Röportajın 2. bölümünde cinsel suçların TCK'daki 2004, 2014, 2016 dönemeçlerini konuşuyoruz.

MEYDAN

Canan Arın Anlatıyor: Türk Ceza Kanunu’nda Cinsel Suçlar

 

Dün, Kasım ayında bir gece yarısı bir anda gündemimize giren çocukların tecavüzcülerle evlenmesini öngören önergeyi ve çocuk istismarını düzenleyen 103. maddedeki son değişikliği konuştuk. Bugün ise bu değişikliği daha iyi anlayabilmemiz için cinsel suçların Türk Ceza Kanunu’daki değişim sürecini ve kadın hareketinin bu süreçteki mücadelesini konuşuyoruz.

 

Dün 103. maddedeki son değişimi konuştuk, hikayeye sondan başladık. Bu son tartışmalarda, çok sık 2004 yılında değiştirilen TCK’ye referans verildi. Sık sık kadın hareketinin özellikle feminist avukatların yoğun mesaisi ile değiştirilen TCK’daki haklarımızın tehlike altında olduğu tekrarlandı. Sen, uzun zamandır kadına yönelik şiddet alanında, özellikle de erken yaşta ve zorla evlilikler alanında mücadele yürütüyorsun. Bugüne kadar birçok kadınla avukat olarak da dayanıştın. 2004 yılında değiştirilen Türk Ceza Kanunu sürecinde de aktif olarak yer alanlardan biriydin. 2004 yılında değiştirilen 765 sayılı eski Ceza Kanunu nasıl bir kanundu?

 

Evet, birçok davayı gönüllü olarak yürüttüm. Erken yaşta ve zorla evliliklerle ilgili TED’de de konuşma yapmıştım. Ayrıca bu konuda hem Türkçe hem İngilizce makalelerim var. Çocuk ve gelin kelimelerini yan yana getirmiyorum. Şimdi şöyle yanlış bir algı var, erken ve zorla evlilikler bir arada kullanıldığı için bütün zorla evlilikler erken yaşta yapılmış gibi düşünülüyor, oysa öyle değil. Daha büyük yaştaki kadınlar da aile baskısıyla, bulundukları kültürel ortamın baskısıyla zorla evlendiriliyorlar.

 

Eski Türk Ceza Kanunu‘na (TCK) baktığımızda korkunç bir erkek bakış açısıyla yazıldığını görüyoruz. Bu Ceza Kanununda cinsel suçlar “Adabı Umumiye ve Nizamı Aile Aleyhinde Cürümler” başlığı altında genel adaba ya da aile düzenine aykırı suçlar olarak tanımlanıyordu. Bunun içinde, bu suç aile düzenine karşı işlenmiş bir suç olarak kabul ediliyordu. Bu Kanuna göre tecavüze uğrayan kadın eğer evliyse suçun cezası daha ağırdı çünkü evli kadınlar başka bir erkeğin malı oldukları için bir başka erkeğin malına tecavüz edilmiş oluyordu, bu nedenle de cezası daha ağırdı. “Kız ve Kadın ve Erkek Kaçırmak” başlığı altında düzenlenen 429. maddesine göre ise “kaçırılan kadın evliyse ağır hapis cezası yedi seneden aşağı olamaz” deniliyordu.

 

Yani kadının bedeni ile namus kavramı bir arada tutuluyor. Kadın da mal kabul edildiği için bu mal önce içinde doğduğu aileye ait, evlendikten sonra kocaya geçiyor mülkiyet, eğer kocadan da boşanmışsa, özellikle küçük yerleşim yerlerinde, içinde yaşadığı topluma geçiyor. Benim gibi hiç evlenmemişseniz o zaman da orta malı oluyorsunuz! (Kahkahalar)

 

Evlenme vaadiyle kadın kaçırma ya da kızlık bozma diye bir suç da vardı, değil mi?

 

Evet, bir kişi birine tecavüz etmiş, daha sonra tecavüz ettiği kişiyle evlenmişse ve eğer bu kişi aleyhine dava açılmışsa veya dava sonuçlanmış mahkûm olmuşsa dava da ceza da erteleniyordu. Zaman aşımı süresinin dolmasına kadar erkeğin kusuru ile bir boşanma olmuşsa dava veya ceza kaldığı yerden işlemeye başlıyor, olmamışsa düşüyordu. Yani tecavüz edenin tecavüz ettiği kişiyle evlenmesi sadece adamı kurtarmak için düşünülmüş bir çözümdü. Eğer toplu tecavüz varsa tecavüz edenlerden bir kişinin tecavüz edilen kadınla evlenmesi diğerlerini de kurtarıyordu. Bu kadar korkunç bir kanundu eski TCK, kadını tam anlamıyla bir mal olarak kabul ediyordu, kadının bir insan olarak yaşadıklarını hiç kaale almadan erkekleri korumak üzere düzenlenmişti.

 

Peki tecavüze uğrayan kişi seks işçisiyse?

 

Yine bu Kanunun 438. maddesine göre tecavüze uğrayan kadın eğer seks işçisi ise, [tecavüzcü] daha az ceza alıyordu. Bu maddenin kaldırılmasını 2004’ten önce, 1990 yılında sağlamıştık. 1986’da, Antalya’da bir kadına tecavüz eden adamlar, kadının fuhuş yaptığı gerekçesiyle TCK’nın 438. maddesine dayanarak cezalarına indirim almışlardı. Antalya Sulh Ceza Mahkemesi bu karar için Anayasa Mahkemesi’ne itiraz etmişti. Anayasa Mahkemesi ise “iffetli ve iffetsiz kadına tecavüz aynı şey değildir” diyerek mahkemenin itirazını reddetmişti. Bunun üzerine 438. maddeyi feministler olarak protesto etmiştik. Kaldırılması için hepimiz seks işçisiyiz dediğimiz, iffetli iffetsiz kadın ayrımına karşı çıktığımız, Zürafa Sokak’ta “İffetli Kadın Vesikası” dağıttığımız bir kampanya yürüttük ve nihayetinde bu madde kaldırıldı.

 

Eski TCK’da tecavüzün tanımında da bir sorun vardı, değil mi?

 

Evet, Kanunun temel sorunlarından biri cinsel tecavüz tanımının yasada yer almamasıydı. İngilizcedeki “rape”in Türkçede karşılığı yok. Türkçede bunun karşılığı olarak tecavüzü kullanıyoruz ama aslında tecavüz ötesine geçme, sınırı aşma, atlama, saldırma, sataşma, sarkıntılık, el uzatma, başkasının hakkına dokunma anlamlarına gelir. Eski Ceza Kanunu’nda “rape”in karşılığı olarak ırza geçme, iğfal etme gibi sözcükler kullanılıyordu. Irz, Arapça bir kelime, temizlik, namus falan demek. Bir de perde anlamına geliyor. Perdenin yırtılması anlamına gelen bir kelime var ama bu kelime bizim Kanunumuzda kullanılmıyor sadece ırz kullanılıyor. Irzla ilgili kelimeyi bulayım sözlükten.
Irz: şan, şeref iffet, perde
Ehl-i ırz: namuslu kimseler.
Hetk-i ırz: namus perdesini yırtma.
Eski TCK’da hetk-i ırz diye bir kavram geçmiyor ama kızlık zarının bozulması, kızlık zarını yırtmak gibi suçlar da vardı. Tecavüz ise, daha önce söylediğim gibi başkasının hakkına dokunmak gibi bir anlamı var, dolayısıyla bir başkasının arsasına da tecavüz edebilirsin. Yani “rape”in tam karşılığı yok bizde, bunun için yerine çeşitli kelimeler kullanıyoruz. Eski TCK’da ırza geçmenin hukuki bir tanımı da yok. Nedir hukuki tanımı dediğinizde Kanunda bir karşılığı yok, mahkeme kararlarıyla tanımlanmıştır.

 

Mahkeme kararlarıyla nasıl tanımlanıyor?

 

Şöyle: Yerel mahkeme var, Yargıtay var, Yargıtay’ın ceza daireleri var, ceza dairelerinin üzerinde ceza daireleri kurulu var. Eğer ceza hukuk kararlarında birbirine çok aykırılık varsa o zaman bunları birleştirme, içtihadı birleştirme kararları söz konusudur. Ve mahkemeler karar verirken içtihatları da kanun gibi referans alırlar.

 

Eski TCK’da ırza geçme kural olarak erkeklerin işleyeceği bir suç ve erkek cinsel organının anal ya da vajinal yoldan mağdurun (erkek çocuk da olabilir) ya da mağdurenin, tamamen içine girmesi demek. Böyle bir tanıma göre, mesela dört yaşındaki bir çocuğa tecavüz etmeye kalkan bir adam, çocuğun bedeni tam teşekkül etmediği için cinsel organını tam olarak içeriye sokamamışsa tecavüz etmemiş sayılıyordu ve tecavüzden ceza almıyordu.

 

Ya da cinsel organı dışında başka bir cisim ile tecavüz etmişse bunlar da tecavüz sayılmıyordu.

Aynen, sayılmıyordu, cinsel organ olması gerekiyordu. Örneğin, İsveç’e gittiğimizde duyduğumuz olaylardan bir tanesinde, Türkiye’den giden bir ailede adam kadının vajinasına şişe sokup patlatmıştı, o zaman bunu Türkiye’de yapmış olsa bu ırza geçme suçu sayılmayacaktı. Nitekim bu zihniyetin yansımalarından birini, o zaman 80 darbesi ile başa gelen hükümet yetkililerinden bir tanesi çok iyi göstermişti: Mahkûmlara copla tecavüze edildiği söylendiğinde “niye cop sokalım, taş gibi erkeklerimiz var” demişti. Yani işkence yöntemi olarak da tecavüz çok olağan görülüyor ve bunu söylemekten de hiç çekinmiyorlardı.

 

Eski Türk Ceza Kanununda çocuklara yönelik cinsel suçlar nasıl tanımlanıyordu?

 

15 yaşından küçük çocuklarla cinsel ilişkiye istismar diyordu. 765 sayılı eski TCK’nın 415. maddesi der ki: “Her kim 15 yaşını bitirmeyen bir küçüğün ırz ve namusuna tasaddiyi mutazammın bir fiil ve harekette bulunursa iki seneden dört seneye ve bu fiil ve hareket yukarki madddenin ikinci fıkrasında yazılı şartlar içinde olursa üç seneden beş seneye kadar hapsolunur.” Bu madde açıkça rıza yaşı 15’tir demese de 15 yaşı bir kişinin rızasının olup olmadığına karar vereceği bir sınır olarak kabul eder. Her ülkenin kanunlarında cinsel ilişkiye girme yaşı olarak tanımlanan bir rıza yaşı vardır. Türkiye’de de bu yaş 15’tir.

 

Rıza yaşı neye göre belirleniyor?

 

Sanıyorum, kız çocukları için regl olduktan sonra olgunlaşmasına göre belirleniyor. Ama mesela İzlanda’da rıza yaşının belirlerken Çocuk Hakları Sözleşmesi’ni baz almışlar, sözleşme 18 yaşından küçük herkesi çocuk kabul ettiği için rıza yaşına 18 demişler. Buna göre İzlanda’da 18 yaşından küçük herhangi biriyle cinsel ilişki tecavüz sayılıyor, rızasından bahsedilemiyor. Türkiye’de ise yeni TCK’nın 6. maddesinin b bendinde de, 18 yaşın doldurmamış kişiye çocuk denir diye açıkça tanımlanıyor.

 

Farklı ülkelerdeki rıza yaşı kaç?

 

İzlanda’da 18, Avusturya ve Almanya’da 14, İngiltere’de yeni 16 oluyor.

 

Peki, kadın hareketi olarak verdiğiniz mücadele sonucunda 2004’te yürürlüğe konulmasını başardığınız 5237 sayılı TCK’da neler değişti?

 

2004 yılında değişen yeni Ceza Kanunu’nu TCK Kadın Platformu olarak gecemizi gündüzümüze katarak dünyadaki ceza kanunlarının ilgili maddelerini karşılaştırarak hazırlamıştık. Öncelikle en önemli değişikliklerden biri cinsel suçların, “Adabı Umumiye ve Nizamı Aile Aleyhinde Cürümler” yerine “Cinsel Dokunulmazlığa Karşı Suçlar” başlığı altında düzenlenmesidir, hâlâ da böyle tanımlanıyor. Bu değişiklikle, yasama organı insanların cinsel haklarının, dokunulmazlıklarının olduğunu açıkça kabul etmiş oldu. 102. maddesinde, cinsel saldırıyı vücut dokunulmazlığını ihlâl eden her türlü davranış olarak tanımlandı. Bu maddeye göre vücut dokunulmazlığını ihlâl eden kişi mağdurun şikâyeti üzerine iki yıldan yedi yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

 

Bu maddede tanımlanan vücut dokunulmazlığı ne demek?

 

Birinin başka birinin vücuduna rızası dışında dokunması demek, dokunarak gerçekleştirilen her türlü cinsel şiddet biçimi cinsel saldırıdır.

 

Bu durumda daha önceki TCK’da elleyerek tâciz etmek suçu sarkıntılık diye tanımlanırken 2004 sonrası cinsel saldırı suçu olarak tanımlanıyor değil mi?

 

Evet. Ondan sonra, fiilin vücuda organ ya da sair bir cisim sokmak suretiyle gerçekleştirilmesi halinde ise 7 yıldan 12 yıla kadar hapis cezasına hüküm olunur deniliyordu. Madde, 18/06/2014 tarihinde 6545 sayılı Kanunla yapılan değişiklikle,

 

“1) Cinsel davranışlarla bir kimsenin vücut dokunulmazlığını ihlâl eden kişi mağdurun şikâyeti üzerine, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Cinsel davranışın sarkıntılık düzeyinde kalması hâlinde iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası verilir”
2) Fiilin vücuda organ veya sair bir cisim sokulması sureti ile gerçekleştirilmesi durumunda, on iki yıldan az olmamak üzere hapis cezasına hükmolunur. Bu fiilin eşe karşı işlenmesi hâlinde , soruşturma ve koğuşturmanın yapılması mağdurun şikâyetine bağlıdır”
biçimini aldı. Görüldüğü gibi 2014 yılındaki bu değişiklikle cezalar ilk yazılışına göre ağırlaştırılmış oldu.

5237 sayılı yeni Ceza Kanunu’un önemli özelliklerinden biri de evlilik içi tecavüzü şikâyete bağlı bir suç olarak düzenlemesidir. Bu düzenlemeyle ilk defa evlilik içi tecavüz Kanunda yer almış oldu. Ancak dediğim gibi, soruşturma ve kovuşturma süreci, şikâyet edilmesi durumunda başlayabiliyor. 102. maddenin 3. fıkrası ise suçun nitelikli hâlini düzenlemektedir. Ensest de suçun nitelikli hallerinden biri olarak bu fıkrada düzenlenmiştir.[1]

 

Tecavüze uğradığımda şikâyetçi olmazsam dava açılmaz mı?

 

Kimsenin haberi olmazsa açılmaz.

 

Peki, hastaneye, karakola gitmişsem, tecavüze uğradığım raporlanmışsa ama şikâyetçi olmak istemezsem dava açılır mı?

 

102/2 ile ilgili bu sorun ilginç. Cevabı şöyle verebilirim. 102/1’de cinsel saldırı suçunun basit hâli düzenleniyor ve şikâyete bağlı olduğu maddede açıkça yazılmış. O nedenle cinsel saldırının basit halinde şikâyetten vazgeçilirse dava açılmaz. Burada bir tereddüt yok.

 

102/2’ye gelince, bu cinsel saldırı suçunun nitelikli hâlini düzenliyor. Bu fıkrada suçun eşe, yâni evlilik birliği içindeki eşe karşı işlenmesi durumunda suçun şikâyete bağlı olduğu açıkça yazılmış. Tabii burada “eş”ten ne anlaşıldığının da tartışılması mümkün. Dini nikâhlı olanlar veya evli gibi birlikte yaşayanları da kapsar mı vs. Ancak 102/2’de suçun üçüncü kişilere karşı işlenmiş olması durumunda şikayetle ilgili herhangi bir açıklama yapılmamış, yani suçun şikâyete bağlı olduğundan açıkça söz edilmemiş. Dolayısı ile bana göre bu durumda, tecavüz raporlanmışsa ama kişi şikayetçi olmak istemiyorsa dahi kamu davasının yürümesi gerekir. Bu konuda Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 03.10.2006 tarihli, 2006/5-193 E. ve 2006/203 K. sayılı bir kararı da vardır. Bu kararda da nitelikli cinsel saldırı suçunun üçüncü kişilere karşı işlenmesi durumunda şikâyete bağlı olmaksızın soruşturma ve kavuşturma başlatılır denilmekte.

 

Ama bu evlilik içi tecavüzse, tecavüz raporlanmış dahi olsa şikâyetçi olmazsa dava açılmaz.

Evet, şikâyetçi olmazsan dava açılmaz. Çünkü daha önce söylediğim gibi bu suç şikâyete bağlıdır. Şikâyet geri alınırsa dava da düşer. Amaç “kutsal aileyi” korumaktır!

 

2004 sonrası TCK’da, son zamanlarda üzerine çok konuştuğumuz çocukların cinsel istismarı nasıl düzenleniyor?

 

Çocukların cinsel istismarı TCK’nın 103. maddesinde düzenleniyor. Bu madde “Çocuğu cinsel yönden istismar eden kişi, üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır” diyor ve ardından cinsel istismarı şu şekilde tanımlıyor: “On beş yaşını tamamlamamış veya tamamlamış olmakla birlikte fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılama yeteneği gelişmemiş olan çocuklara karşı gerçekleştirilen her türlü cinsel davranış” Bu maddedeki 3-8 yıl arası olan ceza oranı da 2014 yılında yapılan değişiklikle arttırılarak “ on iki yıldan az olmamak üzere” şeklinde değiştirildi.

 

“Fiilin anlam ve sonuçlarını algılama yeteneği gelişmemiş” derken ne kastediliyor?

 

Çocuğun mental bir bozukluğu olması, uyuşturucu etkisi altında olması, beynin yeteri kadar gelişmemiş olması, kandırılmış olması, tecavüze uğradığını bilmiyor olması gibi durumlar kastediliyor. Bir çocuk tecavüze uğradığını nasıl bilmez diyebilirsiniz, bir davamdan örnek vereyim size: Davamda 18 yaşını doldurmuş bir kıza bir adam hem de akıl almaz işkencelerle tecavüz etmişti. Adam kıza şöyle şeyler söylüyor: Senin kızlık zarın yırtılmış, sen biriyle ilişkiye girmişsin. Kız yırtınıyor hayır, yapmadım diyor, kimseyle ilişkiye girmedim sadece erkek arkadaşımla el ele tutuştum, diyor. Adli Tıp’a gidersen senin kaydın olur annen öğrenir, Adli Tıp’a gitmeden ben kızlık zarını kontrol edeyim, diyor. Kız o kadar saf ki, adam kontrol etsin diye önünde eğiliyor bir de bakıyor ki adam pantolonunu çözmeye başlıyor. Şimdi bu olay, dava konusu. Savcının mahkemede söylediği: 18 yaşını doldurmuş biri nasıl olurda kızlık zarının bozulup bozulmadığını bilmez. Bunun yanıtı çok net: Bilmez çünkü sizin koyduğunuz kurallar yüzünden. Okullarda cinsel eğitim diye bir şey verilmiyor. 18 yaşını doldurmuş olsa bile kızlık zarının nasıl bozulduğunu bilmiyor insanlar, bu kadar saf olanları var aralarında. Dolayısıyla bu durumu kategorize edip reşit bir insan bunu nasıl bilmez diyemezsiniz. Düşünebiliyor musunuz, kız erkek arkadaşıyla el ele tutuşmuş ve bu yüzden kızlık zarı bozuldu zannediyor.

 

Bu dava nasıl sonuçlandı?

 

Dava hala devam ediyor, adam kaçtı, bulunamıyor.

 

103. madde başka neleri içeriyor?

 

Cinsel istismar suçunun üçüncü derece dahil akrabası, vasisi, eğitici, sağlık hizmet veren veya koruma, bakım yükümlüğü bulunan kişiler tarafından ve birden fazla kişi tarafından birlikte işlenmesi halinde verilecek ceza yarı oranında artırılır da, diyor.[2]

 

Çocukların cinsel istismarını konuşurken ergenlerin kaç yaşından itibaren cinselliklerini yaşayabileceklerini, neleri yapıp neleri yapamayacaklarını da konuşmaya başlıyoruz genelde. TCK, 18 yaşın altındakilerin cinsel hayatına dair ne diyor?

 

Reşit olmayanla cinsel ilişki 104. maddede düzenlenmiştir. Maddenin 1. fıkrası şöyleydi: “Cebir, tehdit ve hile olmaksızın, onbeş yaşını bitirmiş olan çocukla cinsel ilişkide bulunan kişi, şikâyet üzerine, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” Bu maddedeki ceza oranı da 2014 yılında çıkartılan 6545 sayılı Kanun ile “iki yıldan beş yıla” çıkartıldı. Gene aynı Kanun ile maddeye

 

2)Suçun mağdur ile arasında evlenme yasağı bulunan kişi tarafından işlenmesi hâlinde, şikâyet aranmaksızın, on yıldan on beş yıla kadar hapis cezasına hükm olunur”
3) Suçun, evlat edineceği çocuğun evlat edinme öncesi bakımını üstlenen veya koruyucu aile ilişkisi çerçevesinde koruma, bakım ve gözetim yükümlülüğü bulunan kişi tarafından işlenmesi hâlinde , şikâyet aranmaksızın ikinci fıkraya göre cezaya hükmolunur”

fıkraları eklendi.

 

104. maddenin 2. fıkrası: “Fail mağdurdan beş yaştan daha büyük ise, şikâyet koşulu aranmaksızın, cezası iki kat artırılır.” diyordu. Bu madde ne yazık ki, Anayasa Mahkemesi’nin 23/11/2005 tarihli ve 2005/89 sayılı kararı ile iptal edildi. Bu maddenin şurası çok önemliydi: fail mağdurdan beş yaştan daha büyükse şikâyet koşulu aranmaksızın cezası iki kat artırılır diyordu. Bunu biz bilerek koymuştuk maddeye çünkü diyelim ki iki tane 16 yaşında, ya da 16 yaşında ve 20 yaşında iki çocuk var, bunların ikisi de genç, bunlar cinselliği yaşamak istiyorlarsa ve ortada bir tecavüz söz konusu değilse 15 yaşından büyük kişinin de rızasından bahsedilebileceğine göre bunlar cinsel birliktelik yaşayabilirler ve her herhangi bir şekilde de şikâyet söz konusu olmadığına göre ceza da söz konusu olmamalı. Fakat Anayasa Mahkemesi’ne 15 yaşındaki bir çocukla 40 yaşındaki bir adamın ilişkisi ile 15 yaşındaki bir çocukla 16 yaşındaki bir çocuğun ilişki sırasında niye fark oluyor, bu haksızlıktır diyerek itiraz ettiler ve Anayasa Mahkemesi de maddenin bu fıkrasını iptal etti. İleri sürdükleri gerekçe ise Türkiye’deki gelenek ve göreneklerdi.

 

Fakat Türkiye Cumhuriyeti, hem Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi’nin (CEDAW – Convention on the Elimination of All Forms of Discrimination Against Women) hem de Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nin bilinen adıyla İstanbul Sözleşmesi’nin tarafıdır. Her iki Sözleşme de taraf devletlere kadına karşı şiddet ya da ayrımcılık sayılacak her davranışı, geleneği, göreneği, âdeti vs tasfiye etme yükümlülüğü getiriyor. Yâni gelenek ve görenekleri gerekçe yaparak kanunu değiştir demiyor. Anayasa Mahkemesi’nin üyeleri de bu sözleşmeleri çok iyi bilmesi gereken yargı mensupları aslında. 104/2’nin iptali konusunda, Anayasa Mahkemesi üyesi Osman Alifeyyaz Paksüt’ün muhteşem bir muhalefet şehri var: 40 yaşındaki bir adamın 16-17 yaşındaki bir çocuğu parasıyla, şöhretiyle konuşmasıyla, kandırması çok kolaydır ve o yaştaki çocuk da kanmaya çok müsaittir, diyor bu şerhinde.

 

Anayasa Mahkemesi’nin bu iptalinin ardından şu anda akranlar arası cinsel ilişki suç mu?

 

Evet, suç.

 

Yani şu anda 15 yaşındaki bir çocukla 16 yaşındaki bir çocuk birlikte olursa cezalandırılacaklar mı?

 

Çocukların anne babaları şikâyetçi olurlarsa cezalandırılırlar, kimse duymazsa, şikâyetçi olunmazsa cezalandırılmazlar tabii ki.

 

2004 yılındaki değişimin ardından 2014 yılında 6545 sayılı Kanun ile yapılan değişikliklerden bahsederken cezaların arttırıldığını söyledin. Hükümet de bu değişikliği ceza oranlarını arttırdık diye savunmuştu ama kadın örgütleri itiraz etmişti. Ceza oranlarının artması iyi bir şey değil mi? Kadın örgütleri olarak neye itiraz etmiştiniz?

 

Önemli olan ceza oranlarının arttırılması değil, önemli olan verilen cezaların sonuna kadar çektirilmesi, mahkemelerde çeşitli sudan sebeplerle ceza indirimine gidilmemesi ve sık sık af çıkartılmaması. Eğer ceza, ceza alanı aynı suçu tekrarlamasını engellemeye caydırmağa yönelik ise bunun ciddi olarak uygulanması gerekir.

 

2014 yılında 6545 sayılı Kanun ile yapılan diğer değişiklikler neler?

 

Ceza Kanununun 103.maddesinde 6545 sayılı kanunun 59. Maddesi ile yapılan bir diğer değişiklikle “Cinsel istismarın sarkıntılık düzeyinde kalması hâlinde üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası verilir. Sarkıntılık düzeyinde kalmış suçun failinin çocuk olması hâlinde kovuşturma yapılması mağdurun, velisinin veya vasisinin şikâyetine bağlıdır” denildi. Böylece çocuğa sarkıntılık da ciddi bir cezaya tâbi tutulmuş oldu.

 

Bunun yanı sıra 2004 yılında değişen TCK 103. Maddede çocuğa yönelik cinsel istismar 3 ila 8 yıl arasında cezalandırılır, eğer cinsel istismar vücuda organ ya da sair bir cisim sokulması suretiyle gerçekleşirse 8-15 yıl arasında hapis cezası alır ve mağdurun beden ve ruh sağlığının bozulması halinde de 15 yıldan az hapis cezası verilemez deniyordu. 2014 yılında çıkarılan 6545 sayılı Kanun ile TCK’da yapılan değişikliklerle dediğim gibi bu ceza oranları değiştirildi.

 

2004 yılında değiştirilen Kanunda 103. maddenin 2. fıkrasında “(2) Cinsel istismarın vücuda organ veya sair bir cisim sokulması suretiyle gerçekleştirilmesi durumunda, sekiz yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.” 6. fıkrasında ise “Suçun sonucunda mağdurun beden veya ruh sağlığının bozulması hâlinde, on beş yıldan az olmamak üzere hapis cezasına hükmolunur.” deniliyordu. Mahkemeler, olay sonrasında çocuğun ruh ve beden sağlığının zarar görüp görmediğinin ispatı için Adli Tıp’tan rapor istiyordu ve ceza buna göre arttırılıyordu. 6545 sayılı Kanun ile değişiklik yaparken dediler ki, küçük bir çocuğa tecavüz edildiğinde çocuğun ruh ve beden sağlığı normal olarak bozulmuştur, çocuğu bir kez de Adlî Tıp’ta hırpalatmanın gereği yok, o nedenle Adli Tıp’tan rapor almasına gerek yoktur. Bunun için de cezadaki alt sınır 16 yıl olmalıdır.

 

Cinsel suçların TCK’daki dönemeçlerini, 2004, 2014 ve 2016 yıllarındaki değişimleri anlattın. Bu uzun ve meşakkatli yolda ne olmuşsa kadınların mücadelesi sayesinde olduğunu görüyoruz. Peki hukuksuzluğun hüküm sürdüğü cezasızlığın genel bir uygulama olduğu bir ülkede kadınlar için hukuksal mücadele ne anlama gelir? Bir çok kişi yasalar çıksa bile nasıl olsa uygulanmıyor dolayısıyla yasaları değiştirmek için neden mücadeleyi edeyim ki diye düşünüyor. Bu şekilde düşünenlere feminist bir hukukçu olarak ne dersin? Yasaların değişmesi için neden mücadele etmeliyiz?

 

Kanunlar her şeye rağmen bizim sınırlarımızı belirliyorlar. Bak kardeşim benim hakkım var diye Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne kadar gitme hakkını veriyor. Dolayısıyla yasaların açıkça kadınları koruyacak şekilde düzenlenmesinde, her ne kadar Hükümet bunları uygulamıyor olsa da, yarar var. Sonuçta bu hükümet ilelebet kalacak değil, elbet bir gün gidecekler. Kadınların haklarını uluslararası alanlarda arayabilmeleri için, ülke olarak uluslararası arenada sorumlu tutulabilmesi için kanunların kadınlar lehine değiştirilmesinde yarar var. Kanunları uygulatmak için biz de akıntıya kürek çekerek mücadele etmek zorundayız.

YAZARIN DİĞER YAZILARI

MEYDAN

YCanan Arın Anlatıyor: Çocuk İstismarı “Torba”ya Sığdı Mı?
Canan Arın Anlatıyor: Çocuk İstismarı “Torba”ya Sığdı Mı?

Röportajın ilk bölümünde Kasım ayında meclise sunulan önergeyi ve TCK 103’ü konuşuyoruz.

MEYDAN

YŞirin Tekeli ile Söyleşi: Karı Kuvvetlerinden Feminist Harekete
Şirin Tekeli ile Söyleşi: Karı Kuvvetlerinden Feminist Harekete

Feminist hareketin yaşayan tarihi Şirin Tekeli'yle çocukluğunu, gençlik yıllarını, küçük bir çeviri grubundan feminist harekete el yordamıyla giden süreci ve bugünkü feminist hareketi konuştuk.

MEYDAN

YYeni TBMM, Yeni Başlangıçlar: Kadına Şiddet Konusunda Ne Yapmalı?
Yeni TBMM, Yeni Başlangıçlar: Kadına Şiddet Konusunda Ne Yapmalı?

Raflara konacak ciltli raporlara değil, kadın da(ya)nışma merkezlerine ihtiyacımız var!

TARİH

YOy Hakkı mı Dediniz?
Oy Hakkı mı Dediniz?

Kadınların insan olmaktan dolayı sahip olduğu hakların, toplum ve yasalar tarafından kabul edilmesi için çok uzun ve zorlu mücadeleler verildi. Bu haklardan biri de oy hakkıdır, ama bu hakkı her kadın kullanamıyor...

Bir de bunlar var

Et endüstrisi kadınları nasıl nesneleştiriyor?
“Adın ne? Adım Dersim. Nerelisin? Diyarbakırlı.” Meclisin en genç milletvekili Dersim Dağ anlatıyor
Kendine Ait Bir Aile

Pin It on Pinterest