Uluslararası Af Örgütü ABD şubesi 2002 yılında küresel insan hakları aktivizminde yeni bir dalga başlatmayı hedefleyen bir kampanya başlattı: Hayal et! Kampanyanın broşür kapağında kullanılan yüzü tanımıyor olabilirsiniz; ama derin bir korku ve hüzün yayan yeşil gözlerini çerçeveleyen ‘insanlık onuru, insan hakları’ yazısı, ‘kapısında bekleyen özgürlüğün’ beklentisiyle saçlarından süzülmeye yüz tutmuş turkuvaz başörtüsü, gençliği, güzelliği, masumiyeti ve savunmasızlığı, yani uluslaraşırı insan hakları tahayyülüne başarıyla monte edilmiş kurtarıcı prens rolüne biraz daha meşruiyet ve sempati toplaması için, bu insan hakları söyleminin nesnelerinin feminen ve çocuksu bulunan özelliklerinin vurgulanması çok daha aşina olduğumuz başka bir fotoğrafı hatırlatıyor.
Pakistan’ın Peşavar eyaletinde bir mülteci kampında yaşayan bu genç kadının fotoğrafı, National Geographic‘in 1985 Haziran sayısının kapağında yayınlandığından beri Afganistan’daki savaşın yüzü olarak ikonlaşan ‘Afgan Kızı’ fotoğrafını çeken Steve McCurry tarafından, aynı yerde çekilmiş. Her iki fotoğrafa da bakan gözler, genç kadınların yaşadıkları ortamdan ve bu ortama neden olan şartlardan izole edilmiş, yakın çekim, aydınlatılmış yüzlere hipnotize olmuşçasına odaklandıkça, fotoğraf çerçevesinin dışında kalan karanlık alanda neler döndüğü daha flu ve muğlak hale geliyor. Afgan kızı, Afganistan’da savaşın yüzü olduğu kadar, Amerikan merhametinin ve şefkatinin de sembolü olarak pazarlandıkça, Amerika’nın katı mülteci politikalarıyla aslında ne kadar az mülteciye kapılarını açtığı ya da 1980’lerde Afganistan Savaşı sırasında, kadınlara yönelik şiddet ve Taliban bağlantılarıyla bilinen köktendinci, radikal gruplara yaptığı yardımlar hasır altına süpürülüyor.
Spectacular Rhetorics kitabının ilk sayfasında afişin yukarıdaki versiyonunu kullanan Wendy S. Hesford, genç kadının gözleri hariç yüzünün flulaştırılmasının, grafik olarak bir burka görüntüsü yarattığına dikkat çekerek, kampanyanın ismindeki ‘Hayal Et!’ cümlesinin bu genç kadını insanlık onuru ve insan haklarıyla hayal etmenin ötesinde, örtünün altındakileri hayal etmeye çalışan Batılı, Oryantalist fanteziye hitaben sarf edildiğini söylüyor ve bu gözler kimin hikayesini anlatıyor sorusunu soruyor. Bu fotoğraflar, içlerinde dondurulan genç kadınların hikâyesinden çok, hayali bir cemaat olarak, ”uluslaraşırı güvenlik alanında oturan ve acı alanındaki insan hayatını ancak Batı’nın ötekisi olarak anlamlandırabilen” Batı’ya ilişkin bir hikâye anlatıyor.
Karşı çıkacak olanları daha söze başlamadan susturmak için özellikle kadınların ve çocukların vurgulandığı bu retorik, 11 Eylül sonrası ‘Terörle Mücadele’yi meşrulaştırılmak için de bolca kullanıldı. Laura Bush, 2001’de yaptığı bir konuşmada: ‘Kadınların vahşice baskı altına alınması teröristlerin başlıca amaçlarından biri. Umarım Amerikalılar, Afganistan’ın bütün kadınları ve çocuklarının insanlık onurunu güvence altına almaya çalışan ailemize katılırlar.’ diyordu. Burada, cinsiyetlileştirilmiş bir kurbanlaştırma kadar daha önceki hükümetler tarafından kullanılan ‘insan hakları’ teriminin politik anlamından uzaklaştırılıp, tam olarak ne ifade ettiği çok daha muğlak bir terim olan ‘insanlık onuru’yla yer değiştirdiğini de görüyoruz. Cinsiyetimiz, milliyetimiz, dinimiz, dilimiz, cinsel yönelimlerimiz ve ekonomik durumumuza bakılmaksızın, eşit ve özgür doğduğumuz fikrindense, başkalarının ahlaki yargılarınca şekillenen, onların insafına kalmış bir ‘onur’ kavramıyla yaşamaya çalışmak, askeri bir müdahaleye zemin hazırladığı kadar, kendilerini gelişmekte olan ülkelerdeki kızkardeşleriyle kıyaslayıp, çok daha özgür olduklarına sevinmesi gereken Batılı feministleri susturmak için de dahiyane bir yol.
Bugün Suriye’yle savaşın eşiğinde, aktivist ve politikacı Malalai Joya’nın, Afganistan’da işgale bahane edilen kadınların savaş sonrasındaki durumuyla ilgili söylediklerini okurken, karşı karşıya olduğumuz tehlikeye ilgili endişem daha da arttı. Kuşkusuz hükümetlerin kendi iyilikseverliklerini ve kahramanlıklarını kanıtlayıp, gayrimeşru politik ajandalarına destek bulmak için kadınlar ve çocuklar başta olmak üzere, en hassas kesimlerin imajlarını bu şekilde sömürmesi, bu imajların gerçekleri yansıtmadığını göstermez. Yalnızca fotoğraftaki acıyı temelli dindirebilmek için, objektifi biraz da çerçevenin dışında kalanlara yöneltmemiz gerek.
Kaynak: Spectacular Rhetorics, Wendy S. Hesford, Duke University Press Books, 2011