Diyarbakır’da yağmurlu bir gün. Sokakta satıcı olan ve ortak noktaları geçim sıkıntısı, mutsuz evlilikler ve şiddet olan beş kadından birinin “Benim 8 çocuğum var kocamın dudağı dudağıma değmedi’’ demesiyle öpüşemeyen, el ele tutuşmayan bir kuşağın masasına konuk oluyoruz.
Zorabad cezasız kalanların yurdu, aziz ve müebbed vatanıdır.
Oğlanlar sahiden de yasını bir uygarlık gibi taşıyordu. Tuhaf olan kadınlardı.
Deneyimlediğim bir olayı, içimde beliren bir hissi alıp, onu hareket ettirdiğim zaman nereye gittiğini, kimlere değdiğini, nasıl şekil değiştirdiğini görmek bana çok heyecanlı geliyor. Hele de yaşadığım şeyin belki “tuhaf” bir yanı, kendini olağan bir şekilde açık etmeyen bir tarafı varsa.
Her katre ki yere düşer, tohumdur, ondan yeni kinler canlanır. Başkoca keşmekeşin simsarıdır. Her sabah taze kinler eker, akşama felaketler biçer; şöyle ki tebaası boş kalmaya, daima can derdine düşe.
Neden hiç düşük yapma deneyimlerimizi paylaşmıyoruz?
Gelenin gideni aratmadığı, daha özgür, daha adil ve dilimizde tüyün bitmediği bir yıl olsun. Kalemimize, klavyemize kuvvet!
Feminist bir astrologtan cinsiyetçi düşüklükler, “kadınlar yumuşak, erkekler sert olmalı” gibi şeyler duymazsınız. Astrolojide cinsiyetin ve cinsel yönelimlerin işaretleri haritalardan okunamaz!
Madem her nesne dönüşür durur, yani omnia mutantur, tabağındaki aşın da önceki hâli meçhuldür.
Savaşı unutmak. Devamlı savaşı düşünmek.