Çok talepkâr bir tarafı var ailenin küçük büyük herkesin üstüne yüklediği bedensel bakım emeğinin. Ebeveyn bebeği büyütüyor, evlatsa ebeveynine veda ediyor bu döngüde.
“Torunuyla parka gelmiş 60’larında olduğunu tahmin ettiğim bir kadın emzirip emzirmediğimi soruyor. Sık merak edilen konulardan, ihlal edilen kişisel sınırlardan biri.”
Kadınlık arzuları değişiyor ve çocuksuzluğu tercih eden kadınların artması da bunun bir göstergesi.
Oysa tıpkı plastik gibi sınırlar da insan yapımıdır ve plastik gibi yeniden şekil verilebilirdir.
Aile hayatı bizim yaptıklarımızı normalleştirirken (ve hatta idealleştirirken), diğer tercihleri, diğer var oluşları yadırgatıyor, yabancılaştırıyor.
Bizler ölümü düşünmekten özgürleştik. Ölümü ardımızda bıraktık; korkularımıza dokunacak yakınlıktayız ama bedenin sıcaklığıyla onların da önünden koşuyoruz.
Ama sahiden, bugün Şebnem Hoca konuşmayacaktı da kim konuşacaktı? Ya da soruyu tersten soralım: Bugün Şebnem Hoca konuşmasa, biz yarın konuşabilecek miyiz?
İçine doğduğumuz aile kader olmak zorunda değil, hatta özünde geçici.
Ölüye Saygı ve Adalet İnisiyatifi’nden Aslı Zengin ve Mekiye Ormancı’yla Türkiye’de ölülere, mezarlıklara ve çeşitli grupların kutsallarına yapılan saldırıların niteliğini ve anlamını konuştuk.
Kürt, Türk, Arap ve Beluc feministleri, hepimize dayatılan çeşitli tahakküm biçimlerinin kesişimselliğini ilerici bir şekilde, yani etnik baskının patriarkal tanımlamalarının ötesinde, yeniden tanımlamak için bize katılmaya çağırıyoruz.