Üniversiteler kayyumların değildir, onlar gidecek ve bizler kalacağız. LGBTİ+’lar da bu mücadelenin en görünür öznelerinden biri olarak var oldular ve var olacaklar.

MEYDAN

Boğaziçi “Kayyuma Nakka” Diyor

Boğaziçi Üniversitesi’ne yıl başında yapılan kayyum atamasına karşı başlayan direniş, her türlü hedef göstermeye ve baskıya rağmen devam ediyor. “Rağmen” devam ettiği için olsa gerek, dayanışmanın ölçeği büyürken iktidarın da bir o kadar hiddetlendiğini görüyoruz. Bu hiddetin odağı yine, şaşırtıcı olmayan biçimde, toplumda ayrımcılığa uğrayan kesimler oluyor. Sorunun boyutunu açıkça ortaya koyanlar devlet gözünde hızla terörist olurken anti-demokratik kayyum uygulamasının halihazırda ayrımcılığa uğrayan gruplara etkisinin çok daha fazla olduğunu dile getirenler ise kitleyi bölmekle, “yeri ve zamanı olmayan” konuları gündeme getirmekle suçlanıyor.

 

Bugün geniş bir kesim tarafından sahiplenilen direniş, büyük ölçüde kampüs sınırlarında devam ediyor. Kampüsün kapısına eylemlerin başladığı ilk gün gelip bir daha da ayrılmayan ve okul içinde de varlığını artıran polis yoğunluğu ise dikkat çekici.

 

Biz de bu durumun her gün okula gidip gelen ve kampüsün bulunduğu bölgede yaşayan öğrencileri ve aslında tüm mahalle halkını nasıl etkilediğini Boğaziçi Kadın+ Dayanışması ve Boğaziçi Üniversitesi LGBTİ+ Çalışmaları Kulübü’nden birer kişiyle konuştuk.

 

Bilgi Notu: İki görüşmeci de anonim kalarak fikir beyan etti. Bu röportajı tamamlamaya çalıştığımız son 10 gün içinde yaşanan hızlı gelişmeler sonucu röportajın kapsamını genişlettik ve güncellemelerle ilerleyerek her şeyi olabildiğince aktarmaya çalıştık. Yine de şunları konuşamadık:

 

29 Ocak günü yapılan gözaltılarla birlikte olayların büyük ölçüde LGBTİ+ karşıtı bir dalgaya dönüşmesini, bu süreçte öğrencilere hiçbir zarar gelmeyeceğinin teminatını direnişin ilk günlerinde veren Bulu’nun sosyal medyadaki nefret söylemlerine eklenmekte hiç vakit kaybetmeyişini,1 Şubat Pazartesi günü, sadece Sarıyer ve Beşiktaş’ı kapsayan salgın gerekçeli toplantı yasağı öne sürülerek öğrencilerin Güney Kapı’da yapacağı basın açıklamasının engellenmesini, kampüsten dışarı çıkmaları da engellenen öğrencilerin bunun üzerine rektörlük binası etrafında barışçıl bir ablukaya başlamasını, canlı yayınlar aracılığıyla tanık olduğumuz üzere akşam 21:30 civarında kampüse giren yüzlerce polisin öğrencileri darp ederek gözaltına almasını ve valiliğin bu olayı duyururken “aralarında LGBT Kulüp üyesi öğrencilerin de bulunduğu” ifadesini kullanarak bir kez daha kendisini LGBTİ+’lar üzerinden meşru gösterme çabasını… Son bilgilere göre İzmir ve İstanbul’da toplam 159 kişi gözaltına alındı, büyük bir kısmı serbest bırakıldı ancak henüz net bilgiye erişmek zor. Ayrıca Boğaziçi Üniversitesi LGBTİ+ Çalışmaları Kulübü’nün de kapatıldığı duyruldu. Süreçle ilgili güncel bilgiye ve taleplere şuradan ulaşabilirsiniz. Biz de doğru bilgiye ulaştıkça bu satırları güncellemeye devam edeceğiz.

 

 

Kişisel Not: Son kayyuma kadar yaşanan hak ihlallerinin, sansürlerin ve yasakların bu süreci hazırladığını yok sayan bir kurum güzellemesi yapmak istemem. Yine de, bir mezunu olarak şu notu eklemem gerek ki, bugün Boğaziçi’ni savunan pek çok kişi, bir kurumun tarihi taş binalarını değil, bir arada barış içinde yaşayabilmeyi, otosansür ihtiyacı hissetmeden özgürce var olabilmeyi, bunun mümkün olduğunu gösteren ve bu mümkünü çoğaltıp genişletme umudunun tohumlarını içimizde yeşerten koşulları savunuyor.

 

Öncelikle kendinizi kısaca tanıtır mısınız?

 

Merhabalar, ben Boğaziçi Üniversitesi’nde 3. sınıf sosyoloji öğrencisiyim. Daha öncesinde İzmir’de okudum ve orada büyüdüm. Boğaziçi’ne geldiğimden beri de Hisarüstü’nde yaşıyorum. Kısa bir süre önce Kadın+ Dayanışması’nın bir parçası oldum.

 

Boğaziçi Üniversitesi Felsefe bölümünde öğrenciyim. Boğaziçi Üniversitesi LGBTİ+ Çalışmaları Kulübü’ne (BÜLGBTİ+) 4 yıldır üyeyim.

 

BÜLGBTİ+ ve Boğaziçi Kadın+ Dayanışması ne zaman ortaya çıktılar, neler yapıyorlar, bahsedebilir misiniz?

 

BÜLGBTİ+2014’te kuruldu, şu anda adaylık sürecini tamamlamış resmî bir kulüp. Ancak daha öncesinde; 1990’ların sonundan itibaren LEGATO ve 2009’da kurulan LuBUnya vardı. Kulüp; kuir performans geceleri, paneller, söyleşiler, atölyeler, okuma ve çeviri grupları, hak ihlali raporlamaları gibi birçok proje ve etkinliği çatısı altında topluyor aslında. Temelde, LGBTİ+fobiye karşı kuir ve feminist çalışmalar yapıyoruz.

 

Ülkemizde kadın cinayetleri, eril şiddet ve trans bireylere karşı olan ayrımcılık uzun bir süredir hepimizin gündeminde. Davalarda faillere uygulanan haksız indirimler ve mağdurlara uygulanan psikolojik şiddet de bunların cabası. Bizim okulumuzda da maalesef İstanbul Sözleşmesi’nin değerini anlayamamış, şiddetin türlerinin farkında olmayan ve özellikle kadın ve LGBTİ+ bireylere ayrımcı bir tutumla yaklaşan kişiler var. Boğaziçi Kadın+ Dayanışması 2020 yılının Temmuz ayında, bu meseleleri gündeme getirmek, tartışma konusu yapmak, mağdurların yanında olmak ve faillerin olası şiddetlerini, hareketlerini engellemek amacıyla kuruldu. Kadın+ şeklinde kendimizi ifade etmemizin sebebi ise nonbinary bir düzlemde feminist hareketi destekleyen herkesle birlikte hareket edebilmek. Kadın haklarının arkasında duran ve kendini feminist olarak tanımlayan birçok kişinin, trans ya da nonbinary bireylere çok daha önyargılı yaklaşabildiği bir gerçek. Bu yüzden cisnormatif bir dayanışma algısı yerine, kuir feminizmi ve transfeminizmi de içeren bir dayanışma algısı yaratmak istedik. Bu şekilde kapsayıcı davranarak daha geniş kitlere ulaşabileceğimizi ve elimizden geldiğince kolektif bir şekilde haklarımızı arayabileceğimizi düşünüyoruz.

 

KAYYUMA NEDEN KARŞISINIZ?

 

BÜLGBTİ+ kayyuma karşı örgütlenen direnişte etkin rol almasının yanı sıra kayyum atamasıyla ilgili ayrıca bir metin yayımladı ve “kayyuma nakka” [1] dedi. Ayrıca geçtiğimiz günlerde kampüste direniş programı kapsamında bir onur yürüyüşü de gerçekleşti. Okuldaki LGBTİ+’lar neden kayyum istemiyor?

 

LGBTİ+’lar olarak haklarımıza dair talepleri ancak demokratik bir zeminde dile getirebileceğimize inanıyoruz. Dolayısıyla da anti-demokratik her uygulamaya karşı en ön sıralarda yer almak durumundayız. Ben bu süreci 2016’dan almak gerektiğine inanıyorum. 2016 yılında rektörlük seçimleri öncesinde öğrenciler adaylarla röportaj yapmıştı. Vedat Akgiray, BULGBTİ+ hakkında soru sorulduğunda “ben desteklemem” diyen bir adaydı. Seçimlerde ise Gülay Barbarosoğlu seçildi. Yani LGBTİ+fobik bir rektörü okul da istemiyordu aslında. Gülay hocanın aylarca atanmadığı sürecin sonunda KHK ile aday bile olmayan Mehmed Özkan atandı. Birinci kayyum döneminde LGBTİ+’ların geniş çapta katılım gösterdiği performans gecemiz ilk defa sansürlendi, trans bir öğrenciye burs sağlamak için hazırladığımız Hande Kader Bursu projemiz gerekçesiz iptal edildi, İstiklal Marşı üzerinden bir linç kampanyası başlatıldı, arkadaşlarımız hedef gösterildi. Özkan yönetimi ise öğrencilerin arkasında durmadı, etkinlik afişlerimiz yırtıldı, homofobik Nesrin Özören Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü’nde bölüm başkanı yapıldı. Şimdi de Vedat Akgiray’ın da tez jürisinde bulunduğu, yine piyasacı bir isim olan Melih Bulu kayyum atandı. Ben bunu Vedat Akgiray’dan bağımsız düşünemiyorum. %86 oyla seçilen Gülay Hoca karşısında, sermayeci ve fobik biri olarak, çekilmeyen ilk aday olmuştu (Boğaziçi’nde rektörlük seçimlerinde birinci dışında herkes çekilir, bu sayede YÖK’e sadece seçilen aday gider ve o atanırdı). Önceki kayyum döneminde yaşadıklarımız, Melih Bulu’nun da Vedat Akgiray gibi sermayeci olması, intihalci olması, AKP’li geçmişi sebepleriyle “kayyuma Nakka!” dendi.

 

Kadın+ Dayanışması kayyuma neden karşı? Neden içindeki kişilerin bu atamaya bireysel karşı çıkışlarından öte cinsiyet perspektifinden bir pozisyon alarak eylemin aktif bir öznesi oldu? 

 

Kadın+ dayanışması da temelde Boğaziçi’nin birçok bileşeni gibi, kayyum uygulamasına anti-demokratik olduğu için karşı. Dünyanın çoğu ülkesinde üniversite rektörleri ülkeyi yöneten siyasi partinin iradesi ile göreve getirilmiyor. OHAL ile uygulamaya getirilen rektör atamaları, günümüzde olağanüstü hâl olmadığı halde haksız bir şekilde devam ettiriliyor. Biz, üniversitelere atanmış rektör getirilmesini yanlış bir uygulama olarak görüyoruz. Rektör seçimleri üniversite bileşenlerinin kararları ve seçimleri ile yürütülmelidir diyoruz. Kadın+’nın bu eylemlerde ön plana çıkmasının ise aslında oldukça açık bir sebebi var. Bir önceki kayyum rektör atandıktan sonra okulumuzda LGBTİ+ bireylerin hakları yavaştan gasp edilmeye başlanmıştı. Bu bize kayyum politikalarının ülkemizde azınlık olarak görülen gruplar için ne kadar tehlikeli olabileceğini gösterdi. Tepeden inme bir şekilde yapılan atamalar, okulumuzun özgür ortamına bir tehdit oluşturuyor, cinsiyet eşitliğini gündemine almaktan çekinen duyarsız bir ortam yaratıyor ve farklı kimliklerin barışçıl bir şekilde bir arada barınmasının önüne geçiyor. Haklarının öneminden ve kritik durumdan haberdar olan bir oluşum olarak Kadın+’nın eylemlerde kendini göstermesinin ve kayyuma karşı olduğunu topluluk olarak bildirmesinin bütün bu usulsüzlüklere bir haykırış olduğunu düşünüyorum.

 

4 Ocak’tan bu yana kampüs ve çevresinde olağanüstü bir polis yoğunluğu var. Boğaziçili kadın ve LGBTİ+’lar yaşadıkları rahatsızlığı dile getiriyorlar. Bulu okula polis girmediğini iddia etse de, pek çok öğrenci bunu yalanlıyor. Bu konularda biraz daha bilgi verebilir misiniz?

 

Öncelikle okulun kapısına zaten yığılmış neredeyse ordu diyebileceğimiz büyüklükte bir polis kuvveti var. Polislerin kapıdan içeri girdiğini de sosyal medyadan gördük. Bu polisler dışında ilk kayyumun atandığı 2016-2020 arasındaki dönemde de sivil polislerin okul içindeki sayısının her an arttığını gördük. Ayrıca yakın zamanda mezunların pandemi nedeniyle okula girememesi sebebiyle mezunlar derneğinin kapısında basın açıklaması yapacaktık. Okul sınırları içinde yer alan mezunlar derneğine yürüyen bir grubun yolu kesildi. Uzaktan gördüğümüz polis arabasından inen polisler nedeniyle okul içinde bulunan öğrenciler olarak bayraklarımızla katılmak istediğimiz basın açıklamasına katılamadık. Okulda polis olmadığı tamamen yalan yani. Ayrıca kampüs dışındaki polislerin arkadaşlarımızı küfürler ile sözlü olarak taciz ettiğini, arkadaşlarımızın üzerlerine yürüdüğünü ve arkadaşlarımıza “terörist” dediklerini de biliyoruz.

 

Eylemin ilk gününden itibaren ana akım medyaya yansımayan birçok olağanüstü durum ile karşı karşıyayız. İlk iki hafta boyunca bizden kampüse girebilmek için hem öğrenci kimliğimiz hem de T.C. kimliğimizi güvenliğe göstermemiz bekleniyordu. Hatta kısa bir süre için, Rumelihisarı mahalle girişlerinde de polis ancak bu çift kimlik kontrolünü yaptıktan sonra mahalleye girmemize izin veriyordu. Bu uygulamaya 25 Ocak haftasında son verdiler ancak geçen haftalarda haksız bir şekilde böyle bir uygulamaya gitmeleri birçok kişiyi yıprattı. Çift kimlik uygulaması haksız olmasının yanı sıra trans arkadaşlarımızı da yıpratabilecek bir uygulama idi. Bu kontrollerin dışında, okul ve mahalle çevresine dağılmış olan polis, bazen öğrencileri durdurup çanta kontrolleri yapıyor. Örneğin kısa bir süre önce birkaç polis beni pankart ya da eyleme dair bir yazı taşıyor muyum diye kontrol etmek için durdurdu ve çantamı aradı. Biz öğrenciler olarak, silahlı polislerin, tomaların, terör ile mücadele araçlarının neden okulumuz çevresinde bulunduğuna anlam veremiyoruz ve bunu kabul etmiyoruz. Okul içerisinde birçok sivil polisin oldukça rahat bir şekilde öğrencilerin arasında dolaşmasına ve konuşmalarımızı dinlemeye çalışmasına göz yummuyoruz. Bunların yanı sıra özellikle kadın ve LGBTİ+ öğrencilerin arkasından polislerin bakışları ve sözleri hakkında oldukça çirkin duyumlar da alıyoruz. Okul önündeki polisleri ve tomaları fotoğrafladığı için okuldan çıkarılıp fotoğrafları silmesi için üzerinde baskı kurulan birçok arkadaşımız oldu. Ayrıca son zamanlarda okul içerisindeki sivil ve üniformalı polis sayısı oldukça artmış durumda. 28 Ocak Perşembe günü yine her gün yaptığımız eylemlere devam ederken güvenlik, polis ve öğrenciler arasında bir tartışma yaşandı. Biz her gün kayyum rektörün binasının önüne öğrenci arkadaşlarımızla birlikte çadır kuruyoruz. Ancak o gün çadırımız kapatılmaya çalışıldı. Öğrenciler de buna tepki gösterince polis, güvenlik ve öğrenciler arasında bir arbede yaşandı. Bunların dışında özellikle son hafta yapılan eylemler sırasında bazı polislerin öğrencileri uzun uzun izlediği, öğrencilerin video ya da fotoğraflarını çektiğine şahit olduk. Son olarak 29 Ocak günü de 4 arkadaşımızın Güney Kampüs girişinde gözaltına alındığı haberini aldık.

 

Peki Boğaziçi’nin ana kampüslerinin yer aldığı Hisarüstü Mahallesi’nde bu polis yoğunluğunun etkileri neler? Burası ayrıca pek çok öğrencinin yaşadığı yer, kampüs dışında ne gibi durumlarla karşılaşıyorsunuz?

 

Boğaziçi Üniversitesi Hisarüstü ile iç içe geçmiş bir alana yayılmış bir bölge aslında. Yani Hisarüstü, oradaki halk ile Boğaziçi öğrencilerinin birlikte yaşanılan bir yer. Büyük bir kampüs gibi aslında. Şu anki polis yoğunluğunda ise güvende hissederek, evimizde hissederek yürümek imkânsız gibi. Kampüs sınırlarından içeri toma girmedi belki ama bizim yaşam alanlarımızda her zaman onlarca polis, tomalar, barikatlar ve diğer araçlar bulunuyor. Hem mekânsal hem de psikolojik bir şiddet bu. Gökkuşağı maskesiyle okulun kapısından çıktığımızda polislerin bakışlarıyla bizleri taciz ettiğini fark ediyoruz. Kapıdan çıkıp polislerden yeterince uzaklaşıp kaldırıma ulaşana kadar psikolojik bir savaş veriyoruz. Bunun yanında polislerin etraftaki mekânlarda pandemi koşullarını hiçe sayarak oturduğunu da görüyoruz. Bizler kendi alanlarımızda hiçbir şekilde barışçıl gösteri bile yapamazken polislerin pandemi yasaklarını hiçe sayarak mekânlarda oturmasını, diğer üniversitelerden gelen öğrenci arkadaşlarımızı kampüslere alamazken polislerin okulda gezmesini kabul etmiyoruz.

 

Hisarüstü’ndeki kaldırımların birçoğu şu an polis barikatları ile çevrilmiş durumda. Olası bir toplanmayı engellemek için sivil vatandaşın da kullandığı kaldırımları, yeşil alanları barikatlarla çevreleyerek yalnızca üniversite üyelerine değil aynı zamanda Hisarüstü halkına ve esnafına da zarar verilmiş durumda. Pandemi döneminde zaten esnaflar maddî sıkıntılar içerisindeyken polisin bu şekilde bütün mahalleyi kaplamasının ve kontrol altında tutuyor olmasının esnaf için çok daha yıkıcı olduğunu düşünüyorum. Ayrıca pandemi koşulları nedeniyle restoranlar ve kafeler kapalı iken polislerin bu mekânlarda oturabiliyor ve zaman geçirebiliyor olması da dikkatimizi çekiyor. Esnafın da eli kolu bağlı bir durumda polis hakimiyetine karşı eli kolu bağlı bir durumda. Hisarüstü’nün öğrenci popülasyonu oldukça fazla, hatta buranın öğrencilerin yaşattığı bir mahalle olduğunu da söyleyebilirim. Polisin gözleri sürekli öğrencilerde ve kuşkusuz esnafta da. Ellerinde ağır silahlarla gezen polisler ile karşılaşıyoruz sürekli olarak. Ayrıca bazen üniformalı askerler de karşımıza çıkıyor. Ek olarak mahallemizde hala toma ve terör ile mücadele araçları bulunuyor. Böyle bir tedbiri gerektirecek herhangi bir durum olmamasına rağmen neredeyse bir aydır Hisarüstü’nde sürekli olarak sivil ya da üniformalı polislerin varlığı söz konusu. Bu mahallede kuşkusuz ciddi bir huzursuzluk yarattı ve özgür olabildiğimiz sınırlı sayıdaki toplumsal alanlardan bir diğeri bu şekilde yavaş yavaş kontrol altına alınıyor.

 

Kayyum karşıtı eylemciler hem açıklamalarında hem medyaya yansıyan görüntülerde kararlı bir tavır sergiliyor. Buna karşılık ise daha fazla hedef gösterme, çarpıtma ve şiddet görüyoruz. Aynı zamanda LGBTİ+ aktivistleri bu süreçte gözaltında taciz, tecavüz tehdidi, sosyal medyada hedef gösterme gibi durumlarla karşılaşıyor. Siz tüm bu süreci nasıl yorumluyorsunuz?

 

Atanma haberini ilk aldığımda ne yapacağımı şaşırmış, karamsar bir haldeydim. Bilgim dahilinde akademisyenler açısından da net bir tepki yoktu. 4 Ocak Pazartesi ve sonrasında ise akademisyenler de öğrenciler de kararlı ve tek bir ağızdan kayyum rektör istemediğimiz dile getirmeye başladık. İlk günlerde Boğaziçili-Boğaziçili olmayan diye bizi ayırmaya da çalışmışlardı ancak daha sonrasında da okul dışında, birlikte yaptığımız Kadıköy eylemleriyle de bu ayrımı kabul etmediğimizi gösterdik. 5 Ocak sabahı aldığımız ilk gözaltı haberleri ve sonrasında sosyal medyaya da düşen çıplak arama, evlerin kapılarını kırma gibi yöntemler de kabul edilemez. İstanbul Barosu’nun gerçekleşen hak ihlallerine dayalı raporu var, hepsi tek tek yazıyor. Haklı talepleri olan öğrencilerin işkenceye maruz kalmasını kabul etmeyeceğiz. Ayrıca geçtiğimiz günlerde, Onur Haftasından aldığımız çıkartmalar kulüp kapısına zarar verecek şekilde kazınarak çıkartıldı. Bunu öğrendiğimizde bir metin yayınladık. Sonrasında ise bu metin okuldaki sergiden bazı parçaların çalınmasıyla da birleştirildi ve direnişin diğer bileşenleriyle bir metin daha yazıldı. Bu metni kulüp odası önünde okuduk. Bunu kimin yaptığıyla ilgili bilgi alabilmek adına güvenlik kameralarının kayıtlarını incelemek için bir dilekçe yazıldı. Bilgi edindikten sonra bu konuda da bir şeyler yazacağız. Buradaki diğer sorun da şu: Melih Bulu, “dışarıdan öğrenciler girmesin tarihi dokuya zarar veriyorlar” diyerek öğrencilere yönelik ayrıştırıcı bir söylem kullanırken içeride sivil polisler olduğunu tahmin ettiğimiz kişilerce kapının ve sergi materyallerinin saldırıya uğramış olması kabul edilemez.

 

Buna kişisel olarak cevap vermek istiyorum. Öğrenciler ve akademisyenler tarafından eylemler barışçıl ve istikrarlı bir şekilde, kimseye zarar vermeden devam ediyor uzun bir süredir. Ve kayyum gidene kadar da bu protestolarımızdan vazgeçmeyeceğimizi düşünüyorum. Ayrıca protestoların çok sesli etkinlikler olduğuna, politik, cinsel ya da kültürel herhangi bir kimlikten bireylerin özgür bir şekilde kendilerini ifade ederek katılmasının en temel haklardan biri olduğuna inanıyorum. Devletin bu denli sert bir şekilde bastırma çabalarının da öğrencilerin gözünü korkutma amaçlı olduğunu düşünüyorum. Hiçbir suç işlemeyen bireyler, öğrenci kulüpleri ya da dayanışmalar hedef olarak gösteriliyor. Şiddet kullanılarak yapılan ev baskınları, gözaltında öğrenci arkadaşlarımızın gördüğü haksız muameleler ve maruz kaldıkları tehditler bizi yıldırmak için denenen yöntemlerden sadece birkaçı. Yeni genç nesil olarak haklarımızın çok daha farkında, özgürlüğümüzün değerini çok daha iyi anlamış olduğumuzu düşünüyorum. Sanıyorum ki, şu an okulumuzdaki kayyum protestoları ile başlayan eylemlerin çok daha büyüyüp, örgütlenip bazı politik kurumların haksız çıkarlarına ve uygulamalarına da itiraz eden bir oluşuma dönüşmesi devlet için oldukça korkutucu ve hemen susturulması gereken bir olaya dönüşmüş durumda. Öğrenciler tarafından kayyum politikalarının ne kadar haksız, özgürlük karşıtı ve şiddet temelli olduğu anlaşılmış durumda. Devletin uyguladığı bu baskı yöntemlerinin de, bizi bu haksız yaptırımlar karşısında susturma, örgütlenmelerimizin gücünü azaltma ve genel olarak ülkedeki kolektif hareketlerin önüne geçme amacı taşıdığını düşünüyorum.

 

Çok teşekkür ederim. Son olarak eklemek, okurlara iletmek istediğiniz bir şey var mı?

 

Üniversiteler kayyumların değildir, onlar gidecek ve bizler kalacağız. LGBTİ+’lar da bu mücadelenin en görünür öznelerinden biri olarak var oldular ve var olacaklar.

 

Hem bir Boğaziçi Üniversitesi öğrencisi olarak hem bir kadın+ dayanışması üyesi hem de bu ülkenin bir vatandaşı olarak, anti-demokratik uygulamaların sürdürülebilir olmadığını ve haklarımız için mücadelenin vazgeçilmez olduğunu hatırlatmak isterim. Biz Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri olarak kayyum rektör atamasına karşı olan tutumumuzdan vazgeçmiyoruz ve bu durumu kabul etmiyoruz. Ama daha da önemlisi tüm üniversitelere atanan kayyum rektörleri de protesto ediyor ve acilen hepsinin istifa etmesini istiyoruz. Ülkemizdeki kayyum politikalarının yalnızca üniversiteler ile sınırlı kalmadığının da farkındayız. Böyle bir ortamda ne akademi ne ekonomi ne de sosyal politikalar gelişime ve toplumun ihtiyacı olan değişime açık olabilir. Dileğim, mücadelemizden vazgeçmeden, sesimizi daha fazla duyurarak herhangi bir gruba ya da bireye zarar gelmesinden kaçınarak bu süreçleri atlatabilmek. Bu ülkenin genç bir vatandaşı olarak, istediğimiz akademik alanda özgürce çalışabileceğimiz, sanatımızı sansürlere maruz kalmadan sunabileceğimiz, sosyal hayatımızda kimliklerimizi saklamadan var olabileceğimiz ve sesimizi duyurmak istediğimizde şiddet ve baskı ile karşılanmadığımız bir gelecek diliyorum.

 

[1] Lubunca: Hayır! Asla!

 

Kapak görseli: Boğaziçi Direniyor twitter hesabından alınmıştır.

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

MEYDAN

YQueer Olympix 2021 Yaşandı!
Queer Olympix 2021 Yaşandı!

Türkiye’nin birçok farklı şehrinde spor aktivizmi yapan lubunyaları bir araya getiren Queer Olympix, geçtiğimiz hafta sonu tüm baskı ve yasaklamalara rağmen gerçekleşti.

MEYDAN

YLezbidüş ile Röportaj: “Düşlerden Tarih Yazmak”
Lezbidüş ile Röportaj: “Düşlerden Tarih Yazmak”

Hayal kurmak eylemini hayal edemeyeceğimiz bir şeyi hayal etmek diye mi anlıyoruz acaba? Peki sizce hayal kurmak nedir?

MEYDAN

YDEMOS ile Pandemiye Toplumsal Cinsiyet Lensinden Baktık: Tedbirler, Hak İhlalleri ve Dayanışma
DEMOS ile Pandemiye Toplumsal Cinsiyet Lensinden Baktık: Tedbirler, Hak İhlalleri ve Dayanışma

DEMOS Araştırma Merkezi'nden Güley Bor, Güneş Daşlı ve Nisan Alıcı ile salgın ve savaş gibi kriz dönemlerinde toplumsal cinsiyet lensinin bize neler kazandırdığını konuştuk.

KÜLTÜR

YBursa’da Zaman
Bursa’da Zaman

Salgını sürdürülebilir bir izolasyon hâlinde geçirebilmek uğruna kırılgan ve güvencesiz yaşamlarımızı, kiralık evlerimizi bırakıp aile evlerine döndük.

Bir de bunlar var

“Şiddet Önleme Merkezleri” Şiddeti Neden Önleyemiyor?
Camii Cemaatini Huzursuz Etmek, “Aramızdaki Dünyayı” Korumak ve Almancı Aynur Teyze
Korona Günlerinde Kadın İstihdamı

Pin It on Pinterest