Çocuk sahibi olmak yorucu, çoğu zaman da sıkıcı olmanın yanı sıra geleneksel rollere dönüş anlamına gelebiliyor. İşte bazı annelerin (ve babaların) hata yaptıklarını düşünmelerinin sebebi.

KÜLTÜR

“Bir Tabunun Yıkılışı” – Çocuk Sahibi Olmaktan Pişmanlık Duyanlar

Stephanie Marsh’ın The Guardian‘da yayınlanan yazısının çevirisidir. 

 

Victoria Elder’in evindeki bilgisayarın ekranında bir soru belirdiğinde tarih 2015 Noel’ine yaklaşıyordu. Soru, geçenlerde üye olduğu Quora soru-cevap sitesinden geliyordu. O sıralar Quora hakkında tek bildiği, kullanıcıların “Gangnam Style’daki sarı takım elbiseli adam kim?” ya da “Dünya küp şeklinde olsaydı, yerçekimi nasıl bir farklılık gösterirdi?” tarzında sorularını yanıtlamak için diğer kullanıcıların ellerinden geleni yaptıkları bir yer olduğuydu. Siteyi hem ilginç, hem de bilgilendirici bulmuştu. O öğleden sonraki soru da şuydu: “Çocuk sahibi olmaktan pişmanlık duymak nasıl bir şey?”

 

ABD’nin Louisiana eyaletindeki Lafayette şehrinde yaşayan, pratik ve dobra kişiliğiyle bilinen Elder yazmaya koyuldu. Kendisi 47 yaşındaydı, 17 yaşında da bir evladı vardı, o yazmasın da kim yazsındı?

 

“Bu yalnızca benim hikâyem — başkaları adına konuşamam” diye başladı söze. Soruyu soranın aksine, Elder gerçek ismini kullanıyordu. “Hamileliğini planlamış biri olarak çocuk sahibi olmak için ölüp bittiğimi düşünüyordum. O kadar ki benimle çocuk sahibi olmak isteyen ilk adamla, aklımın bir köşesinde bunun o kadar da iyi bir karar olmadığını bilmeme rağmen, bunu yapacak güçte olduğumu düşünerek evlendim.”

 

Kızını delicesine sevmiyor, üzerine titremiyor değildi. Bana dediği gibi, bu önemli bir ayrım.

 

Kızının doğumundan sonraki iki yıl içinde, Elder’in kocası, dediğine göre önce giderek gözden kaybolmaya başladı, sonra da 2008’de tamamen çekip gitti. Hayatını yoluna koymak ve maddî sorunlarla başa çıkmak için mücadele etmesi gerekse de esas sorun aslında bu olmamış. “Sorun çok daha derinlerdeydi.” Kızının doğduğu gün, o nur topu gibi bebeği kollarına koydukları an, “Bir hata yaptığımı fark ettim, hâlâ da öyle düşünüyorum.”

 

Victoria Elder ve 18 yaşındaki kızı Morgane. [Fotoğraf: Guardian için Daymon Gardner]

Victoria Elder ve 18 yaşındaki kızı Morgane. [Fotoğraf: Guardian için Daymon Gardner]

 

Kızını delicesine sevmiyor, üzerine titremiyor değildi. İlk buluştuğumuzda bana dediği gibi, bu önemli bir ayrım. Mesele anne olma durumuydu. “Analığın kutsallığı meselesi,” diye açıklıyordu Quora’daki yanıtında, “içine bir ölçek gerçeklik konsa hiç fena olmaz. Hislerimden ötürü berbat hissetmenin yanı sıra bende bir sorun olduğunu düşünüyordum.”

 

Yarı-anonim bir internet platformunda böylesi bir itirafta bulunmak pek bir tepkiye yol açmaz herhalde. Sonuç hiç de öyle demiyordu. “Psikoterapi gör,” diyordu 600 yorumdan bir tanesi. “Kendinle dolup taşıyorsun, çok bencilsin; güvensizlik ve suçluluk hislerini hallet ve ebeveynlik yapmaya geri dön.”

 

“İnsanlar annelerin anne olmak istemediğini duymak istemiyor,” diyor Elder. “Sanırım kafalarındaki kalıbı alt üst ediyor.”

 

“Endişeli, benmerkezci, narsisistik, psikopatik bir anne ile bencil, densiz ve sonunda çekip giden bir babanın çocuğundan al haberi,” diyor bir başka yorumcu. “Kızın, senin yanlış tercihlerinden etkilenmemiş gibi görünüyor olabilir, ama inan bana, etkilenmemesi mümkün değil.”

 

Saldırgan yorumlarda bulunmak için klavyeye sarılanların yanı sıra büyük bir iç rahatlaması yaşayanlar da vardı. “Bu çok anlamlı, cesur bir yanıt,” diye tebrik ediyordu bir kadın. “Ebeveyn olmayı sevdiğini söyleyen kim varsa,” diyordu bir başka anne, “ya yalancının tekidir ya da kafası güzeldir.” Oradan bir baba yetişiyordu: hayatı bir “robotunkinden” farksızdı artık.

 

Elder’e soruyorum: Geçmişe dönebilseniz, gerçekten de çocuk sahibi olmamaya karar verir miydiniz? “Kesinlikle,” diyor. Kızı Morgane şimdi 18 yaşında. Hikâyeyi kendi tarafından anlatmak için Morgane’nin benimle konuşmak isteyip istemeyeceğini merak ediyorum. “Tabii,” diyor Elder. “Yarın öğleden sonra bir ara,” deyip Morgane’nin numarasını veriyor.

 

Ne Elder’in ne de kızının benimle konuşmasını bekliyordum. Çocuk sahibi olmaktan pişmanlık duymak bırakın ortalık yerde konuşmayı, belki de hiçbir yerde konuşulan bir konu değil sonuçta. Toplumdaki yaygın kanı, özellikle kadınların çocuk sahibi olduklarında sevinçten göklere uçtukları yönünde. Sosyal medya da bu kanıyı hepten coşturdu: Instagram’daki bebek-sonrası gergin bedenler; Facebook’ta profil resmi yapılan analı-çocuklu selfie’ler; annelik yetişkinliğe geçişten ziyade alternatif bir kimlik haline geldi. Pek çok insan ebeveynliğin metalaştırılmasından ya da iş-yaşam dengesini sağlamanın zorluğundan yakınıyor. Pek çok kişi anneliğin yeniden markalaştırılıp piyasaya modern bir yüzle sunulmasından illallah etmiş olsa da çok az kişi ebeveyn olmaktan duyduyu pişmanlığı açıkça dile getiriyor.

 

Ama sanılmasın ki anonim forumlardan da çıt çıkmıyor. Mumsnet’te “*derin nefes al* çocuk sahibi olmaktan pişmanım” başlığı altında yazışmalar devam ediyor. “Çocuklarım üçle beş yaşlarındayken tüm aile çekindiğimiz fotoğraflara bakıyorum da intihara meyilli görünüyorum, ve öyle de hissediyordum,” diyor kayıtlardan biri. Bir başkası ise: “Bu kadar boktan olacağını tahmin edemedim.”

 

Facebook’ta profilde alnına “SUÇLU MU?” yazılmış bir kadın resmi olan I Regret Having Children (Çocuk Sahibi Olmaktan Pişmanım) diye bir sayfa var. Açıklama kısmında “bu sayfa tüm anne ve babalara çocuk sahibi olmaktan pişmanlık duymanın anormal olmadığını ve bunun bir tabu olmaması gerektiğini duyurmak için var,” yazıyor. Biraz aşağıya indiğinizde “pişman ebeveynlerin çocuklarını evlatlık almak isteyenlere” karşı bir uyarı notu var, ayrıca kullanıcılara “çocuk sahibi oldu diye göbek atmayan anne ve babaları utandırmamaları” söyleniyor. Grubun 5,800 takipçisi var. Konuşmalar ise ebeveynlik artı depresyon, borç harç, aşırı stres, dahası çocuğunla bir bağ kuramamak üzerine.

 

Bir baba şunu paylaşıyor: “5 yaşına basacak bir kızım var. Harika bir çocuk. Hayatının ilk dört yılını çocuk sahibi olmanın pişmanlığıyla geçirdim. Bekâr arkadaşlarımı ya da evli olup da çocuk sahibi olmayan arkadaşlarımı gördükçe kıskanıyordum. Sanki ölmüştüm de önceki hayatımı kaybetmiştim. Çok daha az neşe, seks, uyku ve EĞLENCEnin olduğu yeni bir hayata girdim… Umarım insanlar bu konuyu daha açık bir biçimde konuşurlar. Hislerinden korkmayan GERÇEK insanlara teşekkürler. Çoğu ebeveynin can çekişse de sahte bir gülümsemeyle ses çıkarmadığına inanıyorum.”

 

İnternet dışında da bu konuyu ele alan birkaç yazar var. Corinne Maier Fransız bir psikanalist ve anne olmanın yanı sıra çok satan “No Kids: 40 Good Reasons Not To Be A Mother” (Çocuksuz: Anne Olmamak İçin 40 İyi Neden) kitabının yazarı. Yayımlandığı 2008 yılında kitabın yer almadığı Fransız sohbet programı, kitapçı ya da kişisel kütüphane kalmıyor. Ebeveynler fikri tartışmak için ortaya atılırken Maier, çocuk sahibi olmaktan duyduğu pişmanlığı daha yeni üzerinde taşıyabilen insan selini bir “hareket” olarak tanımlıyor. Kendisi ayrıca BBC’nin dünyanın dört bir yanından hayatları ve çalışmalarıyla ilham veren kadınları seçtiği 100 Kadın’ın 2016 listesinde yer alıyor. Maier’e kendisiyle bir röportaj yapmak istediğimi belirten bir e-posta atıp kitabın bir kopyasıyla koltuğuma kuruluyorum.

 

Maier’in yazım tarzı, tipik ruhsuz, Fransız nihilistliğiyle insanı eğlendiriyor. Ama kimi okurların kitabı neden rahatsız edici bulduğunu anlamak da zor değil: İlk sayfada romancı Michel Houellebecq’ten kalın punto yazılmış şu alıntı yer alıyor: “Çocuk dediğin bir nevi habis, doğuştan zalim bir cücedir.” Bölüm başlıklarından bazıları ise şunlar: Çocuk Bir Çiftin Ölüm Çanıdır; Çocuğunuz Sizi Her Daim Hayal Kırıklığına Uğratacak; Sonucu Ne Olursa Olsun Üremek İstemek Banalliğin Zirvesidir. Birkaç gün sonra Maier sorularımı e-posta yoluyla iletmemi, zira konuşma İngilizcesinin yeterince iyi olmadığını söylüyor ve bana çok daha ilginç konularda (de Gaulle’nin yaşamının Lacanyan bir yorumu gibi), aralarında çok satanların da olduğu 19 kitap daha yazdığını hatırlatıyor. Çocuklar hakkında konuşmaktan çok sıkılmış.

 

Bana geri dönüş yapmasını beklerken Victoria Elder ile biraz daha konuşuyorum. “Gençlik yıllarımda kuzenlerime bakıcılık yaptığım çok oldu, o zamanlar anne olmayı hiç istemedim” diyor. “Derken, birdenbire, 20’li yaşlarımın sonlarında, hiç aklımda yokken çocuk sahibi olma isteğiyle doldum. Benim için tamamen bir şok oldu.” Hamilelik çok iyi geçmiş. Üç gün süren doğum ise tam bir eziyetmiş ve indüksiyonla tamamlanabilmiş. Sonrasında ise “Bu kadar garip bir deneyim olamaz. Bebeği kollarıma ilk koyduklarında ‘Hayır ya! Ben ne yaptım? Çok büyük bir hata ettim’, oldum.”

 

“Bebekle ne yapacağımı bilemedim. Emzirmek istedim ama olmadı.” Elder doğum sonrası depresyonunun işleri daha da zora soktuğunu ancak pişmanlığının depresyondan çıktıktan sonra da devam ettiğini söylüyor. İyimser kalmaya gayret etmiş. “Bu hissin gelip geçmesini umdum.” Geçmemiş.

 

Mesele çocuk değilmiş. “Kızımı seviyorum ve onu en büyük eserim olarak görüyorum,” yazıyor Elder, Quora’daki yazışmada. “Ona bir şey olsa yüzüm bir daha gülmez. Benim suçum onu sevmemek, istememek ya da onda bir sıkıntı olması değil. Çocuk sahibi olmaması gereken biri olmam katiyen onun suçu değil. Ki bu kadar da şahane bir çocuk olması, bende en çok suçluluk duygusu uyandırıyor. Ebeveynliği kotaramadım diye değil, ebeveyn olmak istemiyorum diye.”

 

Elder’in Quora yanıtı, meşhur Amerikan ebeveyn sitesi Fatherly‘de de yayınlandı. Neyse ki, diyor, yazı gerçek ismiyle yayınlansa da Facebook ya da Twitter kullanmıyordu; yazısının bu kadar tartışma yaratacağını düşünmememişti ve tepkilerle doğrudan uğraşmak zorunda kalmadığı için memnundu. Bu geçen yıl Ocak ayında oldu. İki ay sonra ise, bir başka anne, bu kez Almanya’dan, kendi pişmanlıklarını başkalarıyla paylaştı.

 

“Çocuk istemiyordum ama kocamı sevdiğimden ve hamile kalmamın bir yolu olmadığını düşündüğümden denemeyi kabul ettim”

 

Sarah Fischer’in kitabı, Almanca’dan biraz serbest bir çeviriyle Mutlu Anne Yalanı: Sorsalar Baba Olmak İsterdim başlığını taşıyor. Fisher 3 yaşına basan Emma’nın annesi ve kitabı da çocuğuna ithaf etmiş. Elder gibi, kendisinin de bir fotoğrafçı ve Moğolistan’a özel ilgi duyan ödüllü bir yazar olarak başarılı bir kariyeri varmış. Elder’den farklı olarak ise, 30’larının sonunda hamile kalmış ve hâlâ evli, kocası Alexander ile hamile kalmadan bir yıl önce tanışmış.

 

“Kocam evlenmek, çocuk sahibi olmak ve o küçük aile hayatını kurmak istiyordu. Ben istemiyordum ama onu sevdiğimden ve 38 yaşımda hamile kalmayacağımı düşündüğümden denemeyi kabul ettim,” diye  anlatıyor. Fisher evlatlıkmış ve yetişkinlik yıllarının hatrı sayılır bir kısmını biyolojik ebeveynlerini bulmaya çalışmakla geçirmiş. “Gittiğim bir terapist, 37 yaşındayken bana şöyle demişti: ‘Yalnızca kendi çocuğun bu arayış ve özlemi dindirebilir.’ Bu da bir faktör oldu. Kaldı ki hazırlıklı olduğumu düşünüyordum, çocuk sahibi olmanın getirilerini ve götürülerini Alexander’le konuşmuştuk. Arkadaşlarım beni uyarmıştı, ne olursa olsun bütün anneler o geleneksel role saplanır, diye. Ben kendi yolumu bulurum sanmıştım. Ne safmışım.”

 

“Çocuk sahibi olmaktan ilk ne zaman pişmanlık duydum, bir düşüneyim. Kasılmalar başladığında,” diyor Fisher. Ani bir endişe patlaması yaşamış: Ya kocasıyla planlarına sadık kalmayı başaramazlarsa? “İkimizin de çalışmaya devam edeceği, çocukla yüzde 50-50 ilgileneceğimiz ve babanın çalışıp eve ekmek getirdiği anneninse evde durduğu geleneksel rol modellerine doğru sürüklenmeyeceğimiz konusunda doğumdan önce anlaşmıştık.”

 

Sarah Fischer, Emma ile birlikte. [Fotoğraf: Guardian için Frank Bauer]

Sarah Fischer, Emma ile birlikte. [Fotoğraf: Guardian için Frank Bauer]

 

“Ben daha önce hiçbir şeyde başarısız olmamıştım,” diyor. “180 ülkeye seyahat ettim. Madagaskar’da bir ormanda susuzluktan neredeyse ölüyordum. Hint Okyanusu’nda korsanların saldırdığı bir yelkenlideydim. Türkmenistan’da geçirdiğim gıda zehirlenmesi neredeyse hayatıma mâl oluyordu.” Haliyle annelikle başa çıkabileceğini düşünmüş. “Sonraki birkaç yıl içinde yaşananları en korkunç kâbuslarımda bile hayal edemezdim. Sanki bir suç romanında bana komplo kurulmuştu, anneliğin boğduğu kadındım ben.”

 

Fischer diğer annelerle sonu gelmeyen bebek muhabbetleri yapmaktan kaçış bulamadığını anlatıyor. Arkadaşlarının eski ilgi alanlarını ve kariyerlerini “ekmek yapmak, annelik blogları açmak ya da reçel yapmak” için terk ettiklerini görmüş. Emma dört aylıkken yurtdışında bolca seyahat etmesini gerektiren freelance bir iş teklifi almış. Arkadaşlarından destek görmek şöyle dursun heves kırıcı tepkilerle karşılaşmış. “Anne olmaktan daha önemli bir iş düşünemiyorum. Kocan nerede?” demişler. “Ana yüreği evladından ayrı kalmaya nasıl dayanır, ayrıca bu çocuğun gelişimi için elzem bir zaman dilimi. Onunla olman lazım” (“E o zaman nasıl oluyor da babalar tüm o elzem aşamaları kaçırınca bir şey olmuyor?” diye homurdanıyor Fisher. “Ayrıca, beş parasızım.”) “Tamam da bu senin kendi hatan,” demiş kocası da. “Bu senin kararındı.”

 

Çocuk sahibi olmaktan vazgeçmek istiyorsanız, Fischer’in kitabını okuyun. “Annelik tam olarak ne mi?” diye yazıyor ve açıklıyor: “idrar kaçırma, can sıkıntısı, kilo almak, sarkık göğüsler, depresyon, romantizmin sonu, uykusuzluk, aptallaşmak, kariyerde gerileme, seks güdüsünü kaybetme, fakirlik, tükenmişlik ve başarı hissinden ayrı düşmek.”

 

Babalarınsa garip bir ikili rolü olduğunu söylüyor: bir adam ya tek bir bez değiştirdi diye yere göğe sığdırılamaz ya da asla yeterince iyi olmaz; zira en modern, sorumluluk alan, eşit fırsat yanlısı baba bile anneliğin o kutsal imgesiyle yarışmakta zorlanır. Kendinizi onun yerine koyun, diyor Fischer, yani “siz bağımsız bir kariyer kadınına aşık oluyorsunuz, sonra da o kadın yemek-çamaşır-bulaşık dışında bir şey düşünmeyen ya da birdenbire sadece çocukları hakkında konuşmak isteyen bir anneye dönüşüyor, depresyona giriyor, sizi sallamıyor.” Ona göreyse “bir anne doğduğunda, onun eski hali bir kenara bırakılıveriyor.”

 

“Böyle bir şeyin benim başıma gelebileceğini hiç düşünmezdim,” diyor Fischer. “Kişiliğimi niye değiştireyim? Ama anne olan kadınlar annelik rolüne girmeye zorlanırken erkekler bankacı, marangoz ya da doktor olmayı sürdürebiliyor. Hiçbir şey değişmiyor, bir de üstüne güzel bir bonus ekleniyor.”

 

Düşük babalık izni parası ve maaş farkı göz önünde bulundurulduğunda, Fischer toplumun kadınları bu duruma ittiğini iddia ediyor. İşine hemen dönebilmesi çok daha muhtemel olan yine erkek. Ama kızınız daha üç yaşında, diyorum: Emma biraz büyüdüğünde her şey daha kolay olmaz mı? “Şöyle diyeyim, eğer Almanya’daki aile politikaları ilerlerse, cevabım evet. Toplumun genel yaklaşımı daha açık görüşlü bir hâl alırsa, evet. Benim sorunum kızımla değil. O kadar uslu, rahat, zorluk çıkarmayan bir çocuk ki! Annelere mesajım: “Anne olmaktan pişmanlık duyarken çocuğunuzu sevmekte özgürsünüz.”

 

Kreşteki diğer anneler, Fischer’in kitabına ilgi göstermemişler. “Benle konuşmayı kestiler, hatta gözlerini benden kaçırır oldular. Çocuğumu doğum günü partilerine bırakırken bana selam vermemeye başladılar. Yaşadığım yerdeki ebeveynlerin muhtemelen üçte biri benden nefret ediyordu. Çok zor bir dönem geçirdim. İnternetten tehditler almaya başladım, sanki bütün anneler bir yalanın parçası demişim gibi. Ne uyuyabiliyordum, ne de bir şey yiyebiliyordum, ülkeyi terk etmeyi dahi düşündüm. Beni burada tutan, her gün kadınlardan 80 tane teşekkür e-postası almam oldu.” Birden öfkelenerek kendi lafını kesiyor ve diyor ki: “Yıl olmuş 2017, fikrimizi dahi ifade edemeyecek miyiz?”

 

Fisher’in kitabı, Haaretz gazetesinin “çocuk sahibi olmama hareketinin yüzü” olarak tanımladığı, İsrailli sosyolog Orna Donath’ın yürüttüğü bir çalışmayla yeniden gündeme geldi. Annelikten Pişmanlık Duymak: Sosyopolitik Bir Analiz, çocuk sahibi olmaktan duydukları pişmanlığı, üzerlerinde hissettikleri aşırı toplumsal baskıyı ve anneliğe uygun olmadıklarını paylaşan 23 İsrailli kadınla yapılan anonim görüşmelerden oluşuyor. “Yalnız değilmişim!” diye düşündüğünü hatırlıyor Fischer.

 

“Bir tabuyu yerle bir ediyorsunuz: ‘Çocuk sahibi olamayan insanlar varken nasıl bu kadar nankör olabiliyorsunuz?'”

 

Sadece Fischer de değil. “Blogger’lar olarak hemen bu konuya atladık,” diyor, Berlin’den iki çocuk annesi Jessika Rose. Almanca konuşulan ülkelerde #anneliktenpişman hashtag’i gündem konusu oluyor, Donath’ın kitabı da çok satanlar arasına giriyor. Ardından da tepkiler geliyor. Önde gelen köşe yazarlarından Harald Martenstein, çocuklarını ebeveyn olmakla ilgili olumsuz duygularıyla yüzleştiren “annelik nedametçilerinin” çocuk istismarcısı olduklarını yazıyor.

 

“Çok büyük bir tartışmaydı,” diyor Rose. “Bir tabuyu yerle bir ediyorsunuz. İnsanlar ‘böyle bir şey nasıl olur?’ ‘Çocuk sahibi olamayan insanlar varken kendi yaptığınız bir seçim için nasıl bu kadar nankör olabiliyorsunuz?’ diyorlardı.” Rose kocasıyla her ikisi de 20’li yaşlarının başlarındayken evlenmiş ve hâlâ birlikteler. “Çocuk sahibi olmaya kafayı takmıştım, kocam da pek çok erkek gibi ‘Hemen şimdi yapmayalım ya — önce biz biraz büyüyelim’ modundaydı. Ama çocuk sahibi olmamanın bende yarattığı ıstırabı görünce ikna oldu. Sonrasında hamile kalamadım. Tüp bebeğe başladığımda 23 yaşındaydım.” Sonunda, “iki yıl denemenin ardından” Rose hamile kalmış ve bir kız çocuğu dünyaya getirmiş.

 

Jessika Rose kızlarıyla. [Fotoğraf: Guardian için Thorsten Futh]

Jessika Rose kızlarıyla. [Fotoğraf: Guardian için Thorsten Futh]

 

Peki, sonrasında ne olmuş? “Anne olmaya dair çok romantik fikirlerim vardı. Çocuk parkına gitmeye bayılacağımı, her daim sevgi dolu ve anlayışlı olacağımı sanıyordum.” Rose durup uzunca bir iç çekiyor. “Çocuk parklarından nefret ediyorum. Orda durup salıncaktaki çocuğu, hele de çocukları düşmesin diye oradan oraya koşturan helikopter anneleri izlemeyi inanılmaz sıkıcı buluyorum.”

 

İşine tutkuyla bağlı bir müşteri ilişkileri müdürü olan Rose, kendisine dair bazı temel gerçekleri çok geç fark etmiş. “Ben aşırı bağımsız bir kişiyim ve ebeveyn olmak insanı çok yalnızlaştırıyor. Çok yorucu. Nasıl sabırsızlanıyorum, bir bilsen. Ben kendi tempomda yaşamak istiyorum. Gece geç saatte işten eve gelmişim, çocuklar hâlâ ayakta, ya enerjilerinden hiçbir şey kaybetmemişler ya da sarılıp yatmak istiyorlar. O gürültü, çocukların kavga etmesi filan, bunları hiç düşünmemiştim. Kimse de çıkıp size anlatmıyor ki!” Rose’nin teorisi, önceki kuşaktan annelerin çocuk sahibi olmaya dair her türlü olumsuz hislerini “yalnızca hayatta kalmak için” bastırdıkları yönünde.

 

Peki ya kocası bu durumu nasıl karşılamış? Sonuçta ona kafayı yedirten çocukları bir an evvel doğurmak isteyen Rose’ydi. “Kocama gerçekten minnettarım. Bu konuyla ilgili çok konuştuk ve benim nasıl hissettiğimi anlıyor. Anne rolüne kaymaya başladı. İşimin benim için ne kadar önemli olduğunu anlatamam. Onun önceliği çocuklar. Ona kalsa evde daha fazla durup daha az para kazanır, hiç de sorun etmez.”

 

***

 

Andrew G. Marshall, pek çok kitap yazmış İngiliz bir ilişki terapisti. Çocuk sahibi olmaktan pişmanlık duyduğunu doğrudan dile getiren tek bir danışanı bile olmamış. “En büyük tabu bu. Ebeveynlerin bana anlattıkları, katıksız bir dehşet. İnternet, bir çocuğa tapınma kültür başlattı, buna göre saplantılı olmayan her annelik kötü annelik. Ama bir birey olup “hayatımın anlamı ne?” diye sormak ve bu anlamı yalnızca çocuklarda bulmamak da tamamen kabul edilebilir bir şeydir.”

 

Marshall son 10 yılda ortaya çıktığını söylediği “annelik kültü”nden hiç hazzetmiyor. “Eskiden bizi kendimizden kurtaracak olan Tanrıydı, sonradan bu aşk oldu, şimdilerde ise çocuklar. Bu da boşanma çağının bir ürünü. O zamana kadar aşık olmanın sonsuza dek mutlu yaşamak anlamına geldiğine inanabiliyorduk. Biz bu sonsuz aşk mitini test ettik ve yerine bir başkasını koyduk: bizi ilelebet sevecek, mutlu, güvenli ve başarılı hissetirecek olan çocuktur miti.” Çocuğun doğumundan sonra bu coşkunluk halleri gerçekleşmediğinde dile dökülemeyen pişmanlık hisleri oluşabiliyor.

 

Corinne Maier bana uzun, ayrıntılı bir e-posta yolluyor. Çocukların ebeveynlerin hayatını tamamlayacağı fikrinin sorgulanmadan içselleştirildiğine katılıyor. Bir yazar olarak işinin “Belli ki…” ile başlayan düşüncelerle mücadele etmek olduğunu söylüyor. “Belli ki çocuğum benim için en önemli şey. Anneliği hiç sevmiyorum demedim kesinlikle; sadece zaman zaman çocuk sahibi olmaktan pişmanlık duyduğum oluyor. Bu da dünya çapında olay yaratmak için yeterli bir şeymiş. Bir kadının söyleyemeyeceği bir şey yani.” Kadınların artan özgürlüğü ile “iyi” anne olmaları doğrultusunda artan baskı arasında bir uyumsuzluk olduğunun farkında.

 

Kendi çocukları kitabını okumuş mu? İkisi de artık yetişkin sonuçta. “Kızım okudu, oğlumsa okumadı.” Tepkiler peki? “Bence çocuğun, annesinin ona ait olmadığını, kendi hayatı ve arzuları olduğunu, dünyasının çocuğuyla sınırlı olmadığını bilmesi güzel bir şey. Çocuğa kendi karakterini inşa etme özgürlüğünü tanıyor.”

 

Birkaç gün sonra Elder’in kızı Morgane ile konuşuyorum. O annesinin paylaşımıyla ilgili ne hissetmiş? “Aslında çok yayıldı,” diyor. “Anneme yalancı diyen, berbat bir anne olduğunu söyleyen bir sürü insan olunca sinirlerim bozuldu; çünkü annemin nasıl olduğunu ben biliyorum. Şimdi olsa muhtemelen gülüp geçerim çünkü annem harika biri. Hep de öyle oldu.”

 

Annesi Quora’ya yazdıklarını göndermeden bayağı bir süre önce kendisine göstermiş. Ayrıca, Elder’in geçmişteki pişmanlığı üzerine konuşmuşlar ve Morgane annesini anlamış: annesinin kendisini sevdiğini biliyor. Peki Morgane kadınlara çocuk sahibi olmaktan duydukları pişmanlığı çocuklarına açmalarını tavsiye eder mi? “Bence söylemek en iyisi. Pişmanlığınız çocuğunuzu sevmemekten kaynaklanmıyor. Çocuklar gerçekten insanın sinirlerini zıplatabiliyor ve sadece ama sadece kendilerini düşünüyorlar. Bir gün olsun annem beni istemiyor gibi hissetmedim.”

 

Morgane çocuk düşünmüyor. “Bence korkunç bir anne olurdum. Çok narsisistik biriyim; sadece kendimi düşünüyorum.” Onun öncelikleri başka: İyi bir üniversiteye girip kendi işini kurmasını sağlayacak kadar para kazanmak. “Arkadaşlarımın çoğu çocuk istemiyor.” Hislerinden oldukça emin görünüyor – gerçi annesi de onun yaşındayken öyleymiş.

 

İnsan iyi bir ebeveyn olup olmayacağını, çocuk sahibi olmayı seveceğini mi, yoksa ebeveynlikten nefret mi edeceğini nasıl bilebilir? Konuştuğum annelerin hepsi hamileliklerini planlamış ama yine de her biri pişman, hem de bunu hiç beklemezken.

 

Tekrar dünyaya gelseydin ve çocuk sahibi olmasaydın, diye soruyorum Victoria Elder’e, şimdi nerede olurdun?

 

“Tamam,” diyor. “Diyelim ki hamile kalmadım. Üniversiteye çok daha erken dönmek isterdim. Maddî sorumluluklarımdaki farklar ve bekâr kalacak olmamdan ötürü bölümümü bitirip yüksek lisans yapabilirdim. Bir galeri ya da sanat müzesinde küratör olarak iş bulurdum.

 

“Evlenir miydim bilmiyorum ama şimdiki kocamla ilk kocamdan önce tanışmıştım. Belki ona kampüste rastlayıp selam verirdim ve evlenirdik. Çocuk sahibi olmayacağımızdan seyahat etmeye paramız kalırdı. Arka bahçede tavuklar ve keçiler, evde de kedilerimiz köpeklerimiz olurdu.” Tek bir şey hariç, bu tablo şimdiki hayatından o kadar da uzak sayılmaz.

 

 

Ömer Akpınar’ın “kocaya kaçtıktan” sonraki hayatını, yurtdışındaki Türkiyelilerin deneyimlerini topladığı Gurbet Veri Bankası’nı ve çevirilerini Ev Geyi blogundan ve Twitter’da @ev_geyi üzerinden takip edebilirsiniz.

 

Ana görsel: The Cholmondeley Ladies

YAZARIN DİĞER YAZILARI

KÜLTÜR

YŞehir Rehberleri: Ömer’in Amman’ı
Şehir Rehberleri: Ömer’in Amman’ı

Uzun bir aradan sonra Şehir Rehberleri'nde durak Ürdün'ün başkenti Amman: son iki yıldır orada yaşayan Ömer'den!

KÜLTÜR

YBir Entelektüel Tarz Olarak Kalpsizlik
Bir Entelektüel Tarz Olarak Kalpsizlik

Duygusallıktan kaçınmanın entelektüel faydaları ne olabilir?

KÜLTÜR

YReklam Dünyasından Uzman İsimler Pepsi’nin Yediği Haltı Yorumluyor
Reklam Dünyasından Uzman İsimler Pepsi’nin Yediği Haltı Yorumluyor

Akıl almaz derecede berbat reklamlar, onca beyin fırtınasını, toplantıyı, düzeltmeyi ve milyonlarca dolarlık onay sürecini nasıl aşıyor?

KÜLTÜR

YRuPaul’un Drag Yarışı ve Kendini Sevme Sanatı
RuPaul’un Drag Yarışı ve Kendini Sevme Sanatı

RuPaul'un Drag Yarışı, yarışmacıların hayatta kalma hikâyelerini duyma ısrarıyla performansın nasıl güçlendirici olabileceğini gösteriyor.

Bir de bunlar var

Tanısak sever miyiz?
Orange is the New Black: Güçler Savaşı, Güçler Dayanışması
Kadın Mimarlar III: Lina Bo Bardi ve Tarihte Kendine Yer Açmak

Pin It on Pinterest