Ocak 2019’da İskenderun’da gerçekleşen olay hepimizi çok öfkelendirmişti. Evine giderken yolu eski erkek arkadaşı Casim Ozan Çeltik tarafından kesilen Berfin Özek, asitli saldırıya uğramış ve ağır şekilde yaralanmıştı. Kamuoyunun yoğun tepkisiyle karşılanan bu olaya ilişkin İskenderun’da görülen davayı kadın örgütleri de yakından takip etmişti.
Ocak 2020’de sonuçlanan davada öldürme kastının olup olmadığı özellikle tartışma konusu olmuştu. Mahkeme de neticede öldürmeye dair kast olmadığına kanaat getirerek kasten yaralama suçundan hüküm kurmuştu. Davada “asit” silah sayılmış, bu sebeple suçun nitelikli halinin varlığı kabul edilmiş, bununla birlikte ağır neticeye sebep olması sebebiyle ceza artırılmıştı. Sonuç olarak kasten yaralama suçundan 12 yıl, “yanıcı madde temin etmek” suçundan da 18 ay olmak üzere 13 yıl 6 aylık bir hapis cezası kararıyla karşılaşmıştık. Karar istinaf edildiğinden henüz kesinleşmedi. Yani aslında yargılama devam ediyor. Fail de “hükmen tutuklu” konumunda.
Berfin Özek davası, son dönemdeki infaz paketi, yaygın bilinen haliyle “af paketi” tartışmasıyla da gündeme gelmişti. Bu olay hepimizin aklında öyle yer etmişti ki, tutuklu ve hükümlülerin tahliyesinden bahsedilince Casim Ozan Çeltik, “o da mı?” diye sorduklarımızdan biri oldu. Reform paketi hala gündemde olduğundan bu sorunun mutlak cevabını henüz bilmiyoruz.
Mahkemenin verdiği ceza, öldürme kastının yokluğuna karar verildiği için eleştirilerimize konu olmuştu. Bu süreç hala akıllardayken birkaç gün önce Berfin Özek’in Çeltik hakkındaki şikayetini geri aldığının haberini aldık. Berfin’in avukatları ve davayı birinci elden takip eden kadın platformu oldukça sert bir dille artık davayı takip etmeyeceklerini açıklamışlardı. İskenderun Kadın Platformu, daha sonra bir açıklama yaparak davaya yeniden sahip çıktı: “Aile bugün sabah vekâlet verdi. Hukuki süreç devam ediyor. Bundan sonraki süreçte de aile ile sanığın cezalandırılması ve Berfin’in bu süreci sorunsuz atlatması için gerekenin yapılması konusunda yan yana durmaya devam edeceğiz.”
Bu olayın yarattığı kamuoyu tepkisi fazlasıyla derindi. Böylesine acımasız bir eylem için belirlenen ceza hiçbirimizi tatmin etmezken yarattığı toplumsal iz, yeni bir kanuni düzenleme ihtiyacını tartışılır hale getirdi. Öyle ki son dönemde “Af Yasası” olarak anılan yargı reformu paketinin içine bir düzenleme eklendi. Kanun tasarısına göre, eskiden öldürme eylemleri için cezayı artıran “canavarca hisle işleme” hali kasten yaralama için de öngörülüyor. Bu tasarı kanunlaşırsa bu türden olaylarda verilecek ceza, eşe karşı işlenen yaralama, silahla yaralama gibi diğer nitelikli hallere göre daha fazla olacak. Bu noktada, ceza miktarlarının artırılmasının değil, ancak suçlulukla mücadelede sistemsel anlayış değişikliklerinin gerçek çareler üretebileceği şerhini düşmüş olalım.
Berfin’in Şikayeti Toplumsal Bir Olay Mıdır?
Berfin’in şikayetini geri aldığının açıklanmasından sonra deyim yerindeyse toplumsal bir infialle karşılaştık. İddiaya göre Berfin, Casim Ozan Çeltik’i affetmişti ve onunla yeniden beraberlik yaşamak niyetindeydi.
Bunu duyduktan sonra herkes başka bir yerinden tuttu olayı. Akıllarda şöyle bir basmakalıp senaryo canlanıyordu: “Şiddete uğrayan kadın, yaşadıklarını unutmuş, yine şiddete uğrayacağını bile bile ilişkisine dönüyor!” Berfin’den avaz avaz hesap soranlar mı dersiniz, “olacaklar müstahak” diye feryat edenler mi. Berfin’in tavrından “siyasiler bile seferber oldu!”, “en iyi cerrahlar ücretsiz ameliyat etti!” diye şikayet edene bile rastladım. Bu topyekûn mücadeleye “layık olması” gerekiyordu Berfin’in. Asla geri adım atmaması, bir an bile tereddüt etmemesi. Onun için ne büyük fedakarlıklar yapılmıştı!
Bu türden yorumları okurken tüylerim ürperdi. İnsanlar sosyal medyadan gösterdikleri tepkilerin, tanımadıkları biri için duydukları üzüntünün adeta hesabını soruyordu. Üstelik ne yaşanan acılar yok olmuş, ne olanları geri almanın veya bir daha tekrarlanmamasının bir yolu bulunmuştu. Bir diğer grup da Berfin’in Çeltik’in tahliye olmasından duyduğu kaygıyla bu adımı attığına karar verdi. Bu bir kendini koruma mekanizmasıydı, başka çaresi yoktu.
Elbette kimse kendini şiddetten hayatta kalanın yerine koymamıştı. Bu mümkünse tabii. Böyle bir yöntem izlense de ulaşılacak sonuç, hiç tanımadığımız biri adına varacağımız önyargıdan öteye gidebilir mi? Yine de kitleler halinde verilen desteğin ne denli koşullu, empatiden yoksun ve olayların gerçekliğinden uzak bir yerde durduğunu açıkça görmüş olduk.
Berfin’in gerçekte neler hissettiği ve bu kararı nasıl aldığı bir yana, geri aldığı şikayetinin bu olayın toplumsal yanını ne denli temsil ettiğini yeniden düşünmemiz gerekiyor.
En başta şunu belirtmek lazım: Harika işlediğini iddia etmesem de, içinde yaşadığımız hukuk düzeni bu olayla ilgilenmek için Berfin’in şikayetini şart koşmuyor. Bu, hiç şikayet olmasa da kamu adına devam edecek olan bir yargılama. Yani kanun yolu (yaygın bilinen haliyle itiraz) süreçleri devam ettiği için aslında devam eden bu yargılama, geri alınan şikayetten doğrudan etkilenmeyecek. Buna rağmen, geri alınan şikayetlerin ceza hakimleri üzerinde psikolojik bir etki yarattığını da inkar edemeyiz. Neticede toplumsal adaleti yerine getirmeye çalışan, vicdani kanaatlerine göre karar alan bu hakimler, kanunu uygulamanın yanında taraflar arasındaki husumetin güncelliğini ya da mağdurun süregelen psikolojik durumunu da elbette bir nebze olsun hesaba katıyor. Yani Berfin Özek davasında, şikayetin geri alınmasının usulen doğrudan etki yaratan bir sonucu olmasa da yargılamada hiçbir etkisi olmayacağını söyleyemeyiz.
Burada öyle bir olayla karşı karşıyayız ki şikayetin geri alınmasına dair her türden sosyal medya platformunda binlerce gönderiyle tepki veriliyor. Oysa ceza hukukunda “şikayet” kişiye sıkı sıkıya bağlı bir haktır. Yani kanunen beni temsil etmiyorsa kimse gidip benim adıma birinden şikayetçi olamaz. Kişilik haklarıyla sıkı sıkıya bağlıdır bu durum. Şikayet, faili yargılayan mahkemenin adaleti tesisinde resmi bir taraf olmak anlamına gelir. Bir eylemden zarar görüp görmediğini ve mahkemece tesis edilecek adalete duyduğu ihtiyacı ise bütüncül varlığıyla ancak eyleme maruz kalan kişi belirleyebilir. Yani şikayet “kişiseldir”, özel yaşam alanıyla derin bağları vardır. Ancak serbest iradeyle gerçekleşmediğine dair bir şüphe ortaya çıkarsa geri alma toplumsal tepkiye açık hale gelebilir.
Vurgulamak lazım ki şiddetten hayatta kalanın toplumsal destek görmesi, tıbbi destek alması, politik figürlerin davayla ilgilenmesi, davanın çok konuşulması, hatta yarattığı etkiyle kanunu değiştirmesi dahi şikayetin kişiselliğini ortadan kaldırmaz.
Peki bu türden bir yargılamaya “kamu adına” devam etmenin anlamını biraz daha sorgularsak ne bulabiliriz? Diğer bir deyişle biz, bir kişiden vicdanen şikayetçi olmaya kitleler halinde devam edebilir miyiz? Cevap aslında evet.
Mücadele ettiğimiz, tek bir fail değil erkek egemen düzenin, patriyarkal şiddetin ta kendisi ise yapmamız gereken bu yargılamanın “kamu adına” deyimiyle temsilini yakından izlemektir. Müstakil bir eylemle ilgilenmediğimizi, şiddet faillerini yetiştiren sistemle bütüncül bir mücadelemiz olduğunu unutmamak gerekiyor. “Kamu adına” devam eden bir dava tam olarak bu kaygılarla ilgilidir. Çünkü bu durumlarda muhakemenin mağduru “ben artık mağdur değilim” dese bile toplum adına sorgulanması gereken bir şeyler hala vardır. Yargılamayı tam olarak buradan tutmaya, bunun bizi ilgilendirdiği yönüne, faili yaratan patriyarkal düzenin işleyişine odaklanmaya ihtiyacımız var. Zira toplumsal tepkimizle şiddetten hayatta kalanların ikincil mağduriyetler yaşamasına, destekten yoksun kalmasına ve baskı altında hissetmesine hiçbirimizin ihtiyacı yok.
Berfin Özek davası devam edecek. Zaman geriye akmış, yaralar yok olmuş gibi devam etmeyecek. Dün kaldığı yerden devam edecek. Belki gösterilen iradeler yine değişiklik gösterecek, belki bambaşka yollara girilecek. Bizse Berfin’i yargılamak yerine, ne olursa olsun şiddetin yarasını sarmaya, şiddeti yaratan sistemle mücadele etmeye devam edeceğiz.
Ana görsel: Florine Stettheimer, ”Perseus, Dragon ve Andromache” 1912..