinde imzası bulunan elektronik müzik prodüktörü Wendy Carlos, 80’lerin disko pop kraliçesi Amanda Lear, elbette Bülent Ersoy ve daha nicesi. Yeni nesil trans müzisyenler de deneysel, şiirsel, pop ya da elektronik türlerde statükoyu şoklara sokan yaratılarıyla dünyayı değiştirmeyi sürdürüyor. Hepsini tek tek burada anmak imkansız olsa da son zamanlarda ana akım müziği sonsuza dek değiştirmiş trans kadın müzisyenlerden, müzikleriyle bizim hayatlarımızı da değiştiren 8 tanesine yakından baktık.
Not: Buradaki sanatçılardan şarkılar içermesinin yanında her gün yeni eklenen şarkılarla da her daim zenginleşen Spotify listemiz de şurada. (Önerilerinizi yorumlara bekliyoruz!)
ARCA
Venezuela’da doğup büyüyen Arca, kendi albümlerinden evvel FKA twigs ve Björk gibi kraliçelere yaptığı, ağır çekimde parçalanan dağların görkemli ve hazin gürültüsünün elle tutulacakmış gibi yakından hissedildiği prodüksiyonları ile dikkat çekmişti. İlk solo albümüyle non-binary, geçtiğimiz sene de trans bir kadın olarak açılan Arca, prodüksiyon esnasında karşılaştığı dijital erörlerden ses heykelleri yapan ve yarattığı sessel evreni, görsel diliyle de sarmalayıp müthiş çağdaş gesamtkunstwerk’ler oluşturan bir sanatçı. Canlı performanslarında bedenine ekleyip çıkardığı parçalarla kendini de müziğine içkin bir yapboz gibi bozuyor, eksiltiyor, artırıyor ve yeniden kuruyor, alışık olduğumuz konser kavramının mekanı arka kapıdan süklüm püklüm terk etmesine neden oluyor. Arca’nın karakteristik ancak hareket halinde, kırıp dökmeden duramayan bir müzikal etiği var. Örneğin yeni albümünde büyüdüğü coğrafyanın popüler reggaeton türünü kucaklıyor ama onu öyle bir yapısöküme uğratıyor ki, duyduğunuz şey neden aynı zamanda cinsiyetsiz bir siborg türküsü olmasın? Arca, bildiğimiz haliyle dünyaya uyum sağlamayı reddediyor; normatif kulakların müziği algılayışı/yapışına göre tasarlanmışlığı ile donmuş bu dünyayı bir buz kıracağıyla parçalarına ayırıp kendine ve algısına zorla bir yer açıyor içinde, bunu yaparken kendi de değişmekten, büyümekten, tekrar tekrar yaralanmaktan ve iyileşmekten korkmuyor. Bu yüzden onun şarkılarını hem muhtemel dünyalara dair müthiş tahayyüller olarak görmek mümkün, hem de mükemmel müzikler olarak eşliklerinde partilemek de.
SOPHIE
SOPHIE, 2013 senesinde yayınladığı bir avuç parçayla burnu yüksekte niş elektronik müzik basınının gözlerini fal taşı gibi açmasına sebep olmuştu. Minimal ve plastiğimsi elektronik altyapılar üzerine hiper çocuksu bir vokalin mükemmel melodilerle şakıdığı bu parçalar, K-pop, elektronika ve bolca yıldız tozunun yanında günümüz çevrimiçi kültürüne dair yazılı olmayan soyut referanslarla doluydu. Prodüktörün kimliğinin bilinmezliği, pop ve deneyselliğin beklenmedik ve o ana dek pek görülmemiş birlikteliği eleştirmenleri bu şarkıların bilgisayar başında eğlenen bir ergenin tesadüfi ürünleri mi yoksa bir lisansüstü öğrencisinin günümüz internet kavramına getirdiği kavramsal bir yorum mu ikiliğinde düşüncelere gark ettirmişti. SOPHIE’nin kimliğini gizlemesi, müziğinin kavramsal bir dönem eleştirisi/yansıması olduğu şeklinde değerlendirildiği sofistike analizlere konu oldu. (Hatta müzik yazarı/akademisyen Simon Reynolds, SOPHIE ve Arca’nın müziklerini, kendisinin icat ettiği conceptronica diye bir türün içine bile dahil etti.) SOPHIE’nin müziğinin kavramsal bir araştırmanın ürünü olduğuna dair yorumların sebebi, trans deneyimiyle ilgili eldeki verilerin kuşbakışı akademik/bilimsel bir filtreden geçerek ‘yeryüzüne’ ulaştığı şüphesini uyandırıyor ve normatif olmayan her şeyin neden illa kavramsal bir proje olarak değerlendirildiği (yazar burada gözlerini devirmektedir) sorusunu (yine) sorduruyor. SOPHIE 2018’de trans bir kadın olarak açıldı ve yayınladığı ikinci albümüyle 2010’ların en ikonik işlerinden birine imzasını attı. O ana kadar irili ufaklı çeşitli isimlerin müziklerinde izlerini belli belirsiz hissettiren yeni müzikal dijital devrim, SOPHIE’nin epik plastik sound’unda bir bütün olarak bedenleşmişti ve yepyeni bir dönemi müjdeliyordu. Albüm öyle büyük bir gürültü kopardı ki, Lady GAGA’nın şahin bakışlarından da kaçmadı. SOPHIE’nin son GAGA albümü Chromatica’da prodüktör olarak yer alacağı dedikoduları bir ara ortalıkta dolandı, nihayetinde müzisyen albümde yer almamış olsa da potansiyel bir ortaklık oralarda bir yerde hala bizi bekliyor. Dijital bir cangıl içinde yeşeren ve neon renkleriyle göz kamaştıran vahşi çiçeklerin sesi olsaydı, SOPHIE’in şarkıları gibi duyulurdu. SOPHIE sayesinde müzikal evrende yepyeni bir portal açıldı ve içeri cinler periler üşüştü; artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.
KING JEDET
King Jedet özellikle İspanya pop sahnesinde hayli bilinen bir reggaeton müzisyeni. Türün daha genç ve progresif bir alt dalı olan neoperreo ile ilişkilendiriliyor daha çok. Neoperreo, müzisyenlerin reggaeton klişeleriyle (hiperseksüel kadın temsili, fazlasıyla dans pisti odaklı olması ve elbette heteroseksüel erkeklerin ezici çoğunluğu oluşturması ve bütün önemli pozisyonları kapması gibi) oynadıkları ve türü beden olumlayıcı ve güçlendirici sözlerle ters yüz eden bir akım. Aynı zamanda bu akıma ait sanatçılar ucuz ve basit bilgisayar programlarıyla çalışmaktan korkmuyorlar ve bu şekilde türü pahalı stüdyolardaki kalantor prodüktörlerin hükmünden de kurtarıyorlar. Mizojinik sözlerin, kudretli iş adamlarının sahibi olduğu plak şirketlerinin yönlendirdiği son derece normatif bir tür olarak bilinen reggaeton’u sahiplenen bu genç müzisyenler müziğin kimsenin tekelinde olmadığını kanıtlıyorlar. Jedet’in akla kolayca takılan harika pop melodileriyle bezeli reggaeton şarkıları eşliğinde hüzünlenebilir ya da dans edebilirsiniz. Hatta hem hüzünlenip hem dans edebilirsiniz.
HONEY DJON
Dans müzik tarihi, mekanlardan kıyafetlerine ve danslarına kadar her bir detayındaki siyah LGBTİ+’ların emeğinin, parti başlayıp da siyah LGBTİ+’lar tam keyfini çıkarmaya hazırlanırken mekanı basan beyaz natrans heteroseksüel erkek kalabalığı tarafından ele geçirmesinin bir tarihi aslında. House müzik de günümüzde her ne kadar bugünlerde bu küstah grup tarafından politik köklerinden kopartılıp, hoyrat bir teknik beceri ve eril eğlenceye indirgenmiş olsa da Honey Djon gibi mekanı ısrarla terk etmeyen isimler sayesinde gerçek tarih yaşatılmaya devam ediyor. Müziğini yenilikçi detayların asla eksik olmadığı bir tür klasik house olarak tasvir edebileceğimiz Djon şarkı yazarlığı ve DJ’liği dışında aynı zamanda trans hakları aktivizmi ile de harika işler yapıyor.
AH MER AH SU
Star Amerasu ya da AH MER AH SU, R&B, elektronika ve techno gibi geniş bir ilhamlar yelpazesinden beslenen, otobiyografik bir pop müzik yapıyor. Günlük hayatındaki karşılaştıklarını ve özellikle kaygıyla mücadelesini, kişisel olan politiktir şiarıyla harmanlayıp bir günlük formunda sunuyor. Kendisini poptronik prensesi olarak tanımlayan (prensesimiz, çok yaşa!) sanatçı, müzik yapmanın güçlendirici tarafına ışık tutuyor.
OCTO OCTA
New Yorklu dans müzik prodüktörü Maya Bouldry-Morrison, 2011’den beri aktif bir müzisyen. Müzik onun için hem kaygı bozukluğuyla başa çıkmanın ve kendisini kabul etmenin bir yordamı, hem de aynı zamanda müzik piyasasının normatif yapısı itibariyle kaygısının ana kaynağı olmuş. Bu paradoksla uzun süre yaşadıktan sonra trans olarak açılmasıyla birlikte kendine güvenini yeniden kazandığını söyleyen Morrison’ın müziği, güncel elektronik türlerini içinde eriten, güneşli ve teknoloji dostu bir tür house olarak tanımlanabilir.
ANOHNI
Anohni’yi, Antony and the Johnsons’daki Antony Hegarty olarak da tanıyor olabilirsiniz. Açık trans kimliğiyle müzik tarihindeki öncü kadınlardan biri olan ve şimdilerde uçuşuna solo devam eden Anohni her daim politik ve normatif dünyayı utandıran meselelerle ilgili şarkılar yazıyor. Ayrıca transları çocukken ‘özendiği’ karşı cins kıyafetlerini deneyen kişiler olarak stereotipleştirerek trans deneyimini fetiş malzemesi yapmaya ve kendisini sadece bu deneyimden bahseden bir marjinaliteye indirgemeye meyyal bu dünyayı; savaş, yoksulluk, iklim krizi ve hapishaneler ve sömürgecilik gibi meselelerden bahsettiği şarkılarıyla ‘’marjinalliğinin’’ translığından ibaret olmadığını haykırırcasına ters köşeye yatırmakta da üstüne yok. Antony bu, o iç yakan sesiyle heteronormatif yuvaları da yıkar sistemi de.
KIM PETRAS
Kim Petras’ı 14 yaşındayken, o zamanlar uluslararası medyada da epey yer bulan, geçiş ameliyatı yaşını 18’den 16’ya indirilmesi için devletle verdiği mücadelesiyle hatırlayanlar olabilir. Geçişini tamamladıktan sonra müzik kariyerine konsantre olan Petras, 2017 yılında ‘I Don’t Want It At All’ ile ilk çıkışını yapmış ve bir pop yıldızı olmak için doğduğunu cümle aleme göstermişti. Electro-pop’tan 80’lere, diskodan elektronik müziğe her türden birer tutamla kendi mükemmel pop formülünü yaratan Petras, klasik pop vokal kreşendoları ve duygusal ağıtlarla geleneksele yakın dururken, deneysel trafikler ve ekstrem parlaklıkta düzenlemelerle de yenilikçi bir sound’a sahip.