IŞİD’e karşı tutum alması için AKP hükümetine yönelik gerçekleşen gösteriler bir anda Kürt hareketi, Hüda-Par, ülkücü çatışması olarak tebarüz etti. Bu çatışma ortamında da AKP muhatap olmaktan sıyrılıp nizamı sağlamaya çalışan “devlet” görümüne büründü.

MEYDAN

YAZI

Bir AKP taktiği: Haklıyı sokakta yenmek

Haklının hakkının sokakta gasp edilebileceği bilgisi AKP’nin Gezi’den çıkardığı en büyük ders. Kobanê protestoları öncesinde, sırasında ve sonrasında bu dersten çıkarılan bilgiler neredeyse harfiyen uygulandı, uygulanıyor. Son günlerdeki olayların esas başlama sebebi olan IŞİD’in Kobanê kuşatması, neredeyse tali bir mesele haline getirildiğinden AKP’nin “algı operasyonunun” son derece başarılı işlediği zannedilebilir. Dahası, kısa vadede bu böyle de olabilir. Ama bu çatışmaların yarattığı yeni toplumsal ayrışmanın tahribatının telafisi epey zaman alacak. Meselenin bu boyutunu ileriki dönemlerde zaten epey tartışmak durumunda kalacağımız için, hadisenin güncel versiyonu üzerine düşünmeye odaklanalım.

 

Temel sorularla başlayalım: Kobanê için yapılan gösteriler nasıl oldu da Kobanê’ye olan dikkatleri azalttı? Neden bir anda Kobanê’den değil Diyarbakır’dan, Muş’tan, İstanbul’dan, Antep’ten haber almaya çalıştığımız bu atmosfere girdik? Bir kere bu “gündem değişikliğinin” kısa vadede AKP’ye yaradığı açık. Dolayısıyla mevcut karmaşa içindeki “karanlık” elin de kime ait olduğunu kestirmek güç değil. Gerek uluslararası koalisyon/kamuoyu gerekse Türkiye’deki Kürtler Kobanê dolayısıyla AKP’yi, söylemsel düzeyde bile olsa IŞİD’e verdiği desteği çekmeye ve dolayısıyla IŞİD’le mücadeleye zorluyordu.

 

IŞİD’i bırak, okul yakana bak

 

Bu tazyikten sıyrılmanın yegâne yolu, Kobanê kuşatmasını görünmez kılacak yeni bir hamle olabilirdi. Üstelik yeni hamlenin hükümetin IŞİD’le münasebeti dolayısıyla oluşmuş toplumsal tepki üzerine inşası pekâlâ mümkündü. Toplumsal tepkiyi oluşturan gelişmeleri hatırlayalım: IŞİD’in elindeki 49 rehineyi, istilacıların Kobanê kapılarına dayandığı sırada, “diplomatik bir müzakereyle”, üstelik Rojava halkına nanik yaparcasına “güvenli olduğu için” Suriye üzerinden teslim almak, on binlerce Kobanêli katliamla karşı karşıyayken aynı gün 49 rehinenin kurtuluşu için Ankara’da bayram ilan etmek, AKP’nin Kürtleri provoke etme, iradelerini kırma politikasının ilk belirtileriydi. Tayyip Erdoğan’ın New York’ta PKK ile IŞİD’i bir tutan beyanatı, bu politikanın en üst mercide işleme konduğunun teyidiydi. Akabinde Yalçın Akdoğan’ın “gücünüz yetiyorsa IŞİD’le baş edin” diyerek Kürtleri, bizzat “Suriye’nin dostları”nın yarattığı bir canavarla baş başa bırakma cüretkârlığının yarattığı infial de AKP provokasyonunun, tahrikçiliğinin bir sonucuydu. Suruç’ta Kobanê halkıyla dayanışmaya gelen sivillerin günlerce gazlanması dizinin başka bir sahnesiydi.

 

Bunların öncesi de var ama yazıyı ayrıntılara boğmayıp devam edelim: Hükümet tahrikçiliğinin, müteyakkız haldeki Kürtler üzerinden kısa sürede acı meyvelerini vermemesi beklenemezdi ve nihayet AKP eliyle gerilen halat koptu. Kobanê protestoları sırasında onlarca insan hayatını kaybederken, AKP IŞİD’le münasebetini, Kobanê protestoları sırasında yakılıp-yıkılan binaların enkazı altına saklamayarak sesini yükseltmeye başladı. Olaylar boyunca Erdoğan’ın “IŞİD-PKK” kıyası için “argümanlar” üretildi. Şengal istilasından beri diken üstünde olan Kürtlerin Kobanê için gösterecekleri tepkiyi kriminalize etmek, PKK-Hüda-Par çatışmasını körüklemek ve bazı grupların tahripkâr eylemlerini işlevselleştirmek için muhtemelen Gezi’de camiye bira kutusu bırakan ak veya karanlık el her kiminse, epey mahir olduğunu tekrar gösterdi.

 

Daha önce de söylemiştik; Türkiye’de hükümeti IŞİD’e karşı konumlanmaya zorlamak barış isteyenlerin vazifesi. Zaten IŞİD karşıtı, insanlık ve barış yanlısı kitleler tam da bu saikle sokağa çıktılar. Gösterilerin başındaki taraflar Kürtler ile AKP hükümetiyken, olayların seyri tarafları ve rolleri değiştirdi. IŞİD’e karşı tutum alması için AKP hükümetine yönelik gerçekleşen gösteriler bir anda Kürt hareketi, Hüda-Par, ülkücü çatışması olarak tebarüz etti. Bu çatışma ortamında da AKP muhatap olmaktan sıyrılıp nizamı sağlamaya çalışan “devlet” görümüne büründü. Böylece AKP’ye, HDP’yi, Kürt hareketini, sosyalistleri vandallıkla, darbecilikle yaftalamak ve sağduyuya davet eden güç gömleğini giymek kaldı. Sonuçta Kobanê destek gösterileri veya AKP’yi IŞİD’e karşı konumlanmaya zorlama çabası korkunç tahribatlara sebebiyet veren bir iç çatışmaya dönüştürüldü. Haklıyı haksız göstermenin, haklının hakkını gasp etmenin en “pratik” yolu “iç dinamikleri” tetiklemekti. Katliamla karşı karşıya olan Kobanêlilere destek verilmesi talebinde sonuna kadar haklı olan kitlelerin ve Kürt hareketinin bu hakkını ustalıkla ellerinden almaya çalışan AKP, çatışmaların seyri üzerinden maharetini gösterdi ve sanık sandalyesinden yargıç kürsüsüne geçti. Yavuz hırsız, ev sahibini bastı.

 

AKP’nin IŞİD desteğinin kanıtları

 

Başa sarıp devam edelim: Başbakan Ahmet Davutoğlu, Cuma günü yaptığı konuşmada (10 Ekim) “Kimse IŞİD’e yardım yapıldığı tezini ispat edemez” dedi. Yalçın Akdoğan ise uluslararası koalisyonla birlikte hareket edilmesi konusunda 24 Eylül’de şöyle demişti: “Kurşun sıkacak mısınız sıkmayacak mısınız başka bir şeydir, askeri olarak işin içinde olmak başka bir şeydir. Farklı yöntemlerle askeri operasyonun içinde yer alabilirsiniz.” Akdoğan’ın açıklamasını Davutoğlu’na bir yanıt olarak okuyalım: IŞİD’e destek vermek için illa YPG’ye silah sıkmanız yahut IŞİD’e silah desteği sunmanız gerekmez; zira “farklı yöntemlerle askeri operasyonun içinde yer alabilirsiniz.”

 

IŞİD’in ihtiyaç duyduğu en büyük destek silah değil, varlığının meşru bir siyasi-toplumsal bağlama oturtulması. Dünyanın en korkutucu devlet veya örgütleri meşruiyet derdi olmayanlardır. IŞİD’in dünyaya karşı bir meşruiyet sağlama kaygısı yok. Ama IŞİD bu meşruiyet zeminini Sünni Arap coğrafyasında, esas olarak da Irak ve Suriye’de bulmak gibi bir kaygıya sahip. Çünkü tamamen harici bir örgüt olan IŞİD’in “devlet” olması için en büyük ihtiyacı belli bir toprak parçası ve elbette bir halk. IŞİD, bazı Sünni Arap kesimleri dışında şimdilik bir nüfuz alanına nail olamayacağını bildiği için de konumlandığı bölgelerde biat eden Sünniler dışında hiçbir insana yaşam alanı bırakmıyor. Ve işte AKP’lilerin beyanatları tam da bu noktada IŞİD’in imdadına yetişerek Suriye-Irak’taki Sünnilere bir mesaj veriyor: “Mazlumsunuz ve IŞİD de bundan türedi.” IŞİD’i sempatik kılmak için daha fazla mesaja ihtiyaç da yok zaten.

 

Diğer yandan AKP, aynı mesajı batıya da veriyor: “IŞİD’e değil, onu yaratan zulme bak!” “Sünni Arapların uğradığı zulüm” ve zulmün bedeli ayrıca tartışılması gereken bir mesele. Ancak siz bu “zulmü” vahşetiyle tüm dünyayı şoka sokan IŞİD bağlamına aldığınız an, IŞİD propagandisti olursunuz. Oysa başta Davutoğlu olmak üzere hükümetin neredeyse tüm üyeleri başından itibaren IŞİD vahşetini, Sünni Arapların uğradığı gadrin dışavurumu olarak lanse ediyor. Ne var ki, bu beyanatlar şu soruya yanıt vermiyor: IŞİD vahşeti Sünni Arap ezilmişliğinin bir dışavurumuysa, Kürtler niye hedefte? Sünni Araplara Kürtler mi zulmetti? Türkiye’deki örgütlü Kürtlere bunun yanıtını veremeyen AKP’nin imdadına Kobanê protestolarını kriminalize eden “karanlık el” yetişti. Nihayet AKP, IŞİD’le münasebetini olaylar sırasında öldürülen yurttaşların üzerinden devşirmeye çalışıyor: “IŞİD’i bırak, Vandallara bak!” Veya Tayyip Erdoğan’ın tabiriyle “Kobanê’nin Türkiye’yle ne ilgisi var?”

 

AKP’nin IŞİD propagandası

 

Bugünlerde en fazla ihtiyacımız olan, hafızayı diri tutmak. Bu bağlamda devam edelim; 15 Eylül’de IŞİD’in Kobanê kuşatması başladıktan dört gün sonra (19 Eylül) 6 bin Kobanêli Türkiye sınırına hareket etti. Sabah saatlerinde sığınmacıların sınırda engellendiği bilgisi geldi. Fakat sayı arttıkça artınca hükümet sınırı kapatamayacağını anladı ve kapı açıldı. Ertesi gün (20 Eylül) Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş ve Yalçın Akdoğan başkanlığında hükümetten bir heyet bölgeye gitti. Ancak heyet Suruç sınırında tepkiyle karşılandı, protesto edildi ve bunun üzerine bölgeden ayrılmak zorunda kaldı. Tabii Suruç Soma olmadığı için de heyetin adamları kimseyi tekmeleyemedi.

 

Heyete yönelik tepkilerin esas sebebi sınırdan geçişler konusunda çıkarılan zorluklar değil, AKP’nin genel IŞİD politikası ve yukarıda da işaret ettiğimiz tahrikçiliğiydi. Devamında Kobanê’yle dayanışmak için günlerce Suriye sınırına biriken Türkiyeli Kürtler gazlı, coplu müdahalelerle karşılaştılar. Sınırın bir yanında IŞİD saldırırken hemen ötesinde de Türk polisi ve jandarması, sivil dayanışma gösterisini bertaraf etmek için şedit önlemlere girişti. Sınıra gidemeyen/gitmeyen Kürtler günlerce bu dramatik sahneleri izleyerek bekledi. Ortaya çıkan algı şuydu: Kobanê’nin doğu, batı ve güney yönünden IŞİD, kuzey yönünden ise Türkiye saldırıyor!

 

Nitekim heyetin başındaki Kurtulmuş, sınırdan ayrıldıktan sonra yaptığı basın toplantısında sığınmacı Kobanêli sayısının 60 bine ulaştığını açıklamakla yetinmedi. Herkesi IŞİD’in Kobanê’yi ilhakına ve muhtemel katliamına hazırlamaya çalışan şu IŞİD propagandasını yaptı: “Bir kere daha ifade etmek istiyoruz ki; IŞİD bir sebep değil sonuçtur. Eğer siz Suriye’de ve Irak’ta halkın büyük çoğunluğunu oluşturan kitlelerin siyasal katılım süreçleri içerisinde olmasını sağlamazsanız, eğer Suriye’de ve Irak’ta her türlü istikrarsızlığın önünü açarsanız ve insanlara kendilerini ifade etme imkânı sağlamazsanız bugün IŞİD’i yenersiniz ama Allah korusun yarın başka bir şey çıkar.”

 

AKP’lilerin bu beyanatları, sanıldığı gibi dünya-âlemi enayi yerine koydukları için değil, Kürtleri daha da tahrik etmek içindi. Daha da açık söylemek gerekirse, hükümet, Kürtlerin Kobanê’yle dayanışma gösterilerini artırması için her türlü zemini hazırlamıştı. Geriye bu zemini kendi lehine devşirebileceği korkunç olayların yaşatılması kalmıştı ki, “zemin” zaten buna müsaitti.
Yazıyı iki hatırlatma daha yaparak kapatalım. PKK lideri Abdullah Öcalan 16 Eylül 2009 tarihinde, “ilk açılım” için şunları söylemişti: “Yol haritasını teslim ettiğimden beri bekliyorum. Son dönemdeki gelişmeler şüphelerimi artırdı. Bu sorun çözülebilir mi? Emin olamıyorum. Biri tutukluyor, operasyon yapıyor, diğeri ‘açılım’ diyor. Bu açılım mıdır, tasfiye midir, tuzak mıdır, sahtekârlık mıdır, çözüm müdür, bilemiyorum.”

 

2009’dan sonra büyük badirelere rağmen Öcalan’ın o meşhur 2013 Newroz’u deklarasyonu Diyarbakır’da okunmuştu. Öcalan’ın mektubunu dinledikten sonra Newroz alanında birtakım görüşmeler yapmıştık. Bianet.org’da yayımlanan izlenimlerimizde o zamanki BDP’nin Kiğılı İlçe Başkanı Sabri Akcan, Öcalan’ın mektubunu şöyle yorumlamıştı: “Fedakârlık yapacağız; ki bugüne kadar Kürdistan halkı o fedakârlığı gösterdi. Bu adım önemli adımdır ama heba olursa, fena olur.” O fena halin sinyallerini Kobanê protestolarının bilançosuyla hep beraber almış bulunuyoruz. Ancak AKP’nin bu bilançodan aynı sinyalleri alıp almadığını önümüzdeki birkaç ay içinde net olarak göreceğiz.

 

Görsel: 7 Ekim 2014, Diyarbakır [Reuters]

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

Bir de bunlar var

AYM’nin soyadı değişikliği kararının ardındaki uzun feminist mücadele
Suriyeli Göçmenler Çocuklarının Adını Neden ‘Türkiye’ Koyuyor?
İsveç Hükümetinden “İmza Öyle Atılmaz Böyle Atılır”

Pin It on Pinterest