“Bonobo: Unutulmuş Maymun kitabımın tanıtım turu esnasında, en sıcak an –yoksa en soğuk mu demeli- çok saygın bir Alman biyoloji profesörünün sorduğu soruyla yaşandı. Profesör konuşmamdan sonra ayağa kalkıp adeta suçlayıcı bir tonla hönkürdü: Bu erkeklerin nesi var böyle?! Dişi egemenliği sinirlerine dokunmuştu.”
Frans De Waal bu anektoda İçimizdeki Maymun adlı kitabında yer veriyor. Bilim neden, evrimden ve en yakın kuzenlerimizden bahis açarken şempanzeleri öne çıkararak bonoboları ikincil bir konuma itiyor? Çünkü şempanzeleri “insan davranışı”ndaki karanlığın çukuruna çekmek daha kolay ve daha çok ilgi görüyor. Bonobolar ise bize bir şeylerin yanlış öğretildiğini gözler önüne seriyor, onlarla kötücül yanlarımızın sorumluluğunu paylaşabileceğimiz –neredeyse- hiçbir gösterge yok. Velhasıl, gerçekleştirdiğimiz ve gerçekleştirmekten rahatsız olduğumuz davranışların sorumluluğunu tek başımıza yüklenmekten kaçınıyoruz. Ya kendimizi muaf tutup bir suçlu aramak ya da suçluluğu bir şeyle, biriyle paylaşmak gayretindeyiz. Suçlamak birike birike ilerleyemeyen ve pervaz tozu gibi canımızı sıkan bir eyleme dönüşedursun, primatolojiden bahis açmak ve bu yönden insanı biraz deşmek gerekiyor.
Neyi ima ediyorum?
Primatları saldırgan olarak genelleyen, hiyerarşik ve ataerkil yaşayışlara sahip olduklarını devamlı olarak tekrarlayan yaklaşımlarda bir ikiyüzlülük var. Jane Goodall anamız, bunu belletenlere aslında madalyonun ters bir yüzü olduğunu anlatmaya çalıştığında tepki topluyordu. Çünkü en yakın kuzenlerimizin (şempanzeler, bonobolar vs.) bizden daha empatik ve barışçıl olabilme ihtimalleri, bizim mucizevi varlıklar olma statümüzü, egosantrizmimizi sarsabiliyor. Toplumsal olarak kabul gören, kutsal ve biricik sandığımız ortaklıkları öne çıkarıyoruz ve bu yönlerin kutsaliyetinin pekişmesi hoşumuza gidiyor. Olumsuz davranışlarda bir benzerlik kuruyorsak “Yalnızca insanlar mı kötü oluyor canım? Baksana şunlara!” demeyi eklemeden edemiyoruz.
Bonobolar, batıya akan Kongo Nehri’nin güney yakasında yaşıyor. Dişilerin baskın olduğu, cinselliğin -bir tabu ve mahremiyet unsuru olmayarak- yoğun yaşandığı, babalığın muğlak bırakıldığı, barışçıllığı eylemsel olarak hayata işleyen akrabalarımız. İnsan doğası, ahlak, aile gibi kurumsallaşan ön kabullerimizin –belki de öğrenilmiş çaresizliklerimizin- safsata olabileceğine dair yaşantısal (sürdürülebilir bir yaşantısallık bu) bir kapı aralıyorlar. Ne yapıyorlar? “Vahşi” atalarımızın ve akrabalarımızın çıktığı ön saflarda sevişiyorlar, oynaşıyorlar ve gülüşüyorlar. Anne odaklı bir toplum olmaktan gelen, bizim erkeklere hiç mi hiç benzemeyen erkekleri var. Ölümcül savaşları yok, bebek ölümleri yok. Babalığın muğlak bırakılması, bir bonobo takımındaki erkeklerin o yavruya eşit bir adalet ve sevecenlik sunmasını doğuruyor. Rekabet ve kavga yok denecek kadar az; fakat istisnai durumlar elbette var. Cinsellik, uğruna rekabet edilen bir şey değil; paylaşılan ve paylaşıldıkça çoğalan bir şey. Bu çoğalma, savaşmayıp sevişmeyi beraberinde getirdiğinden alternatif bir toplumsal hayatın örneğini oluşturuyor. Birbirlerini pataklarken birden durup sevişmeye başlıyorlar; evet, filmlerdeki gibi!
Fakat birçok bilim insanı (ne tesadüf ki hep de erkek) sevgili kuzenlerimize adaletli davranmıyor. Kuzen kayırmacada şempanzeler galip geliyor. Şempanzeler hususunda da “ekşın” yaratabilecek tüm spesifik durumlardan devasa genellemeler çıkarılıyor. Bize paça kasnak sunulanlar, genellikle bunlar oluyor. Evet şempanzeler daha siyasiler, iktidar mücadeleleri ölümle bile sonuçlanabiliyor. İhtiraslılar, cinsellik için rekabet ediyorlar. Birtakım bilim insanlarının sıraladığım durumları dillerine pelesenk ederek ürettikleri devasa kanıların öznesi olmalarını bir talihsizlik olarak değerlendirebiliriz.
Ama evrimsel süreçte spesifik durumları cımbızlayarak insan davranışında “suç ortağı” arama uğraşına girmek, suçun ta kendisidir. İnsan evriminde erkek egemenliği bir çıban olarak evrildiği için dişi egemenliğinin tahayyülleri rahatsız edici oluyor. İnsan doğasının “hoyratlığı, hırçınlığı ve erkilliği”ni öğütmek ve yeniden yeniden bunun ekmeğini yemek için dönen değirmene çomak sokmaya devam edelim.
İki şempanze iktidar için dövüşmeye hazırlanırken bir fırtına öncesi sessizlik yaşanıyor, dövüş araç gereçleri yere bırakılıyor. Bu es verilen zaman diliminde bazen, dişiler araç ve gereçleri alıp kaçıyorlar. “Peki Şimdi Nereye?” filminde kadınların silahları saklama gayretiyle anlatılmak istenenden pek de farklı görünmüyor, dişi şempanzelerin mesajı. Dişi şempanzeler bazen canlarını sıkan erkekleri toplanıp dövüyorlar. Özellikle tacizkâr olanlara meydan dayağı atıyorlar. Dişi goriller de canlarını sıkan erkek bir gorili, toplanıp kovalıyorlar. Bonobo dişileri de hep “önümüze gelene yüz tekme” der gibi geziniyorlar ormanda, yolculuklarını takım halinde gerçekleştiriyorlar. Dayanışmanın, savunmanın önemini bizim kuzenler çoktan kavramış anlayacağınız!
Bonobolarda dişilerin denetimi ellerinde tutmasında temel olan dayanışmadır. Babalığın muğlak bırakılması bir yavru koruma stratejisine de dönüşmüş aynı zamanda. Çünkü doğada hiçbir erkek, kendi genlerini yok etmek istemiyor (Şanı yürüyecek anacım, neden yok etsin!). Bu yönüyle bir bonobo erkeği, maço akrabalarına kıyasla daha dezavantajlı görünüyor (tabii yine maço akrabaları tarafından). Ve “insan doğası”yla başlayan, içinde bir miktar primatolojik bilgi içeren cümlelerde onlara rastlamamız, pek nadir karşımıza çıkan bir durum haline geliyor. Bazı bilim insanları bonobo erkeklerinin “stratejik boyun eğme” davranışı sergilediğini söylüyor. Yani, bonobo erkekleri kendilerinden güçsüz bonobo dişilerine fazlasıyla iyi niyetli ve hoşgörülü davrandıkları için egemenliği kayıtsız şartsız dişilere verirler, diyorlar. Anlaşıldığı üzere, hala bonobo erkeklerinin “erkekliğinden” duyulan rahatsızlığı çeşitli savlarla açmaya ve “mucizevi erkek evrimi”ne zeval getirmemeye uğraşıyorlar. “Yazık” bir şey.
Bu yazıklanmanın da bir adsızlıkla, bonoboların “ana akım” primatolojideki adsızlığıyla bizi bir tasvire götürebildiğini söylemek mümkün. Yani, nasıl ki kadının adı yok; primatolojiden, evrimden ve daha birçok şeyden bahsederken de bonobonun adı yok ey zenan!
Not: Bonobolar heteronormatif bir yaşayışın dışında duruyor diyebilir, bundan uzun uzun söz edebiliriz. Aynı zamanda klitoristen bahsetmemek de epeyce ayıp oldu sanırım. Bunlara değinemedim, affola. Bir sonraki yazıya diyelim.
Mini Kaynakça
Waal, F.D.(2014). İçimizdeki Maymun. İstanbul: Metis Yayınları
Nova Dergisi’nin Waal’la yaptığı bir röportaj.
En Yakın Kuzenlerimize Bir Bakış: Şempanzeler ve Bonobolar, Benzerlikler ve Farklılıklar.
Ana görüntünün kaynağı.