Fem Güçlütürk bitkici. Bitkilerle birlikte yaşıyor. Bitki satıyor. Bitkili hayatı ve dükkanı labofem‘i anlattı. (Röportajın tamamı hemen aşağıda sesli, seçmece versiyonu daha aşağıda yazılı.)
Burası ne dükkanı?
Burası köklü bitki dükkanı. Kendisi çok köklü değil -dört sene olmuş- ama bitkiler köklü. Kesilmiş hiçbir şey yok. Çiçeğe değil, yeşile, bitkinin bütününe ilgi duyanlara hizmet veren bir dükkan. Sadece bitki ve saksı satıyor.
Böyle bir yer açma fikri nereden çıktı?
Satın aldığımız bir dairenin balkonu vardı. Ev sahibi kadıncağız orada çok tuhaf, endemik bitkiler yetiştirmiş. İçinde, hayatımda görmediğim, tuhaf bitkiler vardı, onlar da bize evlat kaldılar. O günden sonra hayatımıza bitkili bir balkon girdi. Onları ne atabildik ne satabildik, oradan oraya bizimle dolaştılar. Sonra dükkanın bahçesini paylaşan bu apartmana taşındım. Bu apartmanın U terası var. Dört bir yandan çok güzel ışık ve rüzgar alan bir yer. Bütün teras ağzına kadar bitkilerle doldu. 20 sene öncesinden söz ediyorum. Apartman sakinleri bana dava açtılar. “Çok su harcıyorsun, depremde teras kafamıza düşecek” diye. Benim sıtkım sıyrıldı, burayı sattık, buradan uzaklaştım. Ama o arada bu binayı almıştım. Burası müştemilat gibi, kendi tapusu olan bir yer. Motorlarımızı park etmek için almıştık, döküntü bir yerdi. Sonra seyahate Kopenhag’a gittim. Airbnb ile sanatçı bir kızın evinde kaldık. Kız o altı ay ışıksız ülkede, üçgen pencerelerin arkasında, karanlıkta, çok güzel saksılarda tohumlar yetiştiriyor. Dedim ki “Ya biz mecbur muyuz çirkin saksılara ve ne olduğunu bilmediğimiz bitkileri alıp alıp öldürmeye?” Ondan sonra da insanlar; aldıkları bitkiler kimdir, nedir, ne ister, ne sever, bunlara nasıl bakarız ve bunları nasıl güzel bir saksıda evimizde barındırırız, anlasınlar istedim. Onun için böyle bir macera başladı.
Eğitim aldınız mı?
Aldım. İngiltere-Avustralya ortak yapımı, kaktüs-sakulent ile ilgili bir ‘online’ eğitim aldım. Nezahat Gökyiğit’te bahçıvanlık eğitimi aldım. Bir de herhalde 50’ye yakın kitabı üçer defa falan okudum.
Bitkileri nereden topluyorsunuz?
Çok utanç verici bir durum ama bu bitkiler tırla yurt dışından büyük seralara geliyor. Hollanda, Belçika, Fransa gibi yerlerden. Ege’de, Güney’de falan üretilen ürünler de var, güzel de ürünler ama sürekliliği biraz daha az. Bazen var bazen yok, biri kısa biri uzun falan. Yurt dışından gelenlerin hepsi aynı tip. Çünkü kapalı alanlarda, biraz şaşırtarak, sanal ışıklarla, hızla üretiyorlar.
Burada daha çok hangi bitkiler var?
Aslında karışık. Her bitkiyi çok seviyorum. Birkaç tanesi özellikle yok. Biri benjamin. Herhalde çocukluğumuzdan beri doktorundan bankasına her yerde olduğu için. Bir ona tahammülüm yok. Saygı duyuyorum ama bulundurmam. Bir de orkide dünyası bambaşka bir dünya. Ben çiçekleri için bitki alınmasından hoşlanmıyorum. Orkideler biraz öyle. Çiçek olmasa kimse yüzüne bakmıyor. Onun için “Çiçekli bitki yok mu?” diyene “Siz yeşilini sevin de çiçek açarsa sürpriz olur” diyorum. Tabii ki çam değil bunlar, hepsi çiçek açıyor, yani. Dolayısıyla burada hem sakulentler hem tropikler hem subtropikler var. Gene anneannelerimizin zamanından bildiğimiz kuşkonmaz da var, her kültürde ayrı bir hikayesi olan paşakılıcı da var.
Saksıları nereden alıyorsunuz?
Ya seyahatlerde topluyorum ya da ürettiriyorum. Çalıştığım gençli yaşlılı beş-altı çok iyi seramik sanatçısı var, onlardan alıyorum.
İnsanlar ilgi gösteriyor mu, satın alıyor mu?
Tabii tabii, internetten de satılıyor, bizzat buraya gelip bayılanlar da var. Yurt dışından; Japonya’dan, İsveç’ten, Hollanda’dan gelenler oluyor. Çünkü çok yayında çıktık yurt dışında, güzel kitaplarda yer aldık. Ama hayat döndürmeye yetiyor mu? Hayır, yetmiyor. Ancak kendi kendini idare ediyor. Buradan bir servet oluşturmak ya da dünyaya açılmak falan söz konusu değil. Kendi yağında kavrulmaya çalışan, ufak bir yer.
Kaktüsgillerin yeniden popüler olmasını neye bağlıyorsunuz?
Bilmiyorum vallahi. Biraz Kuzeyliler bence bunu yönlendiriyorlar. Birtakım bitkileri popüler hale getirip tekrar satışa sunuyorlar. Tekstil gibi bitkinin de modası var. Geçen sene her yerin vitrininden çantalara kadar devetabanı vardı. Ama dünyada yeşile dönük bir hareket olduğu belli. Bir teraryum çılgınlığı vardı, korkunç bir şeydi bence, artık ilkokullara falan teraryum dersleri koyuldu, neyse ki o bitti… Çok grafikler, hakikaten formları çok özel. Bir de çok saygı duyulası. Adam yapraktan buna evrilmiş bir şey. O incecik dikenler yaprakmış aslında. Susuz zamanlarda nemi alıp kendi dibine damlatıyor. Vücudunun girintili çıkıntılı olmasının sebebi, bir tarafın diğer tarafa gölge yapması. Evrimde inanılmaz bir nokta.
Son zamanlarda çok spesifik ilgi alanlarına yoğunlaşan çok insan var sanki. Bu dikkatinizi çekiyor mu?
Çekiyor ve “Allah sonumuzu hayır etsin” diyorum. Kolektif’te bir konuşma yapmıştım, onu dinleyip gelerek buradan cesaret almak isteyenler oldu. “Biz de kendi profesyonel hayatımızdan ayrılıp böyle bir işe girmek istiyoruz, ne dersiniz?” diye. Çok güzel ama birşeylerden vazgeçmek gerekiyor. Bunun maddi olarak karşılığı çok yok maalesef burada.
Nelerden vazgeçmek gerekiyor?
Ben hayatımın daha önceki, profesyonel olarak çalıştığım dönemdeki lükslerinden bayağı vazgeçtim, mesela. Toplantıya üst kattan girdiğim yere, muhaberattan mal bırakmaya gittim. Burayı döndürebilmek için birtakım harcama alışkanlıklarımı azalttım. Öncelikle birtakım güvenlik duygularından vazgeçmek gerekiyor. Ajanslardan çok kaçmak isteyenler var. Çünkü zanaat, tasarım gibi şeyleri seviyorlar ama bir yandan da o ajans dünyasının içinde sefil oluyorlar. Dolayısıyla “Ne için?” diye sorguluyorlar. Orada iyi kazançlar var, iyi pozisyonlar var, hazır yatan maaşlar var. Bütün bunlardan vazgeçip bir cesaretle atılmak gerekiyor. Dolayısıyla çok kolay değil. Bir de tüketme huyumuz var. Birşeyler çok moda oluyor, sonra yok oluyor. Ona dayanabilme cesareti ya da birikimi lazım. Karar vermesi de yapması da kolay değil.
labofem markasını nasıl tasarladınız?
Eski şirketim bernaylafem’de yaptığımız iş marka iletişim danışmanlığıydı. Zaten işim buydu. Hele marka kendinizin olunca kimseyi ikna etmek zorunda kalmıyorsunuz ve daha cesurca “Böyle yapacağım, bunu buraya koyacağım, onu da koymayacağım kardeşim!” diyebiliyorsunuz. İsmini cismini, her şeyini kendim buldum. Kuzenime logosunu tasarlattım. Erkek arkadaşım da web sitesini kurdu. Çok çalıştık. Ben bir buçuk sene 22:00’de yatıp 04:00’te kalktım.
Bitkilerle hissi ilişkinizi nasıl tarif edebilirsiniz?
Saplantılı! İnsanın piramidin üstünde olduğu bilgisiyle büyüdük ama onun yanlış olduğunu insan yaş aldıkça anlıyor. Ben şurada gördüğünüz herhangi bir yaprak bitkiden daha kıymetli ya da daha becerikli değilim. Kim kafadan atmış ki insan daha gelişkindir, daha ileridir diye? Ben onu şu an hiç çözemiyorum. Hepsine ayrı bir saygı ve hürmet içindeyiz. Bu, böcekler için de geçerli. İlişkim sahip olma, besleme, bakma, hoş görme falan gibi değil, bayağı hürmet etme üzerine.