1702 yılının kış aylarında, İstanbul Fatih’teki Kasap İlyas mahallesinde bir kadın öldürülmüş. Adı Meryem.
Yedikule muhafızlarından olan ilk kocasının ölümüyle Meryem’e bir miktar mal kalmıştır. İkinci evliliğini Kasap İlyas mahallesinden Şeyh Manevi Efendi ile yapar Meryem. Evlendikten birkaç ay sonra da öldürülür.
O sabah Meryem’in cenazesi evden çıkarılırken, bitişikte oturan komşularından bir kadın tabutu görünce, “Bu kimdir?” dIye sorar etraftakilere. “Şeyh efendinin hatunudur, bu gece emr-i hakkile vefat eyledi” cevabını alınca şaşkına döner ve “feryad eyler:” “hay bu hatunu ben ahşam sağ bırakup gitdim. Galiba bir şüphesi dahi olmak gerek idi. Beni yalnız bırakma deyüp ahşam niyaz eylemiş idi.”
Adını bilmediğimiz bu komşu kadın “bu meyyiti [ölüyü] mezara komasunlar sonra nedamet çekersiz” diyerek o gün İstanbul’u ayağa kaldırır. Muhafızlara, kadıya, oradan veziri âzama kadar ulaşır. Meryem’in eceliyle ölmemiş olabileceğine, ölümünün mutlaka araştırılması gerektiğine dair herkesi ikna eder. Meryem’in ölümü, bu komşu kadın sayesinde tarihe geçmiş. Biz bu vakayı böylelikle bilebiliyoruz. Olay Anonim Osmanlı Tarihi isimli kitapta yer verilen kroniklerden birinde “Hikâye-i garibe” başlığında anlatılıyor.(*)
Olay veziri âzamın kulağına kadar gidince tabutun açılması için izin çıkar ve sahiden de tabutun kapağı kaldırılınca ilk olarak Meryem’in boynundaki ip izleri görülür. Elleri kolları, çürük içindedir, kafası, yüzü darp edilmiştir. Saçlarının örgüsü açılmamıştır ve bedeni kefene değil, başka türden ucuz bir astara sarılmıştır.
Şeyh Manevi Efendi, karısının nasıl öldüğünü bilmediğini, öldürülmüşse kendisinin de bunu yapandan şikâyetçi olduğunu söyler hemen, ilk savunması bu olur. Ama sorgu biraz daha genişletilince şeyhin mahallede hiç de iyi bir ünü olmadığı ortaya çıkar. Meryem’in kimsesi yoktur, sahip olduğu mallar kocasına kalacaktır. Fakat davanın görülme sürecinde Şeyh Manevi Efendi hastalanır ve sonra o da ölür.
Bir kadının, sıradan bir kadının öldürülüşü yaşadığı mahalleyle, etrafıyla, toplumla, ilgili bize ne anlatabilir? Kadın cinayetlerine 300 yıl önceden bir baksak ne görürüz? Zamanı bu kadar geriye çekmek ve tek bir olaya odaklanmak, bugün işlenen kadın cinayetlerine başka bir gözle görmemizi sağlar mı acaba?
Meryem cinayetini başka bir kitapta gördüm ben. İzleri takip ede ede önce Ebru Boyar’ın meslektaşı Kate Fleet ile yazdığı kitaba, sonra da Ebru Boyar’a ulaştım. Önce ikimiz de tereddüt ettik, tek bir vaka üzerine ne kadar uzun boylu konuşabilirdik ki? Ancak endişe ettiğimiz gibi olmadı. Konuşunca, konuştuklarımız yazıya dökülünce ortaya çıktı ki bir cinayet söz konusu olduğunda komşuların, mahallenin, adli sorumluların, o sırada orada olan, susan, susmayan herkesin bir rolü var. Hatta sonu bir cinayete kadar varan olaylar, işin içindeki insanlar, herşey katledilen kadının etrafında bir koza gibi örülüyor sanki. İşte bazen o kozayı delip geçen biri çıkıyor, bambaşka bir hal alıyor tarih. Bu örnekte inisiyatifi alan, tüm akışı değiştiren başka bir kadın olmuş.
Doçent doktor Ebru Boyar halen ODTÜ Uluslararası İlişkiler bölümünde ders veriyor. Ağırlıklı olarak Osmanlı toplumsal yaşamı üzerine çalışıyor. Adı geçen, Kate Fleet ile beraber yazdıkları kitabın adı: Osmanlı İstanbul’unun Toplumsal Tarihi.(**) Kitapta mahalle kavramı özel olarak işlendiği ve Meryem’in yaşadığı Kasap İlyas da tipik bir Osmanlı mahallesi olduğu için bu cinayeti biraz mahalle içinden ele aldık. Görüşmemizi iki parça halinde yayınlıyoruz. Bu ilk kısımda Meryem cinayetini, haftaya yayınlanacak ikinci kısımda 18. Yüzyıl başında kadınların Osmanlı kamusal alanındaki görünürlükleri üzerine konuştuk.
Siz bu vakayı kitabınızda nasıl işlemiştiniz, nesi önemli gelmişti öncelikle?
Bu olayın yer aldığı türden kroniklerde bu tarz olayları bulmak çok güç aslında. Tabi kadı sicillerinde bulabilirsiniz ama böyle ayrıntılı bir şekilde değil. Bu olay ulaşabildiğimiz döneme ait kadı sicillerinde yer almıyor mesela.
Bu olay ilgimizi çekmişti çünkü biz kitabı yazarken insanların birbirlerini gözledikleri yerler olarak mahallelere özel olarak bakmak istedik. Bizim için ilginç olan tarafı olayı ortaya çıkaranın da bir kadın olmasıydı. Yani burada hem kurban, hem de olayı ortaya çıkaran bir kadındı. Bu kadının bütün toplumsal mekanizmaları kullanabilecek kadar sistemi bilmesi ilginçti. Bu da ortaya başka bir kadın profili de çıkartıyor. Yani biz hep kadını kurban üzerinden değerlendiriyoruz. Evet öyle ama, kurban olmayan bir kadın profili de var ve bu da aslında belki toplumsal olarak bir umut ışığı. En baskıcı sistemlerde bile var olabilen, iz bırakan bir kadın.
Nasıl kullanmış o toplumsal mekanizmaları, kimlere nasıl ulaşmış?
Önce “Topkapısuna” kulluk çorbacısına gidiyor, “bunu gömmeyin nedamet çekersiz” dediği kişi o. Sonra kaymakam paşaya gidiyor. Paşa artık şehir yöneticisi. Orada şikâyetini veriyor ve şikâyeti kadıya gidiyor. Kadı da veziri âzama yazıyor vakayı. Burada şu da önemli belki. Meryem mahalleye yabancı aslında, orada tanınan kişi Şeyh Manevi Efendi. Meryem taşındıktan kısa süre sonra oluyor bunlar. Meryem ne kadar şiddet gördü bilemiyoruz, ama şeyhin iyi bir şöhreti yok anlaşılan, sonra sorgu sırasında bu da çıkıyor ortaya.
Fakat şu takılıyor aklıma. Kulluk çorbacısı, kaymakam paşa, kadı, veziri âzam derken cenaze ortada nasıl bekliyor?
Yani ne kadar süre içerisinde olduğunu bilemiyoruz ama hızlı bir şekilde hareket ediliyor. Ama tabi şunu unutmamak lazım: Kış aylarında oluyor bu olay. Öyle olunca da cenazeyi bir süre bekletebilecek hava koşulu vardı belki. İstanbul’un ölçeğinin daha küçük olduğunu düşünmeliyiz. Kasap İlyas merkezi bir yer aslında, Yedikule’ye yakın. Her şey birbirine nispeten daha yakınken hızlı bir şekilde hareket edilebilir yani. Yine de bu olay sıradışı belki biraz.
Şeyh Manevi Efendi ile ilgili ne bilebiliyoruz? Şeyhliği nereden geliyor?
Şeyhlik dini bir ünvan da olabilir, başka bir şey de. Ama bu Manevi Efendi Kadırga Limanınındaki Mehemmet Paşa Tekkesi’nin şeyhi. Karabaş Efendi’nin oğlu diyor kronik. İstanbul’da önemli bir tekkenin şeyhi bu adam. Babası Sultan I. Ahmet’in şeyhiymiş, yani hünkâr şeyhi olmuş. Saygın bir adamdan bahsediyoruz kısaca.
Yaşasaydı nasıl ceza alacaktı?
Manevi Efendiyi hapsetmeye kalkışıyorlar ama hasta olduğunu görüp dokunmuyorlar ve sonra da ölüyor. Suçlunun bulunması cezalandırılacağı anlamına gelmiyor, çünkü Osmanlı’da şu an bildiğimizden bambaşka başka bir ceza sistemi var. Bugünkü pozitif hukuk anlayışının dışında, adalet anlayışı da çok farklı. Şeyh Manevi Efendi de sanırım hapsedilecekti. Daha düşük sınıftan olan bir levent olsaydı, ya da bir yeniçeri, gezgin işçilerden, bekâr odalarından biri olsaydı doğrudan öldürülür derdim. Ama bu tür durumlarda bunu söylemek zor. Hapis olduğunu biliyoruz ama süreleri, hapsin sonucunda ne olduğunu bilemiyoruz. Sürgün edildiklerini de biliyoruz mesela. Doğrudan öldürülürdü diyebileceğim bir sınıf da yüksektekiler, büyük vezirler, paşalar. Gözden düştüklerinde, mallarına el konur, Yedikule’de de boğdurulurlar vesaire. Osmanlı sisteminde en tehlikeli alan en yüksek ve en düşük katmanlardır. Ortadakiler daha iyi, daha güvenlikli yaşarlar.
Mahalleye, mahalleliye devletin yüklediği sorumluluklardan bu vakada nasıl görüyoruz?
Mahalle neden önemli? Devletin yüklediği toplumsal kolektif bir sorumluluk var mahalleye. Mahalle kendi içindeki namussuzu, hırsızı vesaireyi temizlemek zorunda. Mesela şiddete yönelik bir olayın kadıya yansıtılması, aile içi şiddetin açığa çıkması gibi bir anlamda. Yani artık ailenin de bir sorumluluğu var, onlar da şüpheli hale geliyor. Mahalle Osmanlı adalet, hukuk sisteminin çok temel bir parçası. Bu parça içinde işte Meryem örneğinde olduğu gibi, sıradışı bir şekilde cinayetler çözülebildiği gibi, bu tür olayların üzeri rahatça da kapatılabiliyor.
Olayın çok ilginç olan bir tarafı da aslında şu: Manevi Efendi’nin peşine düşen kadın açtırıyor tabutu. Tabutta gördükleri yüzü gözü bir şekilde morarmış, ezilmiş boğazında ip izleri var boğulmuş bir kadın. İnanılmaz bir manzara ile karşılaşıyorlar ve bu çok ayrıntılı bir şekilde anlatılıyor kronikte. Bu komşu kadın ve kadınlar bilirkişilik de yapıyor yani burada. Bambaşka bir rolle çıkıyorlar karşımıza. Cerrah kadınlar, ebeler kadın vücudunun herhangi bir sebeple incelenmesi söz konusu olduğunda bu işleri de yapabiliyorlar.
Kaynak olarak bir kronikten bahsediyoruz. Bu türden kaynaklarda kadınlara nasıl denk geliniyor?
Osmanlı Tarihi’nin şöyle bir dezavantajı var, belki bütün tarihlerde böyledir ama bizim kaynakları farklı şekilde okumamız gerekiyor. Kadın mevzusunda da böyle. Birazcık deşmemiz, içine bakmamız gerekiyor. Daha yaratıcı olmak zorundayız.
Oryantalist bakış açısından yazılmış, gezginlerin gözlemleri vesaire var ama bunlar hep belli temaları tekrarlıyor. Meryemin öldürülüşü gibi ilginç bir vakayı bulmak çok güç. Şeriye sicilleri önemli, orada daha çok kadın hikâyeleriyle karşılaşırsınız ama bütünlük kurmak zordur. Batıda bazı mahkeme kayıtları uzun uzun anlatıyor olayları, böylece çok güzel mikro tarih çalışmaları ortaya çıkabiliyor.
Anonim kronikler isimsiz yazılan tarihler. İsimsiz yazıldıkları için de yazanlar daha açık bazen daha eleştirel bir şekilde olayları betimliyebiliyorlar. Hepsi için genelleyemem ama daha günlük hayata dair ayrıntıları bunların içinde bulmak mümkün, daha sıradan insanların hayatları, kaymak tabakasından olmayanların.
Biraz aşırı yorumlamak olacak belki ama, komşu kadına Meryem’in bir gece evvel “beni yalnız bırakma” demesinin olayın oraya çıkmasında etkili olduğunu düşünüyorum ister istemez. Siz ne dersiniz?
Eğer boşlukları doldurmaya çalışırsak bu cümle bize iki şeyi düşündürebilir. Birincisi, sizin de ifade ettiğiniz gibi, Meryem’in korkusunu komşusuna dillendirmesi komşunun ertesi gün Meryem’in ölümünden doğrudan şüphelenmesini ve böylece hemen harekete geçmesini sağlıyor. İkinci nokta ise Meryem’e yönelik koca şiddetinin yeni olmadığını gösteriyor – acaba daha önceki eş ya da eşlerine de mi böyle davranmıştı Şeyh Manevi Efendi?
Şeyh Manevi Efendi’nin ölümü ardından kaynağımız şu cümleyle bitiyor: Aslı var-yok, fasl-ı niza ruz-i cezaya kalmıştır. Bunun ne anlama geldiğini de söyleyip bitirebiliriz, ama şimdilik.
Çok serbest bir çeviri yaparsak yazar şöyle demek istiyor: Doğru mu dur değil midir bilemeyiz, bu konudaki tartışma Kıyamet Günü’ne kalmıştır.
Kaynaklar:
(*) Anonim Osmanlı Tarihi 1099-1116 / 1668-1704, Yayına Hazırlayan Abdülkadir Özcan, Türk Tarih Kurumu, 2000.
(**) A Social History of Ottoman İstanbul. Cambridge University Press tarafından 2010’da yayınlanan kitap Osmanlı İstanbul’unun Toplumsal Tarihi başlığıyla İş Bankası Kültür Yayınları tarafından 2014’te Türkçe’ye kazandırılmış.
***
Ana görüntüdeki resim 19. yüzyıl Fransız ressamlarından Jean Leon Gerome’a ait.
Röportajın deşifresini Dide Deniz Aydemir yaptı, kendisine teşekkür ederim.