Gönüllerin sultanı korku klasiği Carrie, 2013'de sinemalara yeni versiyonuyla geliyor.

SANAT

Carrie Geri Dönüyormuş

Gönlünü kanlı manlı, canhıraş şeylere daha küçüklükten kaptırmış biri olarak, 1976 yapımı korku klasiği Carrie’nin yeri bende büyüktür. Stephen King’in ölümsüz eserinden uyarlanan filmde lise öğrencisi Carrie, bir yandan ruh hastası katı Hıristiyan annesi, bir yandan okuldaki dalga konusu pozisyonu, diğer yandan da tam olarak anlayıp kontrol edemediği telekinetik güçleriyle güreşmektedir. Okuldaki erkekli kızlı bir grup popüler denyo mezuniyet balosu için Carrie’ye özel bir “şaka” hazırlayınca meşum balo gecesinde olanlar olur, Carrie ergenlikle de dağlanmış acı dolu yaşamının hesabını hoca bakıyor, müdür geliyor demeden biiiir bir sorar. Kendisini şakacıktan balo kraliçesi seçip sonra başından aşağı domuz kanı döken düdükleri, artı bütün okul ahalisini perişan eder.

 

Hesapta şiddete karşı da olsak filmin o ünlü sahnesinde, sapkın bir tatmin duymamak mümkün mü? Carrie’nin bej rengi saten elbisesiyle uzaydan düşmüş bir geyik yavrusu gibi sahnede hazin, zayıfçacık güzelliğiyle dururken birden kızıp, ama çok kızıp ellerinden doğaüstü öldürücü dalgalar fırlatmasını izlerken, kendimizi yenik hissettiğimiz bütün anlar da yüreğimizde acı bir zafer duygusuyla toplanmaz mı? Ortalık cehenneme dönmüşken “Tutuştur hayatım, tutuştur şekerim” diye tempo tutmak, istemez miyiz? Carrie’nin ürkek yapraktan kıpkırmızı domuz kanıyla bulutlanmış bir ölüm makinesine dönüşmesi, yaşadığı bütün talihsizliklerin, yüzüne atılan kahkahaların, donuk okul günlerinin acısını çıkarmasında, insanı inceden çok memnun eden bir şeyler yok mu şimdi? Üstelik fizik hocamızı boğmayı hepimiz ara ara istedik, o adımı Carrie attı. Orantısız güç de olsa, Carrie’nin gazabı ergenlik ve kadınlık açısından, önemli bir andır.

 

İşte kendisi geri dönüyormuş! Filmi gelecek sene vizyona girecek biçimde yeniden çekmişler. Carrie’yi Chloe Moretz, çatlak annesini ise Julianne Moore oynamış. Öncelikle öyle eskinin dostu, yeninin düşmanı gibi görünmek, Murat Evgin stili “Artık kimse mektup yazmıyor mu?” yapmak olmasın ama, Carrie’yi Sissy Spacek’in sivri ve yabancı hatlarından, korku dolu deli güzelliğinden ayrı düşünmekte zorlanıyor insan. Chloe Moretz Kick-Ass’teki küfürbaz tekmeci çocuk ve silah zoruyla Amerikanlaştırılmış Let the Right One In’deki vampir rollerinden sonra biraz bu işlerin başını tuttu gibi bir şey oldu: Ama ben Kick-Ass’teki oynadığı o “Küçücük kıza bak, fak mak diyor” hoparlörleriyle kuşatılmış karakterin tamamen erkek gözü okşayıcı, şok faktörü için yazılmış olduğunu düşünerek, pek beğenmemiştim. Let the Right One In’e gelirsek… Alın bakalım içeri, ifade verecek. (Burada sırıtarak etrafıma bakıyorum, şakama kimse gülmüyor) Let the Right One In’in orijinal versiyonu hayatta en sevdiğim filmlerden biri olduğundan ve Amerikan versiyonu tahmin edilebileceği üzere filmi inadına güzelleştirdiğinden… Resmen tepemi attırmıştı. On dakikasına dayanabildiğim bu versiyon, kitabın ve ilk filmin üzerine kurulu olduğu garip İskandinav havasını içine çekip yeni Amerikan kamerasına üflemeye çalışırken boğulmuştu. Vampir Eli, öyle hatları oyuncak dolgunluğunda ve aşikar, olamazdı. Zaten gişede de iş yapmadı, çok iyi oldu, canıma değdi. (Bu konuda doluyum, size ayrı vampir yazısı yazayım) Yanisi, biz Moretz’le barışamadık. Carrie olarak ilk görseli piyasaya çıkmış, belki de çok iyidir, kim bilir?

 

“Ya bi çaktırmadan arkamı kontrol eder misin?”

 

Tabii Spacek’in kaşıydı gözüydü diyorum ama, bu filmin şimdinin ergenlik biçimine konuşacak çok tarafları var. 1976’dan beri geçen senelerde ergenlik orta sınıf gibi ezildi, büzüldü, kadınsı bir çocukluk ve bebeksi bir yetişkinlik anlayışının arasında sıkışıp kaldı. Gençler acımasızlıklarında daha yaratıcı oldular, işin içine internet girdi. Okul, artık sadece okulda değil, Facebook ve Tumblr’da da devam ediyor. Dergiler, gazeteler zaten hep zayıflığın ve gençliğin derdinde. Baskı kesintisiz ve aman dinlemiyor. Carrie tabii ki 2012’ye de konuşacak, onu da bir güzel tutuşturacak. Kendi neslimizin gençlik ve başarı anlayışlarıyla, modern korku sineması teknikleri yardımıyla da yüzleşelim azıcık.

 

Bir de üstüne anne rolünde de işte Julianne Moore var, acayip heyecan verici. Filmin yönetmeni ise Boys Don’t Cry ve The L Word’ün yönetmenliğini de yapmış (yaşasın!) Kimberly Peirce. Peirce film hakkında verdiği ilk söyleşide filmin acayip kanlı olacağını söylemiş, kova kova döktük demiş. Ellerinden geleni ardına koymasınlar valla, resmen içim karıncalandı. Carrie, bir daha paketle zalimleri! Acımak yok! (Şahit yazdırırlarsa biz hallederiz) Film şu anki hesapla 2013’te vizyona giriyor. Hadi bakalım.

YAZARIN DİĞER YAZILARI

SANAT

YBu Resim Gitmeli Mi?
Bu Resim Gitmeli Mi?

Sanatçı Hannah Black'in siyah bir çocuk cesedini tasvir eden sanat eserinin var oluşunu ve sergilenmesini eleştirdiği açık mektubundan hareketle: "onurlandırmak" ve "lafı ağzına tıkmak" arasındaki ince çizgi nerede durur?

KÜLTÜR

YMary Beard: Gücün İçinde, Üzerinde, Peşinde Kadınlar
Mary Beard: Gücün İçinde, Üzerinde, Peşinde Kadınlar

Cambridge Üniversitesi Klasikler Profesörü Mary Beard'ın konuşması: Kadınlar Antik Yunan'dan bugüne güçle nasıl ilişkilendi?

SANAT

YÖlüm Kadar Ciddi, Küfürlü bir Şaka: Renate Bertlmann
Ölüm Kadar Ciddi, Küfürlü bir Şaka: Renate Bertlmann

Renate Bertlmann, 1970’lerde bir çok çağdaşı gibi 1968’in devrimci atmosferi ve ikinci dalga feminizmin gücüyle kadın bedenini bir kutlama ve devrim aracı olarak yeniden kurgulayan eserler üretmiş.

SANAT

YGüncel Kızlar (1977)
Güncel Kızlar (1977)

Vintage sarısı, yalnızca çözülmüş meselelere, başarıyla alınmış haklara mı değer?

Bir de bunlar var

Bauhaus Mirası Geometrik Bale
Zeynep Uysal’la Halit Ziya Edebiyatı Üzerine 1: Bihter’den Ahmet Cemil’e Arzu ve Felaket
Hadi Ben Kaçtım Çantaları III: Sorumluluktan Kaçış

Pin It on Pinterest