İstanbul’da adını vermek istemediğim özel bir meyhanede içiyoruz. Mezelerin iki set halinde sipariş edildiği uzun ve kalabalık bir masamız var. Buz gidip geliyor arada masa boyunca ve ekmek sepeti… İkili üçlü muhabbetler, yeni gelenlere uzanıp sarılmalar…
Meyhanenin iki tane kapalı salonu var. Birincisinde sigara içilmiyor, ikincisinde ortak karara bağlı olarak ‘içilse de sorun olmuyor.’ Oluyor öyle bazen, özellikle burası gibi garsonları, işleten kişiyi tanıyorsan, sıklıkla gelip gittiğin bir yerse ortak kararlar alınabiliyor. Bizimle beraber toplam üç masanın olduğu bu katta eve döndüğümüzde kıyafetlerimizin sigara kokacak olmasına aldırmayarak yiyip içiyoruz.
Kısa bir sure sonra bir arkadaşımız daha geliyor. Hamile bir arkadaşımız. Bizim masada sigara içenler içmek istediklerinde dışarı çıkmaya başlıyorlar. Arkadaşımız yandaki ikinci masadan da rica ediyor sigara konusunu. Bir süre sonra, bizim masanın diğer ucu, garson ve mekandaki -bizimki kadar olmasın, yine uzunca- üçüncü masa arasında gergin diyalogların geçtiğini farkediyorum. Hepimizin dikkati oraya çekiliyor haliyle ve anlıyoruz ki diğer masa bu kapalı alanda! sigara içememe durumunu kabullenmek istemiyor.
Garsonlar arayı bulmaya çalışıyor, bizim masa arkadaşımızı savunuyor, diğer masa sigara içmek istiyor. Anladığım ve duyabildiğim kadarıyla meyhanede olduklarını, rakının yanında sigara içmek istediklerini, kapalı da olsa burada hep sigara içtiklerini vs söylüyorlar. Ortam gerginleşiyor ve en sonunda şu cümleler çınlıyor. Yok aslında carlıyor: ‘HAMİLEYSEN BURADA NE İŞİN VAR? GİT EVİNDE OTUR. BEN DE HAMİLEYDİM, 9 AY EVİMDEN ÇIKMADIM.’
Hani bazen korkulan olur. İçten içe bilirsiniz, gıcık bir şey yaklaşıyordur, olacaktır, hissedersiniz. Tartışmanın başladığı an ile yukarıdaki cümlenin sarfedilmesi arasında geçen kısa sure zarfında bu lafın ortaya döküleceğini hissetmiştim. Bu kadar klişe bir şekilde mi ifade edilmeliydi, hoş başka türlü olsaydı ne değişecekti bilmiyorum ama olmuştu işte. Yan masadaki hanımefendi çoktan bel altı vurmuştu. Sarfedilen bu cümleden sonra iki seçenek kalıyordu, ya daha da çirkinleşip nereye kadar gidebileceğimizi hep beraber deneyimleyecektik, ya da kendimizi sakinleştirecektik. Egolarımızı şişirdik biraz, üstten bakışımızı takındık, daha fazla uzatmamakta karar kıldık. Hamile arkadaşımız da mekanı terk etti.
Kapalı mekanlarda sigara tüketimi, İstanbul meyhaneleri, insanların birbiri ile iletişim yöntemleri, kavgada bile söylenmeyecek galeyan sözleri gibi farklı alt başlıkların çıkabileceği bu anekdotta benim o günden beri düşündüğüm şey, bir kadının diğerini üç hamlede nasıl harcayabildiği. Hem de belki en fazla empati kurabileceği bir durumu kullanarak, hamileliği.
Arkadaşımız daha doğurmadan anneliği ile suçlanmıştı işte. O zaman en klişe karşılama cümlesinin de yeri geldi: ‘Bunlar daha iyi günlerin! Ohoooo.’ Bunun daha normal doğum-sezeryan tartışmasının içine düşmesi var, yeterince emzirdin mi’si var, yanında mı yatırıyorsun odasına mı koyuyorsun’u, kreşe ne zaman gönderdin’i, ne kadar tv seyrediyor’u, eline telefon verdin mi’si…
Analık, hayattaki hem en şahane hem en korkunç şey olduğundan bir manyaklık, burası kesin. Ama niye yine özellikle analar ve kadınlar birbirlerine bunu yapar, zaten zor olan bir şeyi iyice zorlaştırr, neyin rekabetidir bu? Tam çözemiyorum. İsterdim ki, yan masadan bu cümleyi söyleyen bir erkek olsun. O zaman her şey çok daha kolay olurdu. Erkek işte, bilmiyor derdik, zaten neden bilsin ki ama anlamıyor da derdik, buna kızardık, söylenirdik. Ama bir kadın, üstelik aynı deneyimi yaşamış bir kadın bunu yapınca, -dayanamıyacağım yine sevimsiz klişelerden seçeceğim- sözün bittiği yere gelmiş oluyoruz. (Bu gidişle yazıyı şükür ya da dilek ya da amin sandığımız ama aslında çak bi beşlik olduğu iddia edilen el emojisi ile bitirebilirim.)
Mağduriyet hali heralde diye düşündüm kadının bu tavrı için. Sonuçta Türkiye’de iyi bellediğimiz bir şey. “Ben hamileliğimde eve kapandım, sosyal hayatım hiç olmadı, sonrasında da olmadı, kocam çıktı eğlendi ben evde çocuk baktım, şimdi sıra sende, ben çektim sen de çek. Zaten analık bunu gerektirir. Hem benim gibi çile çekme hem de hamile halinle gel benim iki kuruşluk zevkime mani olmaya çalış, yok öyle, sıra benim, ben nasıl mağdur olduysam şimdi başkalarını mağdur edeceğim”. Ya da içindeki empati yoksunluğundan bir yıldız yaratmak istedi. Kocası ya da sevgilisi bu çıkışı ile onunla gurur duysun, nasıl da püskürttü bir anda koca masayı, hamileyi de eve yolladı desin, sırtını sıvazlasın istedi. Masadaki diğer kadınlara üstünlüğünü ispat etti.
Peki bir yan masa daha olsaydı mekanda? Hayal kuruyorum şimdi. Orada da çocuklarını çoktan büyütmüş, ununu elemis eleğini asmış başka bir kadın olsaydı ve hamileler evde otursun diyen hanıma şöyle çıkışsaydı: ‘Kadın kadın, madem çocuğun var, bu meyhanede işin ne? Ben de çocuk büyüttüm ama büyüyene kadar kendim baktım, sigara da içmedim, akşamları da gezmedim’. Eli arttırıp bir masa daha ekliyorum, iyi bildiğimiz, iktidarını susturup ezmek için kullanan bir baba var burada. Diyor ki “işte bunlar çocuklarına daha doğurmadan yazık ederler, çocukları evde bırakırlar, yaşlarına başlarına bakmadan gezmeye çıkarlar, analık bu değil. Kadınlık hele hiç değil.’
Madem zihnimde bu sözde hiyerarşik masaları kurdum, kaldırabilirim de. Delete. Onun yerine yine bir meyhanede başka bir uzun masa kuruyorum. Kadınlar toplanmışız. Hamileler de var, biri 12. haftasında mesela, biri 34. haftasında, karnı burnunda. Lohusalar var, -canım lohusalar onlar hep omzuma başlarını koysun ben ellerini tutayım istiyorum- emzirenler, o yüzden ‘ben kaya koruğu yemeyeyim, gaz yapıyor’ diyenler, çocuğu olmayanlar var, belki bir gün diyenler, ben sizinkileri severim kendim almayayım diyenler, çoktan çocuğunu büyütmüş deneyimli anneler var, içki içenler, içmeyenler. Yine elden ele gidip geliyor mezeler, buzlar. Muhabbet güzel, dolu dolu kadın muhabbeti. Selfie çekiyoruz birkaç tane, 34 haftalık hamile olan diyor ki, çok kilo aldım arkada durayım ben. Sonra çektiğimiz fotoğraflara bakarken fark ediyoruz ki, 9 ay evimden çıkmadım diyen kadın arkadaşlarıyla bizi izliyor arka masadan. Biraz imreniyor mu ne? Dönüyoruz, siz de gelin diyoruz, köz patlıcan ister misiniz, çekin o sandalyeleri…
Not: ???
Görsel: Judy Chicago,The Dinner Party, 1974-1979.