Bebeğim doğalı on beş gün olmuş. Onu üzerime giyinip her gün mahalledeki parka gidiyoruz, hem bana hem ona iyi gelsin diye. Bedenimin kamusallaşmasına hamileliğim boyunca alışmışım (göbeğime rızamı almadan dokunanlar, ellerimin ayaklarımın şişeceğini söyleyenler, cinsiyet tahminlerinde bulunanlar ve daha niceleri) dolayısıyla bebeğimle ilgili olası yorumlara az çok hazırlıklıyım: “Üşüyor bu çocuk”, “bunalıyor bu çocuk”, “aç bu çocuk” vesaire. Dış dünyaya çizdiğim sınırlar bir bir ihlal edilirken bu sözlere kulak tıkamayı da birkaç gün içinde öğreniyorum.
Bu günlerden birinde torunuyla parka gelmiş 60’larında olduğunu tahmin ettiğim bir kadın emzirip emzirmediğimi soruyor. Bu da sık merak edilen konulardan, ihlal edilen kişisel sınırlardan biri. El alem meclisindeki doğru yanıtı “Emziriyorum, hiç mama vermedim”. Memelerimin yara bere içinde olduğundan, emzirmenin benim için çok sancılı olduğundan, ağlaya ağlaya emzirirken bir taraftan kızıma “Bu ağlamamın seninle bir alakası yok lütfen emmekten vazgeçme” diye fısıldadığımdan hiç bahsetmiyorum. Cevabımın, içinde bulunmaktan hoşlanmadığım bu diyaloğu sonlandıracağını umarak sadece “Evet” diyorum. Kadın, bu yanıttan hiç hoşlanmıyor (bunu beklemiyorum) bir iki saniye düşünüp ekliyor: “Şimdi güzel geliyordur ama memeden keserken çok zorlanacaksın benden söylemesi.” Yere düşmüş birine son tekmeyi atmak isteyen birinin bakışı var gözünde. Hiç bir şey demeden oturduğum yerden kalkıyorum, ağlayarak eve yürüyorum.
Lohusalık geçip biraz kendime gelince, duyduğum bir çok yorumu unuttum ama o kadının bana bunu neden yaptığını düşünmekten kendimi alıkoyamadım. Neden illa beni üzmek istemişti? Bugün artık biliyorum ki annelik, bebek sahibi olmak, bakım vermek, emzirmek gibi konular çoğu kişide kendi yaşadığı ya da özlemini duyduğu bir duyguyu veya deneyimi tetikleyebiliyor. Bu durum bazen bir öç alma, bazen de görece daha tecrübesiz bir annenin üzerinde iktidar kurma şeklinde cereyan edebiliyor. Muhtemelen parktaki kadının sözleri de böyle bir yerden geliyordu. Fakat esas soru, benim emzirme konusunda neden bu kadar kırılgan neden bu kadar desteksiz hissettiğimdi.
Melanie Klein daha 20. Yüzyılın ilk yarısında, bebeklerin belirli saat aralıkları gözetilerek programlı bir şekilde emzirilmesi yerine istedikleri zaman beslenmelerinin onların “psike”sinde yaratacağı sonuçlardan bahseder ve bu tartışma o yıllarda bilim dünyasında büyük tepki toplar. Bunun bir sebebi, emzirmenin o güne kadar salt bir beslenme meselesi olarak ele alınmasıyken, bir diğer sebebi de bebeğin yetişkinlerin dünyasına uyumlanması gerekliliği esasını ters yüz etmesidir. Bugün “bebek dostu emzirme”, “talebe göre emzirme” (İng. breastfeeding on demand) olarak adlandırılan ve şayet mümkünse bebeğin her istediğinde emzirilmesini öneren söylemin haklı mantığını ve nasıl bir yerden geldiğini daha rahat kavrayabiliyoruz. Zira beslenme, bebeğin fiziksel ihtiyacı kadar duygusal ihtiyaçlarıyla da ilgili ve bebeklerin dünyasının yetişkinlere göre ayarlanması gerektiği kapitalist bir önerme. Fakat özellikle orta-üst sınıfa mensup bakım verenlerin kendilerini içinde bulduğu, özel hastane ve ebelerin uygulanmasını teşvik ettiği bu “bebek dostu” anlatı beraberinde gelmesi gereken destek mekanizmalarının yokluğunda annelere neler ediyor?
Bu söylemden en çok etkilenen şüphesiz, bebeğini beslemek için anne sütü dışında kaynaklara ihtiyaç duyan anneler. Böyle bir durumda (ki araştırmalar gerçek süt yetersizliğinin, “sütüm yetmeyecek” endişesinden kaynaklı emzirmeye son vermeye kıyasla çok ama çok düşük olduğunu gösteriyor) “bebek dostu” emzirme söylemi, yavrusunu belli aralıklarla emzirmek zorunda kalan veya mamayla besleyen anneleri yetersiz ve kötü hissettirmekle kalmıyor başka sebeplerle emzirmemeye karar verme (sigara bağımlılığı, çalışma koşulları veya sırf annenin canı istemiyor diye) olasılığının da önünü tamamen kapatıyor.
Bebeğini anne sütüyle beslemeyi tercih eden anneler için de durum güllük gülistanlık değil. Kamusal alanda emzirmenin hala birçok yerde güç olduğu, emzirme danışmanlarının herkes için erişilir olmadığı, süt ve doğum izinlerinin hakkıyla uygulanmadığı, bakım verenlerin ruh sağlığını gözetmeyen yapıların içinde “bebek dostu” pratiklerin diğer tarafındaki anneler için nasıl sonuçları olabileceğini kimse düşünmek istemiyor. Çünkü bu tartışmalar; ev içi emeğin eşitsiz dağılımını, revize edilmesi gereken sendikal hakları, kamu sağlığının cinsiyetçi yapısını, bebek bakım ve emzirme odalarının yetersizliğini ve kadınlara yüklenen makbul annelik tanımlarının yarattığı tahakkümü konuşma zorunluluğunu da beraberinde getiriyor. Ve tüm bu kapalı kutular açılmasın diye, memeleriyle o güne kadar hiç kurmadıkları bir ilişki kurmaya çalışan, sınırları sadece bebeğiyle kendi arasında değil dışarısıyla da muğlaklaşan anneler kendi destek mekanizmalarını kendileri üretmek zorunda kalıyor ve kaçınılmaz olarak yalnızlaşıyorlar.
Başka bir gün bebeğime aşı yaptırmak üzere bağlı olduğum aile hekimliğine gidiyorum. Muayenehanenin duvarında asılı posterde şöyle yazıyor: “Emziren Anne Kutsaldır”. Bunun kaç kadını, kaç bakım vereni kötü hissettirdiğini düşünürken, hemşire odaya giriyor ve yine aynı soruyu soruyor: “Anne sütüyle besleniyor değil mi?”
Görsel: Gözde İlkin, Rüya Bölgesi. Sanatçının izniyle.