Anneannemin hastalığı ilerlerken bir akşam üstü tesadüfen aklıma Arjantinli yazar Jorge Luis Borges geldi. Borges de anneannem gibi kalıtsal bir göz hastalığı yüzünden yavaş yavaş kısmi körlüğe mahkum olmuştu.

ECİNNİLİK

Borges ve Anneannem

Anneannem bir gün, başta önemsemediği rutin bir göz kontrolü muayenesinde sol gözünde sarı nokta hastalığının oldukça ilerlediğini, sağ gözünde ise aynı hastalığın başlangıç evresinde olduğunu öğrendi. Daha önceden gittiği doktorun dikkatsizliği nedeniyle sol gözüne erken müdahale imkanı da ne yazık ki kaçırılmıştı. Göz hastalıkları ailede kalıtsaldı. Kendi annesi ve anneannesi gibi onun da iki gözünde görme kaybı gün geçtikçe artacak ve zamanla onun için her şey bulanıklaşacaktı.

 

Anneannem tek başına hastaneye gidemeyecek kadar az gördüğü için ona kontrolleri ve tedavileri sırasında bir çok kez eşlik ettim. O çok sevdiği dizilerini izlediğinde oyuncuları, görüntülerinden çok seslerinden ayırt etmeye başlayacak kadar bulanık görmeye başlaması doktor ziyaretlerinin ve bu ziyaretlerde gözlerine vurulan iğnelerin sayısını da arttırdı.

 

Bir gün Çağan Irmak’ın son filmini çok merak ettiği için annemle birlikte anneannemi sinemaya götürdük. Bulanık görmeye bile razıydı. Filmin onuncu dakikasında ondan hiç alışık olmadığım telaşlı bir şekilde “hiç bir şey görmüyorum” diye bağırdı. Sessizce ona, “görüntüler çok karanlık belki o yüzden hiç bir şey görmüyorsundur” dedim. Sonra bir süre geçti ve bu sefer kısık sesle yineledi, “hiç bir şey görmüyorum, bulanık bile değil”. Ertesi gün apar topar gittiğimiz hastanede doktor bize anneannemin hiç sinemada bir şey görmemesinin nedenini gözünde oluşan ikinci kataraktla açıkladı.

 

Anneannemin sinemadan çıktığımızdaki yüz ifadesini hayatım boyunca unutabileceğimi sanmıyorum. Onlarca doktor muayenesi, hastalığıyla ilgili şikayetleri, bütün bunlar sanırım bir noktada, günlük rutinimizin bir parçası haline geldiği için bir şekilde kafamızda normalleşmişti. Bir hastalık vardı, sürekli bununla ilgili yapılan konuşmalar vardı ama gerçekten bu hastalığın zaman içerisinde evrileceği şey, yani kısmi körlük üzerine çok kafa yorduğumuzu sanmıyorum. Anneannemin bir noktada neredeyse hiç bir şey görmeyeceğini işte ilk defa o gün etraflıca düşünmeye başladım.

 

Son kontrollerde “bu geçici bir şey değil” dedi doktor annemle bana. Yapılan iğneler durumu bir süreliğine düzeltse de anneannem zaman içerisinde görme yetisini kaybedecekti. Doktorla konuşmamızın ertesinde uzun bir süre anneannem elini kesmek, yakmak, sebzeleri meyveleri karıştırmak ya da bir şeyleri düşürmek gibi sakarlıklarla da olsa o muhteşem yemeklerinden yapmaya devam etti. Eskiden sırf canı bir dondurma çektiği için bile üşenmeden sürdüğü arabasına veda etmek zorunda kalsa da arkadaşlarıyla buluşmak için dışarı çıkmaya az da olsa devam ediyor. Hem de o şık topuklu ayakkabılarını giyerek. “Anneanne lütfen düz ayakkabılar giysene, düşeceksin, çok korkuyorum” dediğimde: “Düz ayakkabı mı? Asla! Ben yürüyemem ki düz ayakkabılarla!” gibi akıl almaz şeyler söyleyebiliyor. Yalnız fotoğraf çekilirken bazen nereye baktığını bilmiyor. Biri geldiğinde onu fark etmekte çok zorlanıyor. Üstüne giydiği kıyafetlerin, sürdüğü rujun renklerini sıklıkla karıştırıyor. Ve tabii ses çıkarmadan odaya girmemizden de korkuyor. Televizyondaki dizileri izlemeyi ya da dinlemeyi hiç bırakmadı. Onu televizyonun karşısında bulduğumuzda hayretle “ne anlıyorsun anneanne bu dizilerden?, bulanık görüyorsun bu sinir bozucu adamların yüzlerini bile” dediğimizde, bize “Aaa olur mu, radyo tiyatrosu gibi ne güzel hayal ediyorum.” diye karşılık veriyor.

 

Anneannemin hastalığı ilerlerken bir akşam üstü tesadüfen aklıma Arjantinli yazar Jorge Luis Borges geldi. Borges de anneannem gibi kalıtsal bir göz hastalığı yüzünden yavaş yavaş kısmi körlüğe mahkum olmuştu. Babası genç yaşta artık göremediği için zorunlu emekliliğe ayrılmış, durumuna çözüm bulmak için ailesini de yanına alıp 1914 senesinde bir süreliğine İsviçre’ye tedavi olmaya gitmişti. Borges’in, babasının zaman içerisinde kör olması gibi oldukça ağır bir acıyla çok küçük yaşta yüzleşmesi ve bu durumu kabullenmeye başlaması yine çok sevdiği hikayeler aracılığıyla olmuş. Henüz sadece dokuz yaşındayken Oscar Wilde’ın kör olmak pahasına değerli taşlardan oluşan gözlerini, şehrin yoksullarına dağıtan Mutlu Prens hikayesini İngilizce’den İspanyolca‘ya çevirmiş.

 

Borges’in 30 yaşında başlayan ve onlarca tedaviye rağmen yavaş ama kararlı bir şekilde ilerleyen hastalığı onu 58 yaşında neredeyse tamamen kör etti. Uluslararası anlamda tanınır hale gelmesi hayatının geç bir evresinde olan Borges’in kısmi körlüğünün hayatına olan etkisi okurları için hep merak uyandıran bir konu oldu. Lisansüstü eğitimimi sürdürürken Buenos Aires’te ikinci el bir kitapçıda bulduğum Richard Burgin’nin Borges’le Sohbetler kitabında Borges’in merak uyandıran bu konuya verdiği cevap şuydu:

 

Baba tarafımdan kör olan beş ya da belki altıncı jenerasyona mensubum. Babamın ve babaannemin zamanla kör oluşunu izledim. Benim gözlerim hiç bir zaman iyi olmadı, kaderin benim için kenarda sakladığı şeyin ne olduğunu biliyordum. Ama ayrıca babamın bir seneden fazla körlüğe tahammül etmesini sağlayan itaatkarlığın ve ironinin oluşturduğu o birleşime de hayrandım. Belki de körlerdeki bu sabır, sağırlara özgü olan asabiyet kadar genel bir özelliktir; belki de körler etrafındaki insanların samimiyetini sezebilir. Bunun bir kanıtı da sağırlarla ilgili bir çok komik hikaye varken neredeyse körlerle ilgili bu tür hikayelere hiç rastlanmayışıdır. Bir körle ilgili şaka yapmak zalimce olur. Gözlerim üzerinde gerçekleştirdikleri operasyonların sayısını gerçekten unuttum. 1955 yılında ihtilal hükümeti beni Milli Kütüphane yöneticisi pozisyonuna atadığında artık okuyamamaya başlamıştım. Tam da bu sıra Armağanlar Şiir’ini yazdım ve bu şiirde Tanrı’nın muhteşem bir ironiyle bana kitapları ve karanlığı aynı anda armağan ettiğini yazdım. Arjantin Milli Kütüphanesi’ndeki kitap sayısı 800,000’di. İçinde bulunduğum alacakaranlık benim için o kadar da acı verici olmadı. Şu an hala görebiliyorum ama oldukça az. Şu an senin yüzünü göremiyorum fakat az görmek ve hiç görmemek arasında ölçülmesi mümkün olmayan bir fark var. Hiç bir şey göremeyen biri mahkum gibidir. Ben sanki özgürmüş gibi şehirde hala dolaşabiliyorum Cambridge olsun, Buenos Aires olsun. Tabii ki yardım olmaksızın karşıdan karşıya geçemiyorum fakat insanlar New England’da da Buenos Aires’te de çok kibarlar ve kaldırımda ne yapacağımı bilmeden tereddüt içerisinde kalmışken bana rastladıklarında genelde gönüllü bir şekilde yardımcı oluyorlar….

1

Başka bir hususa daha değinmek istiyorum o da bir insan görme yetisini kaybettiğinde onun için zamanın artık farklı geçtiği. Daha önceden eğer yarım saatlik bir tren yolculuğu yapıyorsam zaman bir türlü geçmezdi ve ben de kitap okumak zorunda olurdum ya da oyalanacak bir şey bulmam gerekirdi. Fakat şimdi hayatımda kaçınılması mümkün olmayan yalnızlık dolu saatler var. Tek başıma kalmaya ve bir şeyler üzerine düşünmeye alıştım ya da bazen hiç bir şey düşünmüyorum ve sırf var oluşumdan memnun oluyorum. Zamanın akışının beni geçmesine izin veriyorum ve sanki zaman farklı geçiyor. Daha hızlı mı geçiyor emin değilim fakat daha sakin ve çok daha yoğun bir şekilde geçtiği kesin. Ayrıca şimdi eskisine göre çok daha iyi bir hafızam var belki bunun sebebi önceden kitapları yüzeysel bir şekilde her zaman geri dönebileceğimi düşünerek okurdum. Fakat bu aralar birine benim için kitap okumasını rica ettiğimde onu sürekli rahatsız edemeyeceğimi biliyorum. Birileri benim için kitap okuduğunda onu önceden olduğundan çok daha dikkatli bir şekilde dinliyorum. Hafızam eskiden görseldi fakat şimdi işitsel hafıza sanatını öğrenmem gerekti. Az da olsa görebildiğim zamanlarda elime daha önceden okuduğum bir kitabı alırdım ve önceden okuduğum şeyi bir kitabın tek numaralı bir sayfasının en alt kısmında ya da hangi kısmında yer alıyorsa içgüdüsel olarak bulabiliyordum. Şimdi bu durumun üstesinden daha farklı bir şekilde gelmem gerekiyor. Artık çok daha iyi bir hafızam var. 1955 senesinde eski İngilizce öğrenmeye başladım.

 

2

 

Kitaplarımın arasından Borges’in en yakın arkadaşlarından Adolfo Bioy Casares’in bir kitabını çıkardım. Bioy Casares, 1931’den 1980’lerin ortasına dek yıllar içerisinde en yakın dostu olan Borges’in ona söylediği her şeyi bir deftere kaydetmiş. Sonuç, elimde tuttuğum, çok ince bir kağıda basılmış bu hazine. Kitaba göz gezdirirken, Borges’in körlüğüne ilişkin bir kaç anıya rastladım. Örneğin 11 Ocak 1955’te Borges, arkadaşıyla buluştuğunda ona sürekli olarak tekrar eden rüyalarından bahsediyor. Bioy defterine artık neredeyse hiç bir şey görmeyen arkadaşının rüyalarını şu şekilde not ediyor:

 

Büyük bir mağaraya ya da dikey bir silindire doğru iniyor, duvarlarda bronz kapılar var, kitliler; o bu mekana doğru inerken, karanlık artıyor. Başka bir rüya: La Plata şehrinin çevresinde verandalı kitli evler arasında yürüyor, çamurun içine batıyor ve gitgide ışık azalıyor

.

 

Bioy Casares’in notlarına biraz daha baktığımda onun defalarca Borges’e muayenelerde eşlik ettiğini fak ediyorum. Bazen düzenli olarak yapılan bu göz muayenelerine ya Borges’in kendisi gitmemek için direniyor ya da annesi ona eşlik etmeyi reddediyor. Sonunda Borges’i doktora mutlaka gitmesi konusunda ikna eden ve çoğu zaman muayene ücretlerini ödeyen hep en yakın arkadaşı Bioy Casares oluyor.

 

1955 senesinde Bioy’un Borges’e eşlik ettiği bir göz muayenesinde doktor Borges’in gözlerini inceledikten sonra retinasında yırtılmalar oluştuğunu ve bunun retina dekolmanına (ayrışması) sebep olma riskinin çok yüksek olduğunu söylüyor. Bioy Casares o güne dair günlüğüne şunları not ediyor:

Muayenenin ertesinde üzüntüden dikkatim dağınık bir şekilde Borges’i arabayla eve bırakırken neredeyse başka bir arabaya çarpıyordum. Küçük bir sarsılma yaşadık, Borges’in sarsıntının etkisiyle o an bile kör kalabileceğini düşündüğümde midem bulandı.

 

Sayfaları çeviriyorum ve 1956 senesine geliyorum. Bioy’un, Borges’in doktor kontrolü için, sırasının gelmesini beklerken babasıyla ilgili anlattıklarını not aldığı bölüme rastlıyorum.

Borges’in babası ileri derecede miyop ve aynı zamanda oldukça çapkın. Cenevre’de, bir öğleden sonra sokakta gördüğü güzel bir kadını takip etmeye başlıyor. Takip edildiğini hemencecik fark eden ve bundan rahatsız olan kadın arkasını döndüğünde karşısındaki adama şaşkınlıkla “ Jorge beni bile rahat bırakmayacak mısın?” diye karşılık veriyor. Borges hikayeyi sonlandırırken babasının takip ettiği kadının annesi olduğunu söyledi.

 

3

 

Borges’in babasının körlüğün tahammül edilemez etkilerine karşı geliştirdiği savunma mekanizmasının mucizevi birleşimi olan ironi ve sabrın yazar için de ileriki yaşlarda körlükle mücadelesinde vazgeçilmez olduğu onunla ilgili anlatılan bir çok anıda fark ediliyor. Bu anılar arasında zamanla Buenos Aires Üniversite öğrencileri arasında efsaneleşen bir tanesine, İspanyol Göz Hekimleri Derneği’nin arşivlerinde bulduğum “Borges’in Eserlerinde Körlük” adlı bir makalede rastlıyorum.

 

1967 yılında bir sabah Buenos Aires Üniversite’sinde ders anlatan Borges’in sınıfının kapısı aniden açılır ve bir öğrenci dersi bölerek Che Guevara’nın öldürüldüğünü ve Che’nin anılması için de bütün derslerin iptal edildiğini, Borges’in de dersine son vermesi gerektiğini söyler. Borges öğrenciye dersi hiç bir şekilde iptal etmeyeceğini söyler. Buna karşılık ayaklanmaya başlayan öğrenciler onu binanın ana sigortalarını kapatıp sınıfı karanlıkta bırakmakla tehdit ederler. Borges’i bir anlığına çaresiz bıraktıklarını düşünen öğrencilerin ondan aldıkları yanıt ise şöyle olur: “Buyurun ışıkların hepsini kapatın bütün hayatımı karanlığa hazırlanarak geçirdim.”

 

Anneannemin hastalığı ilerlerken artık farklı şehirlerde yaşadığımız için iletişimimiz ikimizi de asla tatmin etmeyen uzun telefon konuşmalarıyla sınırlandı. Bu uzun telefon konuşmalarında anneanneme “Ee, Pakize Teyze’yle neler yaptınız?” sorusu yerine aslında merak ettiğim bir insan göremediğinde neler hisseder, onun için zaman nasıl geçer gibi onu altüst edecek ağır sorular soramadığım için bir noktada kısmi körlükle ilgili kafamı kurcalayan her türlü soruyu biraz da takıntılı bir şekilde Borges’e sormaya devam ettim. Topladığım notlara şimdi göz gezdirdiğimde artık fark ediyorum ki Borges de sağ olsun beni hiç yanıtsız bırakmamış.

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

SANAT

YLatin Amerika’nın Kadın Yazarları: Silvina Ocampo
Latin Amerika’nın Kadın Yazarları: Silvina Ocampo

Öykülerinde yarattığı, birçokları tarafından fazla tuhaf ve grotesk bulunan dünyasının, etrafındaki tüm yazarlardan ne kadar farklı olduğunu ve ismini, onunla aynı dönemde ve coğrafyada yaşamış yazarlarınkiyle yan yana getirmenin neredeyse imkânsız olduğunu fark ettim.

SANAT

YLatin Amerika’nın Kadın Yazarları: Elena Poniatowska
Latin Amerika’nın Kadın Yazarları: Elena Poniatowska

Poniatowska bugün hâlâ Mexico City’de San Ángel mahallesindeki evinde yeni yazılar yazmaya ve son romanı üzerinde çalışmaya devam ediyor.

SANAT

YLatin Amerika’nın Kadın Yazarları: Hebe Uhart
Latin Amerika’nın Kadın Yazarları: Hebe Uhart

İnsanların günlük rutinlerini, bu insanlara eşlik eden evcil hayvanların davranışlarını, eşyaları merak eden bir yazar.

SANAT

YBenim Büyüleyici Dostum Nil
Benim Büyüleyici Dostum Nil

Bir sabah mutfak masasında kahvemi içerken kendimi çocukluğumda beni en çok etkileyen kız arkadaşım üzerine düşünürken buldum.

Bir de bunlar var

İnce Eleyip Sık Dokuyan
Âdet Gören Erkekler Olsaydı…
Bayram Şekeri

Pin It on Pinterest