Dil hakkında herkesin bir fikrinin olması normal. Ancak bazı ülkelerde dille ilgili tartışmalar son zamanlarda başka bir boyut kazandı. Gramerlerinde cinsiyetin önemli ve görünür bir kategori olduğu dillerin konuşulduğu ülkelerde bununla ilgili değişimler başladı. Örneğin, Fransızca’da ya da Almanca’da yapılan çok küçük değişiklikler muhafazakarlardan o kadar büyük tepkiler aldı ve medyada öyle hararetli tartışmalara neden oldu ki bitmez bir açüklama yaylım ateşinde kaldık. Bu tartışmalarda, dili cinsiyet yönünden daha eşit kılmak için yapılan küçük değişikliklerin, onu çirkin ve daha az kullanışlı hale getirdiği hatta neredeyse mahvedebileceği öne sürüldü.
İlgi çekici başka bir argüman da şuydu; eğer Türkçe gibi gramatikal cinsiyeti olmayan dillerin toplumları eşit değilse böyle bir dil değişimi zaten anlamsız olacaktır. Çünkü dil değişse de toplumsal gerçekler değişmez. Fakat bu düşüncenin tutarsızlığı ortada; öncelikle gramer ile toplum arasındaki ilişki o kadar basit değil. Ayrıca cinsiyet, dilin yapısında olmasa dahi toplum için önemli bir başlık olduğu için bir şekilde dile mutlaka yansıyor.
Yakın zamanda bu konuyu gündeme getiren, ilginç bir çalışmaya denk geldim. Bir deneyde, Türkiye’de bir üniversitede İngiliz Edebiyatı bölümünde okuyan bir grup öğrenciden, bir metni İngilizce’den Türkçe’ye çevirmeleri istenmiş. Orjinal metinde, sadece bir zamir (he/she) yardımıyla metindeki kişinin cinsiyeti belirtilmiş. Türkçe’de böyle bir ayrım mümkün olmadığı için deneye katılanların çoğu şöyle bir çözüm bulmuş; metindeki kişi erkekse belirtilmiyor ancak kadın ise onun cinsiyeti açıkça belirtiliyor (mesela; kadın polis ya da kız çocuğu olarak). Bu örnek çok yaygın bir sınıflandırmayı anlatıyor: Norm olan erkektir; kadın ise onun sapmasıdır. Erkeklerin cinsiyeti yok, beyazların ırkı yok gibi ya da heteroseksüellerin cinsel yönelimi yok…
Aslında gramatikal cinsiyeti olan dillerde de mantık aynı… Genel bir durum anlatırken erkekler için kullanılan adlandırmalara aynı zamanda kadınların da dahil olduğu iddia ediliyor. Yani genel durumlarda erkek biçimi kullanılıyor, kadın biçimi sadece kadınlardan bahsedildiğinde kullanılıyor. Bu şekilde kadınların daha görünmez kılındığı kolayca anlaşılıyor.
Almanya’da bu soruna karşı kadınların yıllardır yürüttüğü mücadele dilin yavaş yavaş değişmesini sağladı. Mücadele devam ederken, birkaç yıl önce bir kadın (bknz:görsel) bu konuda bir dava açtı ve ne yazık ki kazanamadı! Marlies Krämer, bankasının kendisine yazılı iletişimde Almanca’daki erkek formuyla hitap etmesinden şikayetçi oldu; fakat mahkemenin kararına göre Almanca‘daki erkek formu 2000 yıldır kadınları da kapsıyormuş ve bu yüzden şikayet edecek bir şey yokmuş!
81 yaşında olan Krämer vazgeçmedi ve Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu. Gerekirse davayı Avrupa Adalet Mahkemesi’ne de taşıyacak. Verdiği mücadeleyi gereksiz ve önemsiz bulanlar çoğunlukta; sonuçta söz konusu olan sadece birkaç banka evrağı… Ama Marlies Krämer için bunun arkasında daha büyük bir şey var; ona göre dilimiz düşüncelerimizi belirliyor.
Dilin kullanılış biçimleri ve sözcüklere yüklenen anlamlar ile ilgili davalar dildeki iktidarı yalnızca en uç noktasından anlatıyor. Dilin asla tarafsız olmadığını anlamak önemli. Ve tabi sabit olmadığını da. Biz onu her gün konuşarak ve yazarak yeniden yaratıyoruz. Bu sebepten daima değişir dil…
İngilizce‘de bunu açıkça anlatan iyi bir örnek var. Son yıllarda feminist çevreler, bir zamir olan “they“ sözcüğünü, cinsiyet belirtmenin öneminin olmadığı durumlar için sadece çoğul olarak değil aynı zamanda tekil olarak da kullanmaya başladı. Bu değişikliğe karşı elbette büyük bir tepki gösterildi. İngilizce gramerinde böyle bir şey olmadığı, “they” zamirinin çoğulluğunun gramatikal bir gerçek olduğu savunuldu. Fakat daha yakından bakarsak; birkaç yüzyıl önce bu zamirin tekil olarak kullanıldığını ve gramer kitaplarının yardımıyla son iki yüzyıl boyunca onu defedip yerine eril zamirin (he) yerleştirilmeye çalışıldığını görürüz.
Bunun için dili kolektif bir oluşum olarak görmek çok önemli. Anlam kendiliğinden var olan bir şey değil, onu toplum oluşturuyor! Mesela tam da bunu sorgulayan feminist sözlükler gerekli. Bir sözlük ne kadar bilimsel ve geniş veri tabanı temelli bir çalışma olsa da (genellikle erkeklerin yazdığı metinler üzerinden!) her zaman taraflı olacaktır, her görünmeyen kelime bunun ispatıdır.
En baştaki konuya dönersek; gramatikal cinsiyeti olan dillerde “kapsayıcı dil” olarak adlandırılan değişim çabasının iki temel amacı var. Birincisi; kadınları ve başka cinsiyetleri görünür kılmak, ikincisi ise erkekleri cinsiyetlendirmek. Yani her zaman cinsiyetini açıklayarak (aynı kadınlar için uygulandığı gibi) norm olarak bakmamayı, bu şekilde kadınların “öteki” olarak algılanmasının sonlandırılması amaçlanıyor. Aynı zamanda kapsayıcı dil de rahatsız etsin, dikkat çeksin ve düşündürsün. Onun arka planındaki düşünce şu; dilsel alışkanlıklarımızı değiştirirsek sosyal alışkanlığımız de değişir ve böylece ufak da olsa toplumsal bir dönüşüm ortaya çıkabilir. Türkçe‘nin böyle bir aracı olmadığı açık ama yine de başka dilsel seçenekler vardır mutlaka… Açık cinsiyet belirtmeleri buna iyi bir örnek; çünkü “kadın polis” ya da “kadın hakim” gibi ifadeler kullanınca her zaman bir polis ya da bir hakimin hangi cinsiyette olması gerektiğini tekrarlıyoruz … Kadınlar olarak her gün, her alanda sürdürdüğümüz mücadelenin örneklerinden biri. Biz yakışıklı kadınlarız… Devam edelim!
Görsel: Almanya’da dildeki ayrımcılığa karşı dava açan Marlies Krämer