Eski kitapları karıştırıyorum arada bir. Elime Aziz Nesin’in Akbaba Yayınları tarafından basılmış bir çalışması geçti. 1973’de yayınlanmış Cumhuriyet Döneminde Türk Mizahı. Kapağı da enfesmiş, tasarımı Erkal Yavi’ye ait.
Kocaman bir kitap bu, neredeyse 500 sayfa. Bir sanat olarak mizahı, mizah yazarlığını, Cumhuriyet öncesini de kapsayacak biçimde ele alarak konu ediniyor. Yazarların kısa biyografileriyle ve örneklerle derlenmiş. 56 yazar var kitapta, hepsi erkek, ama konumuz bu değil.
Kısa bir giriş yazısı var hemen başta, bu bölümün başlığı: Bu Kitabın Nasıl Yazıldığına Değgin Açıklama. Ne yazmış olabilir burada yazar? Belki nasıl bir metod izlediğinden, belki ne tür malzeme kullandığından, belki biraz da iddiasının ne olduğundan. Bunlar kısmen var da, bir de mekân bilgisi veriyor, kitap için araştırmayı nerede yaptığından bahsediyor Aziz Nesin. Kitabı nerede yazdığını anlatıyor, hangi koşullarda, çünkü bu yazmaya öyle değer ki. İnsana içli içli bir “ah memleketimiz” dedirtiyor, bir yandan gülümsetiyor da. Bize has mizahın özüne dair daha kitabın girişinde kendiliğinden bir misal vermiş gibi Aziz Nesin. Şartların tuhaflığı karşısında eğlenceden değil de, ne halt edeceğini bilmemekten kaynaklanan bir gülme.
İyi okumalar.
Bu Kitabın Nasıl Yazıldığına Değgin Açıklama
1948 yılında “Aziznâme” adlı bir taşlama kitabı yayınlamıştım. Bu taşlama kitabının ilk sayfasında şu dörtlük vardı:
ONLARA
Zannetme ki dâim bîşekcesine
Siz her anırdıkça huu çeker millet
Alkış beklerken siz eşşekcesine
Verir hakkınızı yuu çeker millet
Zamanın basın savcısı Hicabi Dinç, bu taşlama dörtlüğüyle hükümeti aşağıladığımı iddia ederek aleyhime dâva açmçıştı. Bu ve benzeri suçlardan sanık olanların yargılanmaları tutuklu görülürdü. Tutuklanmam için emir alan polis de beni arıyordu. Büyük geçim sıkıntısı çektiğim o günlerde, cezaevine girmeden önce, tutuklu kalacağım sürece iki çocuğumun geçimini sağlayacak parayı bulmaya çalışıyordum; ondan sonra da polise gidip teslim olacaktım. İstanbul siyasî polisi büyük bir çabayla beni altı ay aradı. (Aziznâme’den ötürü açılan dâvadan, dört ay cezaevinde tutuklu kaldıktan sonra, İstanbul ikinci Ağır Ceza Mahkemesi kararıyla beraat etmiştim.) Polis beni bulamadı. Çünkü o kaçak gezdiğim günlerimi, İstanbul’un genel kitaplıklarında, mizah konusunda çalışarak geçiriyordum ki, kitaplıklar polisin uğradığı, uğramayı akıl edeceği yerler değildi.
1944 yılında gazeteciliğe gülmece (mizah) yazılarıyla başladım. Çalıştığım ilk gazete, o zaman Sedat Simavî’nin çıkardığı Karagöz gazetesiydi. Bu gazetede halk için mizah yazıyordum. Sonra, Zekeriya Sertel’in çıkardığı Tan gazetesinde fıkra yazan oldum. Tan’daki fıkralarımda da gülmecenin (mizahın) ağırlığı belli oluyordu. Mizah yazarı olmak için özel bir çaba göstermemiştim; kendiliğinden mizah yazarı olarak tanınmıştım.Daha sonra, Sabahattin Ali’yle birlikte Markopaşa adlı haftalık mizah gazetesini ve bu diziden, başka adlarla yayınlanan gazeteleri çıkardım. Gazeteciliğe başladığım 1944 yılından, Aziznâme adlı taşlama kitabım yüzünden polisçe arandığım 1948 yılına dek, mizah yazdığım, mizah yazarı olarak tanındığım halde, mizahın ne olduğunu, nasıl olduğunu, nasıl olması gerektiğini, tarihini, kuramlarını, oluşumunu bilmiyordum, bu konular üstünde hiç düşünmemiştim. Siyasî polisin beni aradığı, kaçak olarak kitaplıklarda geçirdiğim o altı ay içinde, ilk olarak, yaptığım işin niteliği ve gülmecenin tarihi üzerinde çalışma fırsatını elde ettim. Genel kitaplıklarda bol bol okuduğum yazma letaif külliyat’larmdan, eski mizah gazete ve dergilerinden çok yararlandım.