Hakkında cinsel saldırı suçlamaları bulunan, Yüksek Mahkeme adayı Brett Kavanaugh’ın adaylığı 6 Ekim günü ABD Senatosunda yapılan oylama ile onaylandı. Bu sonuç cümlesinin, Kavanaugh’ın adaylığı sonrası gelişen olayları yakından takip etmiş birçok kadında benzer bir duygu uyandırdığına dair şüphem yok. Göğüste biriken sızının ve öfkenin ilerleyerek, boğazınızda dönüştüğü sabit bir ağrı…
Meseleyi kısaca özetlersek, geçtiğimiz Temmuz ayında Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Donald Trump’ın yargıç Kavanaugh’yı Yüksek Mahkeme üyeliği için aday göstermesi Demokratların tepkisiyle karşılaşmıştı. Demokratlar, Kavanaugh’nın oldukça tarafgir geçmişini (ki ABD’nin 42. başkanı Bill Clinton’ın aleyhine tahkikat açılması sürecinde rolü olduğuna dair epey ciddi iddialar da mevcut) gündeme getirerek, bu adaylığa ‘hayır’ yönünde oy vereceklerini belirttiler. Trump ve diğer Cumhuriyetçilerin tüm iddiaları hiçe sayan destek açıklamaları, Demokratların endişeli itiraz seslerine karışırken The Washington Post gazetesinde yayınlanan bir mektup olayın seyrini değiştirdi.
Dr. Christine Blasey Ford, The Washington Post gazetesine yazdığı mektupta, Brett Kavanaugh’ın 1982 yılında, bir ev partisinde arkadaşı Mark Judge ile birlikte kendisine cinsel saldırıda bulunduğunu iddia etti. İddialar, Demokratların önceki itirazları ve kamuoyu tepkisi ile birleşince, Kavanaugh ve Dr. Blasey Ford Amerika Birleşik Devletleri Senatosu Yargı Komitesi önünde aynı gün peşi sıra ifade verdiler.
O günden birkaç imaj akılda kalacaksa hiç şüphesiz onlardan biri, çoğunluğunun, beyaz erkek üyelerin oluşturduğu komitenin birkaç sıraya peşi sıra dizilmiş görüntüsü. Beyaz erkeklerden oluşan kurumların herhangi bir örneği olan bu görüntünün nesi kalsın aklımızda, diyebilirsiniz. Katılırım. İlgi çekici olan bir twitter kullanıcısının bu görüntüyü, Margaret Atwood’un The Handmaid’s Tale adlı kitabından uyarlanmış aynı isimli diziden bir yargı komitesi sahnesi ile eşlemesiydi. (https://www.dailydot.com/upstream/brett-kavanaugh-hearing-the-handmaids-tale/) Kitap/dizi, ABD’de uzak bir gelecekte kadınların damızlık olarak kullanıldığı distopik bir evrende geçiyor. Distopya, dys ‘kötü’, ‘hastalıklı’ ve outopia ‘olmayan yer’ kelimelerin birleşimi: henüz olmayan kötü, hastalıklı yer veya zaman. İmajın çağrıştırdığı ‘henüz olmayan yerin’ tahmin ettiğimiz kadar imkansız veya uzakta olmayabileceği endişesi…
Az önce zihnimizde canlandırdığımız komite, önce Dr. Christine Blasey Ford’a söz veriyor. Blasey Ford ifadesini okurken esler vermek zorunda kalıyor, sesi titriyor hatta bazen duyulmayacak kadar kısılıyor.
Blasey Ford ifadesini bitirdikten sonra sıra komitenin sorularına geliyor. Beyaz, erkek komite üyelerine dair yaptığımız canlandırma egzersizinden sonra soruların birçoğunu, o soruları sorarken takınılan tavrı tahmin etmenin zor olmadığını düşünüyorum. Bu nedenle, benim aklımdan çıkmayan tek soru daha doğrusu o soruya verilen cevaba eğilmek istiyorum.
“O güne dair unutamadığınız an nedir?” diye soruyorlar. Blasey Ford, önce biraz susuyor. Derin bir iç çekiş… “O gün, o iki arkadaşın bana saldırırken gülüyor olmalarını hiç unutamıyorum. İki arkadaş epey iyi vakit geçiriyorlardı,” diye yanıtlıyor. Salonda oluşan bir sürelik sessizlik… Blasey Ford’un sessizliğinin, unutamadığı anı yeniden dile getirmesi ile zihnine üşüşen görüntü ve seslerden kaynaklandığını tahmin etmek mümkün. Cümlelerin dinleyenlere ulaştığını varsayarak: peki ya diğerlerinin, ya bizim?
Blasey Ford’dan sonra söz verilen Kavanaugh’nın, hayatında muhtemelen ilk defa sorgulanan beyaz erkek öfkesiyle, groteske kaçan bir gösteriye dönüştürdüğü ifadesinden zerre kadar şaşkınlık duymuyorum. Sonraki gün aklımı kurcalayan, ‘unutulmayan o an’ ve sonrasında yaşanan sessizlik oluyor.
Aynı gün üniversiteden senaryo dersi aldığım, dava sürecini birlikte takip ettiğim hocamdan mesaj alıyorum. Kavanaugh ve Blasey Ford’un ifadelerinin bir bölümünü bir araya getiren bir videoyu dramatik çatışma örneği olarak sınıfta tartışsak nasıl olur, diye soruyor. Baş karakterimiz Dr. Blasey Ford’un Kavanaugh ve başka engellerle karşılaşması ve ortaya çıkan çatışma… Teorik olarak iş kitaba uygun; fakat aklımı kurcalayan o sessizlik anı nedeniyle hemen cevap veremiyorum. O anın idrakı, hemen cevap verememiş olmamda gizli midir acaba diye dramatik çatışmanın temel öğeleri üzerine düşünmeye başlıyorum.
Senaryo yazımına giriş: Baş karakterinizin amacını gerçekleştirmeye çalışırken karşılaştığı engeller ve bu engellerle yaşadığı çatışma dramatik yapının temelini oluşturur. Senaryo yazımında tembihlenen bir nokta varsa, o da engelleri oldukça büyük tutmanız gerektiğidir. Örneğin, kıyamet koparmalısınız ki kıyamet sonrası, baş karakteriniz (ki çoğunlukla beyaz bir erkektir) dünyayı yeniden kursun. Ola ki kıyamet kadar ölçeği büyük tutmadınız, o zaman kasırga çıksın, savaşlar başlasın, vs.
Beyaz erkekler etrafında oluşturulmuş kahramanlık anlatılarının eleştirisine bakarken belki de gözden kaçırdığımız noktalardan biri, kahramanlıkla birlikte tanımlanan engel/engeller tanımıdır. Kötücül olan edimin tanımı da kahramanlık tanımına içkindir. Bu nedenledir ki, Blasey Ford o gece yaşadıklarını anlattığında (biz buna kahramanın yaşadığı engellerden biri diyelim) birileri çıkıp, ‘hangi genç biraz içtikten sonra arkadaşlarıyla şakalaşmamıştır ki,’ diyebilmiştir. Ya da, madem anlattığı kadar etkilendi, nasıl oldu da iki yüksek lisans bir de doktora eğitimini tamamlayabildi, diyebilme hoyratlığını gösterebilmişlerdir.
Bu hoyratlık, sosyal medya yorumları ile sınırlı kalmayıp Donald Trump, Blasey Ford’un yaşadıklarıyla dalga geçerken, arkasında sıralanmış üç beyaz erkeğin ekrana yansıyan gülüşünde tekrarlandı. Blasey Ford’un o geceye dair unutamadığı anın Kavanaugh’ın gülüşü olduğunu hatırlatmak isterim. Burada elbette niyetim, Kavanaugh veya Trump’ın gerçekleştirdiği iki farklı edimi kötücüllükte eşlemek değil. Fakat, edimler arasında yapılan derecelendirmenin yol açtığı körlüğe dikkat çekmek istiyorum.
Kadınlar olarak maruz kaldığımız şiddetin veçheleri çok çeşitli. Bazı edimlerin diğerlerinden çok daha yaralayıcı olduğunu da biliyoruz. Fakat sözünü ettiğim kahraman ve karşılaşabileceği engeller tanımı, engel/kötücül edim erkek kahramanlar ve onların neyi kötü neyi yaralayıcı bulduğu algısı ile tanımlanmıştır. Halbuki bir şiddet eylemi, katmanlı yapısında farklı anlarda yaşanmış birçok hoyratlığı barındırır. Kadın kahramanların karşılaşılabileceği engellerin tanımlanması, kayda değer biçimde değerlendirilmesi elzem.
Blasey Ford’un unutamadığı o anı anlatmasından sonra, salonda yaşanan sessizlikten söz etmiştim. Blasey Ford’un sessizliğinin sebebi hiç şüphesiz, o anları tekrar hatırlıyor olmasıydı. Salonun ve pek çok izleyicinin sessizliğinin nedeni ise belki de kahramanın çoğunluk için Kavanaugh olması ve bununla birlikte tanımlanan, kahramanın yaşayabileceği kayda değer engellerin, haksızlıkların ne olabileceği algısıdır. Şüphesiz Blasey Ford’un cümlelerini duydular. Fakat anlamadılar. O ‘unutulamayan anın’ şiddeti, bu engelin büyüklüğü komitenin lügatında karşılık bulamadı. Havada bir süre asılı kalacak bir sessizlik yarattı. Blasey Ford, o sessizlikte unutmaya çalıştığı anların tekrar canlanan görüntüleri ile boğuştu, biz kadınların ise kulakları çınladı.
Brett Kavanaugh 6 Ekim günü kapalı oturumda yemin ederek Yüksek Mahkeme üyelerinden biri oldu: erkekliğin ve Cumhuriyetçilerin zaferi(!). Blasey Ford’un salonda yarattığı sessizlik bu zaferlerin, kadınların maruz kaldığı şiddet eylemlerine karşı nasıl bir sağırlık geliştirdiklerinin en önemli örneklerinden biri oldu.
‘Time’s Up / Süre Doldu’ demek için henüz biraz erken olduğunu gördük; fakat kötü, hastalıklı yere varmadan bu cümleyi ağız dolusu söylemenin umudu, Blasey Ford’un cesaretle kalkan elinde ve kulaklarımızı çınlatan o sessizlik anında mevcut.
Ilüstrasyon: Win McNamee