Cinsiyet Eşitliği İzleme Derneği (CEİD) tarafından hazırlanan ve 2019-2020 verilerine dayanan “Türkiye’de Toplumsal Cinsiyet Eşitliğini İzleme Yıllık Raporu” yayımlandı. Ücretsiz olarak herkesin erişimine açık olan rapor, Türkiye’deki toplumsal cinsiyet eşitliği/eşitsizliğini periyodik olarak izleyip kamuoyuyla paylaşılmak üzere hazırlandı. Ve bu açıdan da son derece kritik öneme sahip.
Yıllık Rapor iki ana bölümden oluşuyor: Prof. Dr. Serpil Sancar tarafından kaleme alınan I. Bölüm: “Yapısal İzleme”. Bu başlık altında, toplumsal cinsiyet eşitsizliklerini hak temelli izlemenin evrensel normları, stratejileri ve politikaları temel belgelere referansla özetleniyor. II. Bölüm “Göstergelerle İzleme ve Gösterge Verileri” ise Prof. Dr. Gülay Toksöz, Doç. Dr. İlknur Yüksel-Kaptanoğlu, Doç. Dr. Emel Memiş, Dr. Hilal Arslan, Aslıhan Kabadayı, Oğuzhan Akyıldırım ve Bengin İnanç’tan oluşan Gösterge Uzman Grubu tarafından hazırlandı. Bu bölümde, toplumsal cinsiyet eşitliğinin yıllık izlemesi için seçilen göstergeleri ve mevcut göstergelere ilişkin değerleri görmek mümkün.
Raporun kapsamını, içeriğini, Türkiye’nin toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda nerede konumlandığını ve dahasını Prof. Dr. Serpil Sancar’la konuştuk.
“Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Yıllık İzleme Raporu”yla bir ilke imza attınız. Rapor neden şimdi hazırlandı ve raporun Türkiyeli kadın ve LGBTİ+’lar açısından önemi nedir?
Rapor aslında son dört-beş yılın birikimiyle hazırlandı. Şimdiye dek 16 stratejik alanda izleme raporları yayımlandı, göstergeler oluşturuldu. Çok sayıda yerel toplantı yapıldı, platformlar kuruldu. Dolayısıyla yıllık rapor tüm bu sürecin nihai noktası. Bir tür yol gösterici, kavrayıcı temel bir metin. Aslında ülkedeki eşitsizlik hallerinin nasıl giderilmesi gerektiğini, ne hâle geldiğini, hâlâ ne kadar direngen olduğunu gösteren yıllık rapor hazırlama işi, toplumsal cinsiyet eşitliğini hayata geçirmeyi taahhüt eden ülkelerin yapmak zorunda olduğu bir iş. Bu uluslararası taahhütlerden kaynaklanan bir durum; ama Türkiye bunu şimdiye kadar yapmadı. Biz Cinsiyet Eşitliği İzleme Derneği (CEİD) olarak bunu yapmaya çalıştık. Bundan sonra da periyodik olarak yapmaya çalışacağız. Raporda bugüne kadar oluşturulmuş 16 stratejik alandaki izleme raporlarının verilerine dayanan genel bir Türkiye durum değerlendirmesi var. Öncelikle tabii Türkiye’nin uymayı taahhüt ettiği ve imzaladığı uluslararası belgelerle ülkedeki gidişatın karşılaştırmasını yapıp; Türkiye neyi ne kadar yapabilmiş, nerede eksiklikleri var, karanlık ve görmezden gelinen noktalar nedir, başarılı olduğu alanlar hangileridir, bunları tanımlamaya çalışıyoruz. Bu konudaki bütün sorumlu kurumların, aktörlerin verilerine bakıyoruz. Tüm bunları izleyebilmek için de bir takım geliştirilmiş göstergeler kullandık. Sonrasında da sürdürebileceğimiz sürekli bir bilgi akışı, veri izleği sağlayacak bir rapor bu. Dolayısıyla kadınlar, erkekler ve tabii ki Lgbti+’lar açısından önemli verileri ve sorun alanlarını işaret ediyor. Elbette kapsamlı olarak da kurumların durumuna da.
Türkiye’nin taahhüt ettiği sözleşmelerden bahsettiniz. Bu kapsamda yıllık raporda en çok yararlandığınız belgeler hangileri oldu?
Çok sayıda belge var; ama başlangıç noktamız, 1980’lerden itibaren yürürlükte olan Kadınlara Yönelik Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Uluslararası Sözleşmesi (CEDAW). Türkiye 1985’te bu sözleşmeyi imzalıyor ve 1990’da da kurumsal mekanizma dediğimiz Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı’nı kuruyor. CEDAW ve CEDAW ile bağlantılı belgelerde, özellikle 1995’te çıkan Pekin Eylem Planı şunu diyor: “Toplumsal cinsiyet eşitliğini hayata geçirmek için en üst siyasi düzeyde yetki ve karar sahibi bir kurum, bir mekanizma oluşturacaksınız.” Bu genellikle bakanlık oluyor. Bakanlık eşitlik konusunu yatay olarak diğer alanlara, diğer sektörlere yayacak, uygulayacak, izleyecek ve bunun için de bir eylem planı yapacak. Bu iş ulusal eylem planlarıyla izlenecek. Kurumları görevlendirecek, koordine edecek, ilgili bütün temel yasaları cinsiyet eşitliğine duyarlı hâle getirecek, yeniden düzenleyecek, ilgili alanlarda veri toplayacak gibi belli başlı stratejik hedefler koyuyor. “Bunları uygulamanız gerekiyor,” diyor. Türkiye bunu 1990’lardan itibaren uygulamaya başladı. Bakanlık kuruldu, eylem planları çıktı-çıkmadı. 2010 yılına kadar bir parça düzenli gelişme gördük; ama 2010’dan başlayarak ciddi bir geriye gidiş de oldu. Kadınların haklarını koruma ve cinsiyet eşitliğini sağlama politikalarında farklı rotalara yönlenme gözlemledik. Rapor bunları da mümkün olduğu kadar yakalayıp göstermeye çalıştı diyebilirim.
Sözleşmeler konusu açılmışken, sanıyorum burada da bahsedebiliriz. Yakın dönemde İstanbul Sözleşmesi feshedildi. Bu gelişme raporun kapsamı açısından nasıl bir önem arz ediyor?
İstanbul Sözleşmesi şiddetle ilgili. Aile içinde, toplumda; kadınlara, Lgbti+’lara, yaşlılara, yabancılara ve mültecilere yönelik farklı şiddet türlerini kapsayan ve bugüne dek şiddetle mücadele konusunda oluşturulan dünyadaki en kapsamlı belge. Ve tabii şiddete yönelik neler yapılması gerektiğini de tanımlayan siyasi bir belge. Bunu imzalayan bir ülke, gerekliliklerini hızla yerine getirmek zorunda çünkü bir de izleme mekanizması var. Türkiye bu sözleşmeden çıktı. İstanbul Sözleşmesi şiddeti tanımlayan ve önlemeye çalışan bir sözleşme. Ama Yıllık Rapor’un ilgilendiği ve izlediği çok sayıda başka alan da var. Her türlü kamu hizmetinden, kamu kaynaklarından eşit yararlanma amacını güden; örneğin eğitim, sağlık, siyasal kararlara katılma, kentsel haklardan yararlanma, adalete eşit erişim, dil hizmetlerinden eşit yararlanma, şiddet faili erkeklerin önlenmesi ya da erkeklik üzerinden ayrıcalıkların tanımlanması gibi alanlardaki raporları da görmek mümkün. Bizim raporlarımızdan biri de erkekler ve erkeklikler üzerine. Bunu şu açıdan belirtiyorum: Türkiye’de ilk defa bu alanda sistematik bir izleme raporu yayımlandı. Daha önce belirttiğim gibi, 16 stratejik alanla ilgili bütün eşitsizlikler tanımlanmaya çalışılıyor. Şiddet bu 16 alandan biri; ama şiddet çok temel bir alan. Şiddetin önlenmesi birçok başka alanda cinsiyet ayrımcılığının ve eşitsizliğinin çözülmesine bağlı. Yani siz erken yaşta ve zorla evlendirmeleri önlemeden, kız çocuklarını okuldan alma ya da niteliksiz eğitim verme gibi ayrımcılıkları önlemeden, ciddi sayıda kreş sağlamadan kadınlara yönelik şiddeti çözemezsiniz. Haliyle, tüm bunların saptandığı bir rapor elimizdeki. İzleme göstergeleri ve Türkiye’ye bulunabilen, erişilebilen tüm veriler var. Aynı zamanda uluslararası endekslerin Türkiye ile ilgili verileri de var. Cinsiyet eşitliği alanında bulunabilecek, ulaşılabilecek en geniş veriler ve bilgiler var. Tabii ki raporun her şeyi kapsaması mümkün değil; ama en önemli stratejik bilgilere ulaşmaya çalıştık ve Türkiye’nin uymayı taahhüt ettiği, kendi ulusal mevzuatına geçirdiği uluslararası standartları strateji ve politikaları izledik.
Gözünüze en çok çarpan hak gaspı, ayrımcılık türü olarak neyi gözlemlediniz? Net okullaşma oranlarının düşüşünsen bahsediyorsunuz raporda. Eğitim ve istihdam mı burada en çok öne çıkan?
Net okullaşma oranları denemez, belli noktalarda konjonktürel birkaç gelişme olabilir; ama şöyle bir durum var. Türkiye’de bir alanda kadınlar ve erkekler arasında eşitliğe yaklaşılıyor, sonra yepyeni bir alanda, örneğin dini hizmetler alanında yeni bir ayrımcılık ortaya çıkıyor. Ya da örneğin ilkokullara devamda kız ve erkek çocuklarının devam oranları aşağı-yukarı denkleşiyor; ama hemen açıköğretim diye yeni icat edilen eğitim biçiminde kız çocuklarının oranı artmaya başlıyor. Bu sayede kız çocukları evden okutulmaya başlanıyor. Dini eğitimin kapsamı 2010’dan başlayarak ciddi bir şekilde genişletildi ve İmam Hatip Liseleri, Kur’an kursları, İlahiyat Fakülteleri hızla yayıldı. Dini eğitim veren kurumların hepsinde kız çocukları ve kadınlar çoğunlukta. Bahsettiğim normal bir çoğunluk değil. İmam Hatip okullarında kız öğrenci artışı yüzde 400-500 civarında. Kadın haklarından geri adım atılmasıyla beraber, bir de Diyanet İşleri Başkanlığı eliyle kadınların dindarlaştırılması gibi Türkiye için çok yeni bir strateji söz konusu. Bu da kız çocuklarının ve kadınların dindarlaştırılması politikası diyebileceğimiz yeni bir ayrımcılık türü. Çok bilinmeyen, üzerinde durulmayan bir durum; ama en çarpıcı raporlarımızdan biri de bu. Din hizmetlerine erişimde cinsiyet eşitliği, hiç beklenmedik düzeyde alarm veren eşitsizlik verilerini gösteriyor bize. Dolayısıyla bazı şeyler eğitim ve istihdamın da önüne geçiyor. Yine ortaöğretim ve lisede öğrenci yurtları ve burslarından yararlanmaya baktığımızda bu dindarlaştırmayla karşı karşıya kalıyoruz. Dini eğitim alan kız çocuklarının hem yurt hem de burs olanakları diğer alanlarda eğitim gören kız çocuklarına sağlanan burs ve yurt olanaklarından neredeyse on kat daha fazla. Mesleki eğitim alan kız çocuklarına bakıyoruz, burs miktarları yüzde 1’in altında. Neredeyse hiç destek verilmiyor. Mesleki eğitim desteklenmiyor, dini eğitim destekleniyor. Kız çocuklarının okutulmaması değil; farklı bir biçimde, ayrımcılık içerecek şekilde okutulması ön plana çıkıyor Türkiye’de. Bu tabloda şimdi erkek çocukları meslek edindiriliyor, kızlar ise dini eğitim alıyor. Bu başlı başına bir ayrımcılık.
Dediğiniz gibi sonrasında devam edilen açıköğretim okulları aracılığıyla da kadınların evde kalması sağlanıyor.
Ortaöğretim düzeyinde evet. Ama lise açık öğretimde de erkek çocuklar öne geçiyor. Çünkü onlar aileye destek olmak için gündüzleri çalışıyorlar, akşam da okula devam ediyorlar. Böylelikle bambaşka bir, cinsiyete dayalı ayrımcılık ortaya çıkıyor. Hem kadınlar hem erkekler açısından dengeli olması gerekir kamu hizmetlerinden yararlanılması gerekir aslında. Uluslararası standarda göre kamu hizmetlerine katılımda hiçbir cins yüzde 40’ın altına düşmemeli. Anayasamızın 10. maddesinde eşitlik tanımlanarak, kadın-erkek eşitliğini sağlamak devletin görevidir deniyor. Pekala. Yasa karşısında kadın ve erkek eşittir deniyor. Şahane. Ancak bakıyoruz ki, kamu hizmetlerinden cinslerin eşit yararlanması ilkesi oraya bir ek madde olarak yazılmasına rağmen Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiş. Yani bizim anayasamıza göre kamu hizmetinden cinslerin eşit yararlanma hakkı yok şu an. Camiye eşit bir şekilde girme hakkı yok kadınların. Bir parktan, yoldan eşit yararlanma hakkı yok. Bunun nereye kadar gideceğini bilmiyoruz. Bunlar üzerinde durulmayan konular. Yıllık rapor böyle bir şeyi yapmaya çalışıyor ve bu noktaları göz önüne getirmeye çalışıyor.
Raporda bahsettiğiniz Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Koordinasyon Planı’nda güvenlik kurumları dışında en fazla sorumluluğun diyanete verildiğini belirtiyorsunuz. Bu ne anlama geliyor?
Diyanet İşleri Başkanlığı 2010 yılından itibaren içerik değiştiriyor. Yasa değişiyor ve kadınları ve aileyi koruma görevi Diyanet İşleri Başkanlığı’na veriliyor. Bunun için 2010’dan 2013’e kadar bütün il ve ilçelerde Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde müftülüklere bağlı Aile ve Dini Rehberlik Büroları kuruluyor. Şu anda 400 kadar birimi var. Bu birimlerde uzmanlar çalışıyor. Kadın ya da aile danışma merkezi benzeri bir birimden bahsediyorum. Başvuranların yüzde 98’i kadın. Zaten aile deyince kadın anlaşılıyor malum, erkekler ortada yok. Erkek bir şeyler yapması gereken bir yurttaş değil. Erkek yok bu düzenlemeler içinde. Fail olarak da yok, sorumlu ve görevli vatandaş olarak da. Aile ve Dini Rehberlik Büroları doğrudan medeni ve ceza kanunu alanında kadınlara danışmanlık veriyor. Örneğin “Kocamdan şiddet görüyorum, boşanmak istiyorum, evlenmek istiyorum, hamile kaldım kürtaj yaptırmak istiyorum, çocuğum olmuyor tüp bebek yaptırmak istiyorum,” diyor kadınlar. Bu kadınlara söylenen şeylerin bir kısmı medeni yasaya ce ceza yasasına aykırı şeyler. Dini referanslarla, medeni haklar alanına yönelik yorumlar yapılıyor bu birimlerde. Bir başka yasanın verdiği hükümle çelişen yorumlar yapıyor. Burada yapılan dini yorumlar esasen yasaların üzerine çıkmış oluyor. Çünkü oradaki bir uzman medeni yasaya veya ceza yasasına bağlı değil “Dinen bu böyledir,” diyor. Bu hem laikliğe hem de kadın haklarına aykırı. Bu süreçlerin nihayetinde Diyanet İşleri Başkanı çıkıp “Kürtaj dinen yasaktır,” diyebiliyor. Halbuki Türkiye’deki hiçbir yasa kürtajı yasaklamış değil.Örneğin Türkiye’de 18 yaşından küçüklerin evlenmesi yasak. Şu anda genç kadın nüfusunun yüzde 18’i, 25 yaşından önce evlenmiş elimizdeki verilere göre. Peki bunlar nasıl evlenmiş? İmam nikâhıyla. Bu imamlar kimler? Diyanet’in memurları. Önceden ceza yasasında yasadışı nikâh kıyan imamlarla alakalı bir suç tanımı vardı, o madde hükmü de kaldırıldı. Onun da ötesinde din adamlarına yani müftülere, medeni kanunca düzenlenen nikâh kıyma yetkisi verildi. Nikâh kıyabiliyorlar. Yani bir dini adamı, medeni kanun gereğince kamuya verilmiş bir hakkı ya da görevi kullanıyor. Ben bunlara alarm veren ayrımcılıklar ya da eşitsizlikler diyorum, yıllık raporda bu verileri de görmek, izlemek mümkün.
Peki Toplumsal Cinsiyet Eşitliği evrensel normlarının Türkiye ne kadarını kabul edip uyuyor?
Türkiye Lgbti+ hakları hariç, normların hemen hemen hepsini kabul edip yasalarına öyle ya da böyle geçirmiş durumda. Ama bunlara uymuyor, uyuyormuş gibi yapıyor. Ulusal eylem planlarına yazıyor, yasalara, mevzuata yazıyor ama gerçekleştirmiyor. Bunun ne kadar yapıldığını izleyecek bir sivil toplum ya da siyasal kurum da yok. Partiler bunu izlemiyor. Kadın örgütleri izlemiyor. 2008’den beri toplumsal cinsiyet eşitliğini gerçekleştirmek için Ulusal Eylem Planı var. Şimdi üçüncüsü çıkarıldı. Kadına yönelik şiddeti önlemeyle ilgili ulusal eylem planları var. Bu planlarda aslında her yıl bir izleme raporu hazırlanarak taahhüt edilenlerden ne kadarının gerçekleştirildiğine bakılması gerekiyor. İzleme yapılmadığı için sadece gözleme dayanarak karar verebiliyoruz ya da kurumlar eğer faaliyet raporu yazarsa oralardan veya basından izliyoruz. Türkiye’nin sorunu bu uluslararası standartları sadece kabul etmek değil, ama sonuna kadar uygulamak. Uygulama konusunda ciddi bir siyasi irade eksikliği var. Aslında bu durum sadece bu döneme özgü de değil. 1990’dan 2005’e kadar 15 yıl herhangi bir yasa olmadan çalışmış Aile ve Kadından Sorumlu Devlet Bakanlığı. Aile ve Kadın Bakanlığı’nın Teşkilat Yasası 2005’te yapılmıştı. Bu ne demek? Bütçesi yok, personel alamıyor. Önceki dönemlerde de ciddi umursamazlıklar ve ihmaller söz konusuydu yani. İstanbul Sözleşmesi’nden imzanın çekilmesi bu açıdan bardağı taşıran son damla oldu. Artık bundan sonra yepyeni bir dönem var. Dönüp her şeye yeniden bakmamız gerekiyor. Artık elimizdeki hiçbir yasa, mevzuat kadın hakları açısından bir garanti vermiyor. Dolayısıyla bunun hukuki bir alandan ya da kamu politikaları alanından siyaset alanına taşınması gerekiyor. Siyaseten yeniden bir tartışma zemini oluşturup buradan nereye, nasıl, hangi aktörlerle gidilecek, ne yapılacak, tartışılması gerekiyor. Çünkü İstanbul Sözleşmesi’nin iptaline siyasi muhalefetten de etkili bir çıkış gelmedi. Konuyu seçim ittifaklarının bozulmaması için sessizce geçiştirmeyi tercih ettiler. Her zaman ikinci plana atılma meselesi, kadın hakları açısından ciddi bir siyasi rejim haline gelmiş durumda. Çünkü artık mesele geldi ve laiklik ilkesinin duvarına dayandı. Laiklik karşıtı hareketler, dünyanın her yerinde kadın ve aile değerlerinin korunması adı altında erkek üstünlüğünün yeniden tesisini amaçlıyor. Bunu Türkiye’de artık herkesin görmesi gerekiyor.
Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın yaptığı nelerle karşılaştınız ya da görevlerinin ne kadarı yerine getirmişler?
Her şeyden önce Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın teşkilat yasasında cinsiyet eşitliği yok, kadın hakları yok. Bunlar tanımlanmıyor. Bakanlığın içinde kadın hakları ortadan kaybolduğu gibi aile de kaybolmuş. Kadın ve aile koruma alt programlarının bütçe içindeki yeri yüzde 1,2. Düşünebiliyor musunuz? Geri kalan bütçe sosyal hizmetler ve diğer çalışmalara gidiyor. Görevlerini yerine getirme konusunda mevzuat eksiklikleri olduğu kadar yazılı planları, programları da uygulamıyorlar. Erken yaşta ve zorla evliliklerin önlenmesi üzerine ulusal eylem planı hazırlanalı epey oldu; ama ilân edilmiyor. Çünkü siyaseten sakıncalı hâle geldi. Çünkü bir takım çevreler 15 yaş ve üzeri kız çocuklarının evlendirilmesini yasal olarak mümkün kılmak istiyor. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı ve onun altında Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü, CEDAW ile taahhüt edilmiş ulusal mekanizmalar olmaktan çıkmış diyebiliriz. Kadına yönelik şiddetle ilgili mekanizmalar, ŞÖNİM’ler, çıkartılan yeni yönetmelikler, dava izlemelerinin yoğunlaşması dışında çok da bir sorun çözmeye yönelik hükümetin müdahalesi söz konusu değil. Dolayısıyla kadın haklarının korunması açısından biraz sıfırlanmış bir durumdan bahsediyoruz.