Güliz Sütçü’nün ilk romanı, erkek egosunun klişelerini ete kemiğe büründürmesi ve neredeyse tanıdığınız bir erkek kahraman yaratmasıyla dikkat çekiyor.

KÜLTÜR

Bir Gurunun Genç bir Adam Olarak Portresi ya da Erkek Egosunun Kuruluşu 

İktidar kahkahayı sevmez; tebasının önünde tir tir titremesini, titremese bile kendisine karşı bir şey söyleyip yapmaya bırak cüret etmeyi aklından bile geçirmemesini ister. Elbette bu iktidarın arzuları, bizlerin ise hala özgür olmak, iktidarın bize dayattığı özne biçimlerinin dışına çıkarak hep birlikte başka bir dünya yaratmak gibi arzularımız var. Ne demişler, insan kusurludur. İktidarın gözünden insanın en büyük kusuru işte bu özgürlük arzusudur. Fakat durun, iktidar bu arzuya da bir cevap verir. “Kölesin sen!” diye bağırmaz her zaman. Seçimlerinin olduğunu, kendini gerçekleştirmek için yolların olduğunu, herkesin kaderini seçimlerinin belirlediğini filan söyler. Özgürlük yok edilmez ama manipüle edilir. Kendini aramaya mı çıktın, işte sana seçenekler; ve ardından “kendini bulmak, ” “kendini gerçekleştirmek” gibi, aslında hepimizin içimizi eriten kavramları sahiplenerek bu kavramları kendi istediği gibi doldururur. Hayır, bir komplo teorisinden söz etmiyorum. Piyasa değerlerinden komşunun değerlerine, asi gençlik sektöründen kendini bulma pazarlamalarına uzanan bir değer silsilesi gibi kurulan iktidar mekanizmalarının bizleri biçimlemesinden ve değerlerimizi oluşturmasından söz ediyorum. Foucault’nun dediği gibi, iktidar sadece bastırmaz, üretir de; öznelik durumlarımızı, bakış açımızı, bizzat bizleri.

 

Kahkaha ise iktidarın biçimlediği değerlere ve özneliklere karşı ters bir adım atmaktır; kendimizi bu değerlerin dışına bir an için atabildiğimiz, ağlanacak halimize gülebildiğimiz bir an. Kahkaha sadece bir başlangıçtır, elbette güzel bir başlangıç fakat kahkahayla yetinirsek, eleştirel bir pozisyona geçerek başka değerler üretme olasılığını yok etmiş oluruz. Sadece “çok akıllıyım ben” diyen, çok bilmiş bir öznenin sinik kahkahasına dönüşür kahkahamız (Okan Bayülgen geldi aklıma, ya sizin?). Kahkaha her şeyi aklamaz, sadece güzel bir başlangıçtır denildiği gibi. Sonrasında eleştirel düşünce ve eylemle devam ettikçe kahkaha öznelik hallerini dönüştüren bir başlangıç haline gelir.

 

Elbette ki bu satırları okurken kahkaha atmadınız. Türkiye gündeminde “oluk oluk kan” tehdidi savuran erkek egemenliğinin en sert hallerine tanık olurken kahkaha atacak halimiz kalmıyor. Kahkaha üzerine düşünebiliyoruz hala ama kahkaha atmayı özlediğimizi de söyleyebiliriz. Böyle günlerde yüzümüzü güldüren şey, dayanışma oluyor. Gündeme inat, yaşasın hayat, diyerek , inadına isyan inadına özgürlük diyerek, özgürlük ve özgür düşüncenin bizlere gümüş tepsiyle sunulmadığınıi bunları söke söke almamız gerektiğini hatırlıyoruz. İşte ben de bir roman okudum bugünlerde, “bir kitap okudum hayatım değişti” gibi değil. Gündem çok sert biraz rahatlayayım diye de değil. İktidarın, eril olduğunu söylemeye bile gerek olmayan iktidarın, bizleri mahkûm ettiği konuların dışında da düşünebilme, yazabilme yetimi koruyabilmek, aldığım oksijenle dayanışmayı besleyebilmek için.

 

Karşıma çıkan roman, bir kadının elinden çıkan ağır bir kara mizahtı. Hoş, bu dünyada kara mizahtan başka hangi mizah kaldı diye sormuyor değilim ama bu kara mizah bana iyi geldi. Yukarıda söz ettiğim, eleştirel düşünceyi tetikleyebilecek bir başlangıç olarak kahkahayı attırabilen kara mizah bir roman. Hiciv edebiyatı. Bir kadının elinden erkek egosunun kurulma klişelerinin ifşa edildiği, bu egonun yıkıcılığını azımsamadan düz (dümdüz!) mantığını ortaya çıkaran bir kara mizah. Bu mizah zihin açıyor, şiddetle dolu gündemin dümdüz mantığını anlamanıza yardımcı oluyor.

 

unnamed1

 

Eser Yerbakar, Nereye Bakar? 

Kahramanımız genç bir erkek, 25 yaşında. Mimarlık fakültesinde asistan ama elbette hem kazandığı paradan şikâyetçi, hem de çok feminist eğilimleri olan kız arkadaşından.

 

Feminist kadınların erkeklerin gözünde nasıl bir klişeyle anlaşıldığını sayfalarca okuyabilirsiniz, kaçırmayın derim. Hülya Avşar kendince boşuna “aman sakin ha, ben feminist değilim” diyerek boşuna konuşmuyor (çirkin kadın mı olsun, maazallah!). Klişelerin hakimiyetindeki dünyada erkek davranışlarının sorgulanması kadınlara “korkunç cadı” yaftasını yapıştırıyor, eh kadınlarımız da “çekici” olmak istediği için hemen feminizmden vazgeçiyor. Klişe dünyasının değerlerini bilmeyen yok elbette, bunların dışında bir şey görmek istediğini söyleyenler olacaktır elbette fakat bu klişe değerlerin aslında nasıl zayıf olduğunu da görüyoruz yazarın akıcı dilinde. Evet bu klişeler, ne kadar tüm erkek toplumunun desteğini alsa da bu klişelerle hareket eden erkekler, kadının ters köşe davranışıyla ne yapacağını bilemez hale geliyor. Eser Yerbakar (erkek kahramanımızın ismi bu) dünyayı yemek ister gibi baksa da, dünyanın sadece onun yemesi için olmadığını görmek zorunda kalıyor.

 

Genç erkek kahramınımız, birçok erkek gibi, hayatta en iyisine layık olduğunu düşünüyor. Çok para ve güzel kadınlar. Evet klişeler ama bu klişelerin erkek egosunun kurucu ögeleri olduğunu kahramanımızda gözlemliyoruz. Komik, basit ama gerçek arzular ve bu kadar. Piyasanın başarı ve başarısızlık değerlerini sonuna kadar emmiş bu genç erkek, şeytanın bacağını kırıp “layık olduğu hayata” kavuşmak için asistanlıktan istifa ediyor. Hoş, şu günlerde üniversiteler korkunç devlet aygıtları haline getirilerek yekpare bir anlayışın hakimiyetine teslim edilmeye çalışılırken, asistan Eser’in bunlarla bir derdi yok. Yazar Güliz Sütçü’nün kara mizahı bir çok yerde “başarı” adı altında pompalanan piyasa değerlerine de yöneliyor. Tek başarı kıstası, kendini gerçekleştirmenin tek yolu varmış gibi bir dünyayı tüm acımasızlığı ve komedisiyle önümüze koyuyor. Ne yani bir Eser mi aptal, asistan maaşına talim edecek ve kolay para kazanmayı istemeyecek? Kara mizahın en etkili olduğu yerler, yazarın Eser’in piyasa değerlerinin harekete geçirdiği “yaşam koçluğu”yla zengin olma hayallerini kurmaya başladığı sayfalar. Piyasanın kolay para imkânı sağladığı, aslında hiçbir başarısı ve becerisi olmayanların yükselme basamakları olan ucuz felsefelerin pompalandığı ucuz eserlerin eleştirisi de acımasızca yapılıyor, elbette güldürerek. Öyle ya, “her şey seninle başlar” dedi diye milyonlar kazanan bir erkeği gördüğünüzde, sizin her sabah erkenden kalkıp işe gitme zorunluluğunuzu sorgularsınız, ama iş ben de kurnazım diye piyasaya daldığınızda pek bir değişiyor. Ucuz birkaç laf bu kadar satıyorsa, hakkı verilmiş yoğun emekle yapılan bir çevirinin o kadar az kazanmasına itiraz edebilirsiniz. Bunun adı sorgulama olur; tüm işi siz yaparken müdürün çok kazanmasını sorgulamak insanı eleştirel düşünceye ve pratiğe yönelttiği ölçüde yararlıdır. Fakat Eser’in o taraklarda hiç bezi yok.  Yaşam Koçu Nurettin kadar kendisinin de akıllı olduğunu düşünüyor (elbette ki haklı) fakat bu akıl piyasada pek de bir işe yaramıyor. Yaşam Koçları gerçek hiçbir şey üretmediği için, onları taklit etmenin bir yolu da yok aslında.

 

Senden büyük piyasa var! 

Genç erkek kahramanımız kolay para için kendine format atıyor. Piyasa öznelliğini giyiniyor, aslında ona uymuyor da değil. Kişisel gelişim merkezini kuruyor, gördüğü ilk güzel genç kadını çalışanı yapıyor vs. Aslında emek harcamıyor değil, guru olmak da ne kadar zormuş diye geçiriyorsunuz içinizden fakat Eser’in göremediği şey, aslında guruların ya da yaşam koçlarının hiçbir şey üretmemesi, dolayısıyla ortada taklit edilecek bir şeyin de olmaması. Hiçi nasıl taklit edebilirsiniz ki? Ucuz birkaç lafın birilerinin elinde para etmesi piyasanın kendisini sorgulatır ancak. Fakat kahramanımız Eser kendi parlak geleceğiyle öylesine kör olmuş durumda ki hiçbir şey görmüyor. Yaşam koçlarının hepsinden daha fazla emek ve enerji harcıyor, harcıyor da ne oluyor? Genç bir erkeğin egosundan, guru olma hayallerinden daha büyük piyasa ve piyasanın dişlileri var elbette. Romanı okuyacaklar için sonunu söylemeyelim ama guru olma yolunda ilerleyen bu kırılgan genç erkeğin kendi egosuyla kör olmuş gözlerini açacak daha büyük güçlerle karşılaştığını söyleyelim. Sonu hazin gibi ama her satırında gülüyorsunuz.

 

Güliz Sütçü’nün bu hiciv romanıyla tesadüf eseri karşılaştım. Yazarın sanırım yayınlanan ilk romanı. Yaşayan kahramanlar ve dinamikler yaratmakta şimdiden usta olduğunu söyleyebilirim. Erkek egosunun klişelerini ete kemiğe büründürmesi ve neredeyse tanıdığınız bir erkek kahraman yaratması ise romanın en güçlü yönü. Romana akşam başlayıp uyku vaktiniz gelene kadar rahatça okuyup bitirirsiniz, best seller dilinin parodisiyle yazıldığı için oldukça akıcı ama elbette ironi ve zekâyla dolu.

 

Gündemin karanlığı içinde sadece kara mizahın bizleri güldürebileceği düşünülürse, bu gülme şansını kendi adıma iyi ki kaçırmamışım. Kara mizah, iyi yapıldığı zaman zihni bileyliyor. Sabah kalktığınızda muzip bir gülümsemeyle işe gidebilirsiniz, piyasanın ve erkek egemenliğin tüm güçlerini devirmeye gücümüz yetmese de piyasa ve erkek değerlerine karşı atılan bir kahkaha bizleri dayanışma için güçlendiriyor. Kadın bir yazar, bize bu gücü el altından veriyor

 

Bir Gurunun Genç Bir Adam Olarak Portresi ya da Erkek Egosunun Kuruluşu, Güliz Sütçü, Kişisel Bitişim, Phoenix Yayınları, 2015.

Ana görüntü: Piet Mondrian

YAZARIN DİĞER YAZILARI

Bir de bunlar var

Şehir Rehberleri: Ayşegül’ün Paris’i
Toplumun en temel biriminden çatışmanın ilk merkezine: Aile
Elfriede Jelinek’in 2004 Nobel Edebiyat Ödülü Konuşması: “İnsana Ne Kalır?”

Pin It on Pinterest