Gece yayınına buyrun, süngerli korku hikayesi var. *suratına alttan el feneri tutuyor*

ECİNNİLİK

SANAT

Bikini Adası Işık Almıyordu, Mavisi Çoktu: Squidward’ın İntiharı

Bizim sitenin en sevdiğim taraflarından biri insanın girdiğinde manşette tam olarak ne bulacağını bilememesi, arkasındaki gündem tanımının tamamen amorf olmakta ısrar etmesi. Bazen insanın bunu iyice zorlayası, kadın gündemini kurdele edip hayalci Neptün’ün göbeğine dolayası geliyor. İşte bu yüzden gece yayını yapmaya karar verdim ben de. Bir de bir şeyi oturup çevirmeye vakit ayıracaksan, ya çok iyi yapacağından, ya da sen yapmazsan başkasının yapmayacağından emin olman gerekiyor. Birazdan okuyacağınız Squidward’ın İntiharı isimli “internet şehri efsanesi” olarak sınıflandırabileceğimiz eser de işte bu ikinci gruba giriyor.

 

Aşağıdaki hikayeye Creepy Pasta (Tekinsiz Makarna) isimli korku hikayeleri sitesinden, siteye ise bir gazete haberinden ulaştım. Bir kaç ay önce Wisconsin’de, 12-13 yaşlarındaki iki kız üçüncü bir arkadaşlarını 19 kere bıçaklayıp ormanlık bir alanda ölüme terkettiler. Olay medyada devamlı hortlatılmasına alışık olduğumuz “ergenler kudurdu” galeyanıyla beraber yer aldı. Haberlere göre iki küçük kızın arkadaşlarını bıçaklamalarına ilham kaynağı olan, bu sitede yer alan Slender Man (Uzun Adam) isimli hikayeydi. Slender Man hikayesine biraz bakınca Korkunç Uzun Adam mitinin Creepy Pasta sitesinden çok daha eski, mesela SomethingAwful kadar eski, veya 13 yaşından büyükseniz Stephen King kadar, ya da geriye doğru tek adım gidersek Poe, Lovecraft, Stoker, İncil kadar eski olduğunu görmek kolay. Fakat bunun yanında sitede şapkamı uçuran, bildiğim korku hikayesi janrını hem bugüne taşıyan, hem format olarak zorlayan bir takım örnekler buldum. Minecraft oyununda sıkışıp kalan hayalet gencin hikayesini de okuduktan sonra anladım ki SpongeBob’la büyümüş, Kore korku sinemasını (Amerikan yeniden yapımlarıyla da olsa) sindirmiş, yazın ve medya anlayışı Disney montajları tarafından modifiye edilmiş bir neslin korku hikayesi bayağı hayranlık uyandırıcı bir çabukluk ve kendinden eminlik gösteriyor. Değişen korku öğelerini ve kötülük temsillerini düşünürken birden bu korku hikayeleri normalde düşüneceğimizden çok daha önemli olabilir gibi geldi: Kolları video ve internete uzanıyor ama suyunu gene çocukluktan çekiyor. Uydurma şehir efsanesi türünün bütün başat özelliklerini gösteriyor ama, kendi iç hesaplaşmasını Squidward ve üzücü klarneti üzerinden yapmayı da başarıyor. İnternette konuşurken internet ve internetin yalnızlığıyla beraber koro oluyor, korku ülküsünü dikkat bozukluğu ilaçlarıyla çalkalayıp, vinyetler halinde geri kusuyor. “Artık kağıt yetmiyor” derken aşağıdaki türden bir şeyden bahsediyor olabiliriz. Hikayenin çevirisi aşağıda.

 

 

Baştan söyleyeyim, bunun sonunda bir cevap bulmayı bekliyorsanız hayalkırıklığına uğrayacaksınız. Çünkü cevap yok.

 

2005 senesinde animasyon eğitimim için bir seneliğine Nickelodeon stüdyolarında staj yaptım. Stajım ücretsizdi elbette, stajların pek azı ücretli oluyor, ama eğitimin üzerinde sunduğu bazı avantajlar da vardı. Yetişkinlere öyle pek fazla bir şey gibi görünmeyebilir, o zaman bir sürü genci heyecandan çıldırtacak şeylerdi bunlar.

 

Şimdi ben direk olarak editör ve animasyoncularla çalıştığımdan, bölümleri yayınlanmadan günler önce izleyebiliyordum. Gereksiz detayları atlayıp konuya geleceğim. SpongeBob filmi yeni çıkmıştı ve ekibin tümü yaratıcılık konusunda sıkıntı çekiyordu, sezonun başlama çalışmaları daha uzun sürüyordu yani. Ama gecikme, çok daha üzücü sebeplerden dolayı oldu aslında. Dördüncü sezonun ilk bölümünde her şeyi ve herkesi bir süreliğine askıya alan bir sorun vardı.

 

Ben ve iki başka stajyer son kurgu için baş animasyoncular ve ses editörleriyle beraber montaj odasındaydık. Adının “Yengeç Burger Dehşeti” olması gereken bölümün kopyasını aldık ve izlemek için ekranın etrafında toplandık. Bu bölümler son hale daha gelmediği için animasyoncular kendi aralarında şakalaşmak için bölümlere belden aşağı isimler verirler, mesela SpongeBob ve Patrick’in bir deniz tarağını evlat edindiği “Baybay Midye” isimli bir bölüme “Seks niye işe yaramıyor” ismini yazmak gibi. Aşırı komik şeyler değil de öyle insanı işte güldürecek bir şey. Elimizdeki bölümün başlığının “Squidward’ın İntiharı” olduğunu gördüğümüzde tatsız bir şakadan başka bir şey olduğunu düşünmedik yani.

 

Stajyerlerden biri bölümün ismine şöyle genzinden bir güldü. Her zaman olduğu gibi mutlu mesut bölüm müziği çalmaya başladı. Hikaye Squidward’ın klarnet egzersizi yapmasıyla başladı, her zamanki gibi bir kaç yanlış notaya bastı. Evin dışında SpongeBob’un güldüğünü duyduk ve Squidward durup SpongeBob’a akşam konseri olduğunu, çalışması gerektiğini ve gürültü yapmamasını söyledi. SpongeBob buna okey diyor ve Sandy ve Patrick’i ziyaret etmeye gidiyor. Ekrana baloncukların dolduğu ekran arası geliyor ve Squidward’ın konserinin sonunu görüyoruz. İşte burada bir şeyler garip görünmeye başlıyor.

 

Bölüm oynarken bir kaç kare kendini tekrar ediyor, ama ses çalmaya devam ediyor (bu noktada ses, animasyonla eşleştirilmiştir yani hayır, bu olağan bir şey değildir) ama Squidward çalmayı bıraktığında, ses, atlama sanki hiç olmamış gibi doğru yerden devam ediyor. Kalabalıkta Squidward’ı izleyenler arasında hafif bir fısıldaşma oluyor ve onu yuhalamaya başlıyorlar. Çizgi filmde hep gördüğümüz normal yuhalama değil, içinde kötülüğü duyabiliyorsunuz. Geniş ekranda Squidward görünüyor ve yüzü korkuyla dolu. Ekran izleyenlere dönüyor, ortalarında SpongeBob oturuyor ve o da Squidward’ı yuhalıyor, hiç SpongeBob’luk bir şey değil. Ama en garip şey gene de bu değil. En garibi ekrandaki her karakterin gözleri çok gerçekçi. Çok ayrıntılı. Gerçek insanların gözleri değil, orası kesin, ama CGI’dan biraz daha gerçek bir şey. Gözbebekleri kıpkırmızı. Montaj odasında bazılarımız dönüp birbirimize baktık, kafamız karışmıştı, ama sonuç olarak bölümü yazan bizler değildik ve çocuklara ne kadar uygun olduğunu sorgulamadık.

 

Ekran Squidward’ı yatağının kenarında otururken gösteriyor, çok çaresiz görünüyor. Denizaltı camından gece gökyüzü görünüyor, yani konserden çok sonra değil. Rahatsız edici kısmı şu ki bu esnada hiç ses yok. Gerçekten, sıfır ses. Odadaki hoparlörlerden feedback bile gelmiyor. Sanki hoparlörleri biri kapatmış gibi, ama çalıştığını yeşil ışıklardan görebiliyorduk. Orada oturuyordu sadece, sessizlik içinde, ama göz kırpmasından ekranın donuk olmadığını anlıyorduk. Otuz saniye boyunca öyle oturuyor, sonra hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlıyor. Elleriyle (dokunaçlarıyla) gözlerini kapatıyor ve o halde bir dakikalığına filan daha ağlamaya devam ediyor. Bu esnada arkadan bir ses yavaş yavaş hayata geliyor. Ormanın içinden gelen hafif bir rüzgara benziyor ses.

 

Ekran yavaş yavaş Squidward’ın yüzüne yakınlaşıyor. Yavaş derken şeyi kastediyorum, hareket ettiğini ancak görüntülere on saniye arayla yanyana bakarsanız anlayabiliyorsunuz. Hıçkırıkları daha da yükseliyor, daha kızgın, daha kırgın geliyor kulağa. Sonra ekran bir kere seğiriyor, bir anlığına eğilip bükülüyor sonra normale dönüyor. Ağaçların arasından esen rüzgara benzeyen ses yavaş yavaş yükseliyor, sanki bir yerlerde bir fırtına çıkacakmış gibi gürültü daha keskin oluyor. İşin ürkütücü tarafı bu ses, ve Squidward’ın hıçkırıkları kulağa çok gerçek geliyor, sanki hoparlörün tam arkasındaymış gibi. Stüdyoda ses kalitesi ne kadar iyi olursa olsun, bu kalitede bir ses duymanız mümkün değildir.

 

Rüzgar ve ağlama sesinin altında, çok hafif bir gülme sesi duyduk sonra. Garip aralıklarla duyuluyordu ve asla bir saniyeden daha uzun sürmüyordu, bu yüzden baştan ne olduğunu anlamakta zorlandım. (Bahsettiğim bölümü daha sonra iki kere daha izledik, yani verdiği ayrıntılar çok spesifik geliyorsa kusura bakmayın, ama bunların üzerinde düşünecek zamanım oldu) Sesler otuz saniye daha sürdükten sonra ekran bulanıklaştı, titremeye başladı ve ekranı kısa bir süreliğine bir şey kapladı, sanki tek bir karenin yeri değiştirilmiş gibi.

 

Baş animasyon editörü durdu ve filmi kare kare geri sarmaya başladı. Kareyi bulduğunda gördüğümüz şey korkunçtu. Küçük bir çocuk cesedinin fotoğrafıydı. Altı yaşından daha fazla olamazdı. Yüzü yamru yumru olmuş ve kan içindeydi, yuvasından fırlamış tek bir göz yanağından aşağı sallanıyordu. Bir tek iç çamaşırı dışında çıplaktı ve midesi kesilip açılmıştı, iç organları dışarı fırlamıştı. Bir kaldırım kenarında öylece yatıyordu.

 

İşin en korkunç tarafı resimde fotoğrafçının gölgesi de vardı. Cesedin etrafında ne polis bandı, ne kanıt etiketleri veya işaretleri vardı, zaten açısı da kanıt teşkil etmek için tamamen yanlıştı. Fotoğrafçının çocuğun ölümünden sorumlu kişi olduğu açıktı. Elbette dehşete düşmüştük, ama birazan bunun iğrenç bir şaka olduğunu farkedeceğimiz umuduyla izlemeye devam ettik.

 

Ekran hıçkırarak ağlamakta olan Squidward’a geri döndü, sesi her zamankinden daha yüksekti ve karede sadece vücudu vardı. Gözlerinden yüzüne doğru kan damlaları dökülüyordu. Kan damlaları da oldukça gerçekçi bir stilde çizilmişti, sanki dokunsan kan parmaklarına bulaşacaktı. Arkadaki ses artık ağaçların arasından koşarak geçen bir fırtınanınkine benziyordu, kırılan ağaç dallarının sesini bile duyabiliyordunuz. Derin bir bariton seste yükselen kahkaha artık daha sık yankılanıyordu. Yirmi saniye kadar sonra, ekran gene büküldü ve bir anlığına tek bir fotoğraf gösterdi.

 

Editör geri dönüp kareyi bulmakta tereddütlüydü ama yapmamız gerektiğini biliyorduk, o yüzen geri döndük. Bu sefer fotoğraf küçük bir kızı gösteriyordu, aynı geçen fotoğraftaki kızın yaşlarında. Yüzüstü yatmıştı, saç tokaları yanında, kanlar içindeydi. Onun da sol gözü çıkmış, dışarıdaydı ve sadece iç çamaşırı giyiyordu. Aynı önceki fotoğraftaki gibi burada da ceset sokağın ortasındaydı, ve katilin gölgesi, aynı biçim ve boyda, cesedin üzerine düşmüştü. Kusmamak için kendimi zor tuttum, ve stajyerlerden biri, odadaki tek kadın, dışarı koştu. Bölüm devam ediyordu.

 

İkinci fotoğraf görünükten beş saniye kadar sonra Squidward sustu, bütün sesler de sustu, aynı bölüm ilk başladığındaki gibi. Dokunaçlarını indirdiğinde gözleri, bölümün başındaki kalabalık gibi hiperrealist bir yöntemle yapılmıştı, gerçek gibilerdi. Kanıyorlardı, kan içindeydiler, ve titreşiyorlardı. Squidward izleyicileri izler gibi ekrandan dışarı bakıyordu sadece. On saniye kadar sonra, tekrar ağlamaya başladı, bu sefer gözlerini kapatmıyordu. Ses kulaklarımızı delecek kadar yüksekti, hıçkırıkları çığlıklara karışıyordu. Gözyaşları hızla gözlerinden inerken rüzgar sesi, derin gülme sesiyle geri geldi ve bu sefer fotoğraf en az beş kare kadar göründü.

 

Editör fotoğrafı dördüncü karede durdurup geri sarmaya başladı. Bu sefer fotoğrafta aynı yaşlarda bir erkek çocuğu vardı, aynı şekilde gözü çıkmıştı, fakat sahnede farklı bir şeyler vardı. Büyük bir el çocuğun iç organlarını karnındaki geniş yarıktan çekiyordu. İnanması güçtü, ama bu sahne oynuyordu. Editör beş kareyi birden oynattığında kusmaya başladım. Animasyon ve ses ekibi şoka girmişlerdi. Beş karenin beşi de bir video gibi oynuyordu. Elin iç organları yavaşça çektiğini, çocuğun gözlerinin ele döndüğünü, iki kere kırpıştığını gördük.

 

Baş editör durmamızı istedi, çizgi filmin yaratıcısını çağırmak istiyordu. Bay Hillenburg onbeş dakika kadar sonra yanımıza geldi. Niye çağrıldığını anlamamıştı, editör sadece bölümü oynattı. Bir kaç kare gösterildikten sonra bütün çığlıklar ve sesler tekrar durdu. Squidward gene sadece ekrana bakıyordu, üç saniye kadar. Ekran çabucak Squidward’ın yüzünden uzaklaştı, derin ses ona “YAP ARTIK ŞUNU” dedi ve Squidward’a bir silah uzattı. Squidward silahı aldı, hemen beynine dayadı ve tetiği çekti. Gerçekçi kan ve beyin parçaları arkasındaki duvara dağıldı ve geri sıçradı. Bölümün son beş saniyesi Squidward’ın cansız bedenini yatağında gösteriyor. Yana düşmüş. Dışarı fırlamış tek gözü, yerde kafasından kalanlara dalmış bakıyor. Ve daha sonra bölüm bitiyor.

 

Bay Hillenburg tabii ki çok kızdı. Ne olup bittiğini sordu. Bu noktada insanların çoğu odayı terk etmişti, yani bölümü bir daha izleyecek bir kaç kişi vardı benimle beraber. Bölümü iki kere izlemek beynime kazınmasına sebep oldu ve bugün bile kabuslar görüyorum. Odada kaldığıma pişmanım.

 

Düşünebildiğimiz tek teori çizim stüdyosundan buraya uzanan zincirde birinin bölümle oynadığıydı. Oynamanın ne zaman gerçekleştiğini anlamak için baş teknoloji uzmanı çağrıldı. Dosyanın analizi bölümün üzerine yeni materyal yerleştirildiğini gösteriyordu. Fakat bölümün değiştirildiği saat, bizim izlemeye başlamamızdan sadece yirmidört saniye önceydi. Bütün ekipman yabancı programlar ya da teklemeler var mı diye kontrol edildi, zaman göstergeleri yanlış olabilir mi diye bakıldı, ama her şey yerli yerindeydi. Ne olduğunu bilmiyoruz, bugüne kadar kimse de bulamadı.

 

Fotoğrafların gösterdiği şeyler sebebiyle bir soruşturma da açıldı, ama bir şey çıkmadı. Gördüğümüz çocuklardan hiçbirinin kimliği bulunamadı, fotoğraflardan fiziksel kanıt filan da çıkmadı. Daha önce doğaüstü olaylara inanmazdım, ama başıma bir şey geldiği ve bunu hiçbir şekilde ispatlayamadığım için şimdi her şeyi iki kere düşünüyorum.

 

Nasıl buldunuz? Sonu ne sakin, ne güzel değil mi? Tabii hikayenin kusurları yok mu, sürüsüne bereket. Kendi uyduruklarına parantez bahaneler yetiştirmesi, her paragrafta kendine yeni bir “işin en korkunç kısmı” çıkartması, dildeki tökezlemeler, hepsi acayip bir acemiliğe işaret ediyor elbette. (Peki odadaki tek kadının tırsıp dışarı kaçmasına ne demeli, Sandy duymasın) Sonra her şey yoruma da epey açık, bölüm zorbalığın dikenli ağacını beş farklı kökten yükselerek anlatıyor. Squidward’a konseri sırasında yapılan zorbalık, sonra çocukların katili de Squidward mı, Squidward’a intihar emrini veren derin ses çocukların ve Squidward’ın katili mi, yoksa zorbalığın ve kötülüğün adresi hep tek mi? Her şey bir yana, gıcık klarnetçi Squidward’ın kötülüğündeki yalnızlığı, yalnızlığındaki kötülüğü hiç düşünmüş müydünüz?   İngiliz sanat tarihçisi Alastair Sooke How the Devil Got His Horns (Şeytan Nasıl Boynuzlu Oldu) isimli BBC belgeselinde Batı sanatında şeytan tasvirlerinin zaman içinde, Hıristiyanlığın karşıt bellediği kavram ve figürlere göre değiştiğinden bahsediyor, bugün şeytan olarak bildiğimiz sakallı erkek, keçi gibi sembollerin nasıl Paganların iyi ve sevecen tanrılarından yürütülüp şeytanlaştırıldığını anlatıyordu. Aşağıda Şeytan’ın Batı tarihindeki ilk tasvirlerinden biri olduğu düşünülen, İsa’nın kuzu ve keçiyi, iyiyle kötüyü birbirinden ayırdığı sahneyi gösteren mozaik var.  Sağdaki sinsi mavili bilin bakalım kim?

 

ravenna

 

Yaaa. Bu keçi babasının Şeytan filan olmadığını iddia eden tarihçiler de var. Ama suratındaki ifadeye dikkat ederseniz gözbebeklerindeki o alaycı tebessümü, belli belirsiz trollüğü siz de göreceksiniz. Ravenna, İtalya’daki Sant’Apollinare Nuovo Bazilikası’nda bulunan ve altıncı yüzyılda yapılmış mozaik, şeytanın yalnızca kırmızı giydiği, iyilerin maviler içinde fink attığı dönemin öncesinden, bilakis mavinin ölümsüz bir kötücüllüğün sembolü olduğu zamandan. Aslında mavinin daha derinlikli tonlarına uzun süre bakınca aynı alaycı yan gülüşü, çoğu maviseverin huzur atıflarının arkasına gizlenmiş ters köşeyi görür gibi de oluyor insan. Sağdaki şeytan ya da değil, mavi o yüz ifadesinin rengi yani, çok açık.   Bir de en önemlisi şeytanın, diğer dini figürlerin aksine, iyiliğin tam karşıtı olarak ayakta kalmak ve kendi varlığını anlamlı kılmak için devamlı manen ve cismen değişmek zorunda olduğunu vurguluyordu. Aklıma sıkışıp kalmış, bu değişim mecburiyeti beni çok vurdu, Squidward’ın kanlı gözlerine bakarken de birden aklıma geldi. Şeytanın devamlı değişmesi gerekiyor, yoksa rafa kalkabilir. Hep kendiyle yarış halinde. O yüzden şeytan bugün elinde kamerası ve fotoğraftaki gölgesiyle Squidward (da olabilir), edebiyat yarın Bikini Adası’ndan baloncuklar içinde (de gelebilir).

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

SANAT

YBu Resim Gitmeli Mi?
Bu Resim Gitmeli Mi?

Sanatçı Hannah Black'in siyah bir çocuk cesedini tasvir eden sanat eserinin var oluşunu ve sergilenmesini eleştirdiği açık mektubundan hareketle: "onurlandırmak" ve "lafı ağzına tıkmak" arasındaki ince çizgi nerede durur?

KÜLTÜR

YMary Beard: Gücün İçinde, Üzerinde, Peşinde Kadınlar
Mary Beard: Gücün İçinde, Üzerinde, Peşinde Kadınlar

Cambridge Üniversitesi Klasikler Profesörü Mary Beard'ın konuşması: Kadınlar Antik Yunan'dan bugüne güçle nasıl ilişkilendi?

SANAT

YÖlüm Kadar Ciddi, Küfürlü bir Şaka: Renate Bertlmann
Ölüm Kadar Ciddi, Küfürlü bir Şaka: Renate Bertlmann

Renate Bertlmann, 1970’lerde bir çok çağdaşı gibi 1968’in devrimci atmosferi ve ikinci dalga feminizmin gücüyle kadın bedenini bir kutlama ve devrim aracı olarak yeniden kurgulayan eserler üretmiş.

SANAT

YGüncel Kızlar (1977)
Güncel Kızlar (1977)

Vintage sarısı, yalnızca çözülmüş meselelere, başarıyla alınmış haklara mı değer?

Bir de bunlar var

Büyük Kırmızı Ruj Atlası
Hayatınızdaki Otorite Figürüne Şarkılar
Bilinçsiz Makyaj Belası

Pin It on Pinterest