Mahremiyetim, bedenim, öz ve kişilik haklarım, trans olarak açıldığım an elimden alınıyor.

MEYDAN

Benim Bedenim, Benim Kararım Mı?

Başlangıcından bu yana, kadın hareketinin temel taleplerinden biri beden otonomisi yani kişinin kendi bedeni üstünde nihai söz sahibi olmasıdır. Kürtaj yasalarıyla kadının kendi bedeni üzerindeki söz hakkını elinden almak, doğuran/doğurgan kadını makul kadın şeklinde tarif etmek ve annelik  üstünden aslında mizojinist politikalar üretmek cinsiyet ayrımcılığının biyoloji temelinde işletildiği alanlardır. Kadının üremesi üstüne söz söyleme yetkisini kendine isteyen, bunu takıntı yapan ataerkil düşünce ve sistem bu açıdan biyolojiyi, kendini ve iktidarını  meşrulaştırmak için kullanır.

 

Mesela Amerika birleşik Devletleri’nde  siyah ve yerli kadınlara yıllar boyu zorunlu kısırlaştırma uygularken, ırkçıların baz aldıkları şey de öjenik bir biyolojiydi. “IQ” gibi terimlerin ırka, etnisiteye, cinsiyete dayalı tanımlamaları, kişinin anne ve babasının fiziksel özellikleri (ten rengi) kadar yetenek, ahlak ve kapasitelerini de kalıtımsal olarak  devralacakları, bu nedenle beyazlara karşı, siyah ve yerli kadınların eyalet destekli histerektomi ameliyatlarına zorlanması biyolojinin kadınların aleyhine kullanılmasının en vahşi örneklerindendir. [1] 

 

Bugün aynı Amerika Birleşik Devletleri’nde  kadın düşmanları siyasal Hıristiyanlık altında Teksas eyaletinde kadınlara kürtaj desteği veren doktorundan, hemşiresine, herkesin tutuklanmasını yasalaştıran düzenlemeleri meclislerinden geçirmeyi başardı. Dünyanın pek çok yerinde kürtaj yasağı sağ popülist hükümetler altında yeniden gündeme geliyor. 

 

Makul kadınların sürekli üremesi istenirken (en az 3 çocuk), makul görülmeyenlerin ebeveynlik hakkının elinden alınması, ataerkinin üremeyi bir güç cephesi olarak gördüğünün kanıtı. 

 

Bugün bir trans kadın olarak ben de sağlığım ve mahremiyetim gözetilmeden, devlet babanın öjenik fikirlerine bağlı bir ürememe dayatmasıyla karşı karşıyayım.  Annelik ihtimalime göz diken bu politikaların kadınların kendi bedenleri üzerindeki söz hakkına müdahale eden politikaların bir devamı olduğu çok açık. 

 

Yasal ve bürokratik olarak transların uyum sürecinde kullandıkları hormonlar ve geçirdikleri ameliyatlar, bireysel olarak ihtiyaçlarına uygun bir şekilde belirlenmiyor. Devletin kendi ikili-cinsiyet sistemini korumak için, toplumsal düzende trans erkek babalar ve trans kadın anneler olmasın diye belirleniyor.  Yüksek maliyetler ve uzun süreçlerle kişilerin caydırılması üzerine yürütülen bir dizi politika izleniyor.

 

Bu zihniyet, makul bulduğu cis kadınların üremesini isterken toplum düzenine uymayan diğerlerinin kelimenin tam anlamıyla “azalarak bitmesi” üstüne nüfus kontrolüne soyunmuş durumda.

 

ABD’li transfobik eleştirmen Janice Raymond’un “The Transsexual Empire” adlı kitabında, transların yavaşça toplumdan silinmesi için sosyal alanlardan dışlanması, sağlık hizmetlerinden mahrum kalması gerektiğini söylediğini biliyor muydunuz?  Üstelik  kimliğin bu şekilde yavaşça yok edilmesi için yol haritası çizerken,  bir de “feminist” olduğunu iddia ederek  ayrımcılığını ve nefretini feminizmin arkasında meşrulaştırmaya çalışıyor.  Bir azınlığın bedenleri üzerinde böylesine politikalar üretmenin, zamanında azınlık olan görülmüş (siyah, yerli vb.) kadınlara uygulanan zorunlu beden politikalarından farkı nedir?

 

“Benim bedenim, benim kararım” kesişimsel ve de kapsayıcı bir feminist söylem. Keza kadınların bedenleri ve otonomileri tartışmaya açılamaz. Peki neden bugün bir tür feminizmin arkasına saklanan transfobikler, faşistler ve sağcılar, muhafazakarlar ittifakı bizim bedenlerimizi dillerine pelesenk ediyorlar?



Yalnızca trans kadınlardan bahsetmiyorum çünkü biyoloji tartışmalarının/dayatmalarının vardığı nokta cis kadınların, interseks kadınların, trans erkeklerin de kromozomlarına, cinsel organlarına, nasıl ürediğine müdahle ediyor; kadınlığın tekrardan üreme üzerinden tanımlandığı bir noktaya bizi çekmeye çalışıyor. 

 

Sadece transfobi yaparak kendilerine popülerlik devşiren  erkek figürlerin(örn. Graham Linehan ve Dave Chappelle) transfobiden  para kazanır hale gelmiş olmaları da  ilginç bir dinamik. Cis erkeklerin, trans kadınları ve bedenlerini hedef tahtasına koyup saldırması ve bundan kazanç elde etmeleri, feminist bir pratik olarak nasıl kabul görebilir? Asıl bu erkeklerin, transfobi üstünden feminizmde söz sahibi olması, feminist alanların işgali olarak yorumlanması gereken şeydir.

 

Benim bedenimin niye herhangi bir kutsallığı yok? Trans bedenler üstünden neden böylesine objeleştirici, insanlıktan uzaklaştırıcı bir tartışma sürüyor? Ben trans tecrübesine sahip olduğum için hangi hakla başkaları, hukuki insan haklarımı tartışmaya açmayı uygun görüyorlar?

 

Mahremiyetim, bedenim, öz ve kişilik haklarım, trans olarak açıldığım an elimden alınmakta.

 

Devlet ve tamamen önyargıyla hareket eden toplum yetmezmiş gibi, bir de akademik ya da sahte bir feminist kimlik arkasına saklanmış bir grup, benimle diğer kadınları karşılaştırıp kimin daha “dişi” olduğu üzerine bir tartışma yürütebiliyor. Ve bu tartışma üzerinden benim evrensel insan haklarıma müdahele etme hakkını kendilerinde görüyorlar. 

 

Burada tartışmaya açılan yalnızca trans kadınların bedenleri değil, cis ve interseks kadınların, gender non-conforming insanların hayatlarının üstünde de toplumsal bir yasama ve yürütme yetkisi erkek düzenin eline teslim ediliyor. Bunu görmek gerçekten bu kadar zor mu?

 

Transların hangi tuvaletleri kullanabileceğini, hangi sporlarda yarışabileceğini düzenleyen yasaların muhafazakar hükümetler tarafından art arda geçirildiğini görüyoruz. Sonuç? Yalnızca translar değil, boyu uzun olan cis kadınlar, maskülen kadınlar bile tuvaletlerde tacize uğruyor. Sporcu genç kızlar zorunlu “kromozom” testlerine sokuluyor. Makul olmayan kadınların bedenleri üzerinde resmi bir devlet kontrolü yerleşiyor. [2]

 

Ve bu düzeni savunanlar bunları “kadınları korumak” için yaptığını söylüyor. Devletin ve de toplumun eline bir “korumacı baba”, “kızına sahip çıkan baba” rolünün, paternalistik yetkinin geri verildiğini görüyoruz.

 

Toplumsal cinsiyet karşıtı grupların, siyasal hristiyan lobilerin transfobik oluşum ve örgütleri desteklemesi şaşırtıcı değil. “Öz” olarak erkeği ve kadını ayrı gören, kadını annelik üzerinden evde oturup yuvasının devamlılığını sağlaması  gereken makul “melekler” olarak kodlayan, kadınlığa  narin, korunması gereken kar taneliği yakıştıran bu mizojinistler güçlü bir ittifak içerisindeler bugün. 

 

Örneğin trans kadınların bedenleri üzerinden yürütülen tartışma, kadın üremesi üzerinde tekrardan söz sahibi olmak isteyen muhafazakarlar için de alan açıyor. 

 

Bu noktada kesişimsel feminizmin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha görüyoruz. Irk, etnisite, cinsiyet yönelim ve tecrübesi, sosyo-ekonomik sınıf gibi farklı kimlik pozisyonlarından gelen kadınların, bu farklı kimlikleri yok saymadan birbirlerini gözetmelerinin ve desteklemelerinin, dayanışmayı  arttırmanın önemi ortada.

 

“Benim bedenim, benim kararım” kürtajı yasaklamak isteyen, zorunlu ameliyatlarla kadınları kontrol etmek isteyen tüm ataerkil iktidarlara karşı güçlü bir slogan. Trans kadınların da bedenlerinin bir mahremiyeti var. Trans kadınlar da kendi bedenleri üzerindeki söz hakkını kimseye vermeyecek!

 

Neden ve nasıl, devlet bir hakim nezdinde, kimin makul, kimin kadın olup olmadığına karar verebiliyor? Bir hakimin bir kimsenin kadınlığının yeterli olup olmadığına dair hüküm yetkisine sahip olduğu bir ülkede, toplumsal cinsiyet eşitliğinden nasıl bahsedebiliriz?

 

Feminizm toplumsal ve kişisel haklarımızı, biyoloji üzerinden tartışmayı bırakalı çok oldu. Bugün kadın ve erkeğin fıtrat olarak ayrı olması fikrini eşitlik karşıtı politikalar üretmek için kimler kullanıyor, özün değişmez ve kesin olduğunu söylüyor, kimler kadın düşmanlığı için temel alıyor, hepimiz biliyoruz. Fakat ne derlerse desinler, insan haklarımız, bedenimiz, mahremiyetimiz ve hayatımız bize ait.

 

Trans kadınların uyum süreci dahilinde geçirdikleri ameliyatlar, kendi ruh sağlıkları ve iyilikleri için olmalı; hukuki haklarımızla bedenlerimizin mahremiyeti ayrı tutulmalıdır. Hormon ve diğer tıbbi süreçler ulaşılabilir olmalı ve de her zaman öznenin iyiliği düşünülmelidir. 

 

Çünkü  benim bedenim, benim kararım!

 

 

 

Görsel: Louise Bourgeois

 

 

[1] Şu iki kaynağa bakılabilir: UNWANTED STERILIZATION AND EUGENICS PROGRAMS IN THE UNITED STATES; “Forced sterilization policies in the US targeted minorities and those with disabilities – and lasted into the 21st century

 

[2] Haberler şurada: “This Woman Was Allegedly Harassed in a Restroom Because Someone Thought She Was Transgender“; “Butch lesbian opens up about ‘increasing harassment’ she faces when she uses public toilets“; They Thought I Was a Boy’: Short-Haired Girl Barred From Soccer Tournament

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

MEYDAN

YOtomatik Cinsiyet: Yüz Tanıma Sistemlerinde Cinsiyet Problemi
Otomatik Cinsiyet: Yüz Tanıma Sistemlerinde Cinsiyet Problemi

Mevcut teknoloji ve yasalar çerçevesinde Yapay Zekâ sistemlerin gerçekten 8 milyar insanın bilgisini tutması, yeniden üretmesi olanaksız. Dolayısıyla bu sistemler, ellerindeki kısıtlı veriye ve o programı/makineyi kuran ekibin dünya görüşüne mahkûm olacaktır.

Bir de bunlar var

Korona Günlerinde HIV Damgalamasını Hatırlamak
Cumhur İttifakına Kadınsız Camiler Lütfen
Bir fotoğraf karesinde çocuk işçiliği

Pin It on Pinterest